1 Nisan 2007 Pazar

Her Telden Çalarım Güzel Abim



Fakir hırsızlığa çıkmış, ay akşamdan doğmuş derler ya, o hesap bizimkisi. Bütün hafta boyunca Burgazada diye sayıklayıp haftasonunu yağmur kıyamet geçirince her şeyde bir hayır var diyip kendimizi Beyoğlu’na attık. Beyoğlu’nun yazılmadık-çizilmedik neleri kaldı dememek lazım, her gidişimde farklı bir sokak, farklı insanlar, farklı mekanlar tanıyarak dönüyorum. Ve her seferinde eski kitaplara bütün paramı harcayıp önümüzdeki günlerde ne yapacağımı kara kara düşünerek…

Beyoğlu gezilerime birkaç seferdir hep Sıraselviler’deki Savoy’a uğramadan başlamaz oldum. Bu İstanbul klasiği pastanenin otlu peynirli mini mini poğaçacıkları var ki insanı yaşadığına yaşayacağına şükrettiriyor. (ya da ben ailenizin oburuyum, yemek içmek diyince bende akan sular duruyor!) Yeni İstanbul’a taşınan Ülker’e İstanbul’u tanıtmaya ilk olarak pastaneden ve Beyoğlu çikolatasından başlatmam tesadüf değil, bir şehirden keyif almanın yolu ilk etapta mideyi hoşnut etmekten geçer ne de olsa… Önce Savoy, sonra da çikolata derken mest olmuş bir çömez İstanbullu artık her ara sokağa itiraz etmeden girecek, her tezgahta 10 ila 30 dakika arası sürelerde oyalanabilecek kıvama gelmiştir. Güzel, bu durumdan istifade ara sokaklara sapa sapa gezimize başlayabiliriz.

Önce kalabalıkta kendimize yer açarak İstiklal Caddesi’nde yürüyoruz, Edith Piaf’ın Milord’ u çalıyor bir müzik dükkanında. Pasajlara girip çıkıyoruz, Ülker’e benim meyhaneyi gösteriyorum ama es geçiyoruz, yan taraftan Avrupa Pasajı’na dalıveriyoruz. Dalış o dalış, meğerse gazeteci-yazar ve değerli araştırmacı Ergun Hiçyılmaz’ın eski plaklar, kartpostallar, pullar, kitaplarla dolu dükkanındayız. Tam 1,5 saat dükkanın her köşesini inceliyor, gelen geçenle hoşbeş ediyoruz. Fotoğraf çekmemize izin çıkıyor, kalabalığın elverdiği ölçüde çekimlerimizi yapıyor, Ergun bey ile hem dükkan, hem Avrupa Pasajı, hem de eski plaklar hakkında konuşuyoruz. Eric Clapton'dan Elton John'a, Eski İspanyol Halk Türkülerinden zamanının ortalığı yıkıp geçmiş pop harikalarına kadar çok geniş bir plak arşivi var bu dükkanda ve plakların herbirinin fiyatı, koltuğunuza yapışın, heyecanlanıp düşmeyin, sadece 15 YTL! Lütfen ama lütfen biri bana gramofon hediye etsin, minnettar kalırım son nefesime kadar! Ergun Hiçyılmaz’ın ve İslam Çupi’nin birer kitabını alıyorum: “İstanbul Geceleri ve Kantolar” ile “Hey Gidi İstanbul.” Sonra alt raflarda bir başka araştırma daha gözüme çarpıyor: P. İncicyan’ın18. Asırda İstanbul” adlı araştırması. Aynı hafta içinde satın aldığım 5. İstanbul kitabıymış, ne gam. Her ne kadar elim diğer kitapları da karıştırmaya meyletse de abartmıyor, oracıkta durduruyorum. (bu harikalar diyarı ile ilgili detayları fotoğraflarla anlatmaya devam edeceğimden bir sonraki konuya atlıyorum.)

Avrupa Pasajı’ndan -nam-ı diğer Aynalı Pasaj- çıkıp devam ediyoruz yola. Elhamra Pasajı’na giriyoruz, kırmızı perdeler arasında dolanıp kendimizi Anatole France’ın Thais’i gibi hissettikten sonra (wuhuuu, entelektüelitem konuştu) eski modelde elbiseler satan bir dükkana atıyoruz kendimizi. 60’lı yıllardan fırlamış gibi duran büyük düğmeli, gri bir elbise görüyorum. Tezgahtara fiyatını soruyorum: 25 lira ama indirim yaparmış nakit ödersem, 20’ye bırakırmış. Eh diyorum, almazsam içimde kalır. “Çok güzel duruyor üstte!” diyor tezgahtar delikanlı, içimdeki şeytan dürtüyor o anda: “Denediniz galiba, güzel durduğunu bildiğinize göre…” Kalakalıyor bir anda: “Hayır yani, deneyenleri görüyorum. Kötü espriydi.” diyor. İçimden hiç de bile gayet iyiydi derken üzülmesin diye “Evet kötüydü, arada oluyor böyle…” diye cevap veriyor ve olay yerinden Ülker tarafından kaçırılıyorum. “Ülker sahiden kötü müydü?” diye soruyorum, “Eh, en az okuldaki kütüphaneciye yaptığın anormal hal esprisi kadar kötüydü.” diyor nankör. Gezdir, rehberlik et, gözünü oysun. Arkadaşın mı var derdin var.


Kaçırılmam iyi de oluyor. Zira sokak konserinin tam ortasında buluyoruz kendimizi. Kara Güneş adlı müzik grubu performans sergiliyor. “Zeytinyağlı Yiyemem Aman” türküsünü çalarlarken biz de dinleyiciler arasında yer bulup dinlemeye başlıyoruz. Santur ve gitar ile harikalar yaratıyorlar. Santur’u Kazancakis’in Zorba’aını okuduğumdan beri hep merak etmişimdir, bir adamı deli eden çalgı ne menem bir ses çıkartır diye. Bir süre dinliyor, özel olarak hazırladıkları kopya CD’lerden ediniyor, Galatasaray’ın arka sokaklarında duvar yazısı kovalamaya başlıyoruz. Yine “Punk zaten hiç ölmedi ki…” yazıları ve güzel çizimler görüyor ve fotoğraflıyoruz. Sonra ve elini Kadıköy Vapuru…Ülker Kemal oluyor, ben Nalan, Türk filmi çekiyoruz. Martılara simit atamıyoruz çünkü simitçi amca tam simit arabasına burnumu dayamışken “Bayat evladım onlar” diye uyarıyor sağolsun. Dönüş yolunda minibüste eser miktarda Tatlıses ve hatırı sayılır miktarda Kurtoğlu dinleyerek ruhumuzu şenlendiriyoruz.

Bu gezip tozmaya dair diğer detaylar ve fotoğraflar pek yakında bu sinemada. Öğrencilere ücretsizdir, paso istemez, siz yalan söylemezsiniz. İstanbul'u yalnız dolaşmanın keyfi ayrı, bir arkadaşla dolaşmanın keyfi ise bambaşka. Keşfetmeye meraklı arkadaşlarla yapılacak daha nice gezilerde buluşmak üzere...

Son Notlar:

Soru: Savoy Nerede?

Cevap: Sıraselviler caddesindeki Alman Hastanesi’ni geçiyorsunuz, 150 mt. Kadar yürüdükten sonra sol kolda tabelasını görüyorsunuz.

Soru: Avrupa Pasajı ve eski plaklar ve kitaplar satan dükkan nerede?

Cevap: Pasaj hemen Balık Pazarı’nın yanıbaşında, dükkan ise pasajın ortasında kalıyor ve kendini belli ediyor. Araştırıverin canım gerisini!

Soru: Elbiseyi aldığın dükkan nerede?

Cevap: Elhamra Pasajı’nın en sonunda, sağ kolda.

0 yorum:

Yorum Gönder

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | Best Web Hosting Coupons