26 Haziran 2007 Salı

Benim Müziklerim

Efes Blues Festival 17, Eskişehir: Larry Garner sahnede. Fotoğraf: Naçizane kulunuza aittir.



Alternatif-İstanbul’u birkaç gündür boşladım ne yazık ki… Çok iç açıcı günler geçirmiyorum. Acilen verilmesi gereken kararlar, çizilmesi gereken yollar evresindeyim. Etrafım huzursuzluklarla çevrili. Ama bu duygular bana tanıdık. Daha önce de baş edebildim, şimdi de edebilirim.

Beş senelik Eskişehir yaşamım boyunca iyisiyle kötüsüyle pek çok anı biriktirdim. Artık geçmişte kalan o günlerde mutluluğuma, sıkıntıma, hüznüme ve yaşantıma eşlik eden müzikleri paylaşmak istedim. Sakinleştiren, heyecanlandıran, kimi zaman enerji veren ve katlanabilme kat sayımı arttıran şarkılar… Benim müziklerim:


Comptine d'un autre ete (Yann Tiersen): Sene 2002. Okuldaki ilk senem ve yurt odasında kalıyordum. O zamanların eşlikçisi TRT radyoları. Öğleden sonraları yatağıma oturup klasik müzik dinliyordum. Gustav Mahler ile ilk temasım. İstanbul’a sıkça gidip geliyordum trenle, neredeyse her hafta. Tren penceresinden ağaçlar, elma bahçeleri, tüneller, şehirler, eski taş istasyon binaları akıp giderken müzikçalarımda bir şarkı tekrar tekrar çalıyordu: Comptine d'un autre ete. Yann’ı 95 tarihli albümü La Valse des Monsters’dan biliyorum. Amelié filminde de bu albümden epeyce parça var. Üniversitedeki ilk yılımda Amelié’nin soundtrack albümünü öyle çok dinliyordum ki… Tren yolculuklarına çok yakıştığını düşünüyorum. 4 yıl sonra, 2 Ağustos 2006'da İstanbul Park Orman’da Yann’ı canlı dinledim bir arkadaşımla. Kendisini progresif yönüyle de tanışmış olduk, her ne kadar kendisinden romantizm bekleyenleri tatmin edemese de… Öyle bir derdi de yoktu zaten ya, neyse.


Monochrome (Yann Tiersen): 98 tarihli Le Phare albümünden. “Monochrome floors, monochrome walls,/ only abscence near me,/ nothing but silence around me./monochrome flat, monochrome life,/only abscence near me,/ nothing but silence around me.” sözleriyle akıp giden, video klibiyle gülümseten şarkısı. Canlı dinleyebildim, fevkaladeydi. "Asla tekdüze olmayacağım” diye kendime söz verdirtmesi nedeniyle özel bir şarkıdır benim için.


Kala (Yann Tiersen): Yann’ın son albümü Les Retrouvailles’ den. Bu yazıyı klavyelediğim işbu anlara da eşlik ediyor. Rüzgarlı bir tepeden aşağı doğru son hızla koşma hissi veriyor Kala bana, Liz Frazer’ın sesine rüzgar uğultusu eşlik ediyor. Ayrıksı, basit ama fevkalade bir parça. “Bana yapıştırdığınız asansör müziği bestecisi etiketini alın, bir tarafınıza....” diyor Yann resmen.

Lucky (Radiohead): Ok Computer! albümünün assolisti bana göre. Bir ara hep “repeat track” seçeneğiyle işaretlenmişti bu şarkı. Takıntılı olmak kolay değil.


Blow Wind Blow (Tom Waits): Aylar önce şu cümleleri not düşmüşüm Blow Wind Blow için: “Ben uyurken cücenin biri elindeki notaları saçmış etrafa, uyandığımda gülümsetmiş. Lucky Strike'ını yakıp... Çantasını kapıp...Yollara düşesi geliyor... Güneşi farklı coğrafyalarda batırası...Uzaklaşası...Sonra da "Bu şehir arkandan gelecektir." dizesini doğrularcasına...Birdenbire dönesi geliyor insanın...” O cüce kendi isteğiyle ortadan yok oldu. Habersizce çekip gitmek kendi tercihiydi. Blow Wind Blow ile iyi ki tanıştırdı beni gitmeden önce, bana yaptığı yapacağı en iyi şeydi… Videosunu izlemek isterseniz tık tık. Tom Waits aşkım Blow Wind Blow ile sınırlı değil, Dead and Lovely ve Alice şarkılarına olan tutkumu Wristcutters yazımda beyan etmiştim.



Bird Girl (Antony and The Johnsons): Ne zaman Antony ile ilgili gazetelerde, dergilerde yazılar okusam hakkında hep aynı şeyler söyleniyor: Kadife gibi bir ses, tarzı Nina Simone’a, Lou Reed’e, Scott Walker’a, Boy George'a, Bryan Ferry’e benziyor… Antony bütün bu müzisyenlerin hepsi ama aslında hiçbiri değil. Antony bütün bu dahilerden esin perilerini topluyor, onlardan kız kuşlar yaratıyor, sonra da hepsini özgürce uçsunlar diye gökyüzüne salıyor. Benim Antony’e ilk dinleyişte çarpılmamın asıl şifreleri “Bird girl” şarkısında gizlidir. Umutsuz anlarımda bana ilk suni tenefüsü yapıp hayata döndüren şarkıdır. “cause i'm a bird girl / and the bird girls go to heaven /i'm a bird girl /and the bird girls can fly /nbird girls can fly…” dizeleriyle canlanırım ama ölüm vakti gelip çattığında arka fonda çalanlardan biri olsun isterim aynı zamanda. Antony beni “kız kuşların uçabileceğine, uçup cennete konabileceğine” fena inandırdı çünkü. 8 temmuz’da, Şan Tiyatrosu’nda doğru söyleyip söylemediğini hep beraber göreceğiz.


The Man With The Child In His Eyes (Kate Bush): Wuthering Heights, Don’t Give Up, Sunset, Babooshka… Hepsi ve daha fazlası. All That Kate. Cat Kate.


Who Are You, Defenders Of The Universe (The Dears) : The Dears'ın 13 temmuz'daki konserinin ertelenmesine en çok bu şarkıyı canlı dinleyemeyeceğim için üzüldüm.


Anya (Deep Purple): Eskişehir’deki ilk senemde ne çok dinlerdim Anya’yı… Sözlerini üzerime elbise gibi geçirdiğim şarkılardandır. “a hidden passion/ touching a spark/ flame a revolution/ burning wild in your gypsy heart/ your gypsy heart/ anya - the spirit of freedom/ anya - oh anya/ the light of freedom buried/ deep within your soul…” Anya yerine Ezgi koyun…İşte benim şarkım oldu bile…:) Video klibi için tık tık.


Le Vent Nous Portera (Noir Desir): Rüzgar hepimizi bir taraflara savuracak. Birgün herşey yok olacak. Bazen nihilist olmak rahatlatıcı olabilir.Video klibi izlemek için tık tık.


Bones (The Killers): Harkulade bir takıntı şarkısı. Grubun adına bakıp da "senin kemiklerini kırarım" tarzı lirikler beklemeyin. Kısaca "kemiklerimi kemiklerinin üzerinde hissetmek istemez misin?" diye soruyorlar. (nasıl yani?) Tim Burton imzalı klibi için tık tık.

Akşamcı Arif (Seyyal Taner): Seyyal'in zamanın ötesinde bir şarkıcı olduğunu düşünüyorum. Bütün şarkılarını sevmekle birlikte buraya aktaracağım iki şarkısı özellikle ilgimi cezbediyor. Video klibi için tık tık.

Alladı Pulladı (Seyyal Taner): Sözleri yeter.:) Video klibi için tık tık.

Erkekleri Tanıyın (Ajda Pekkan): Feminist Enternasyonel Marşı. Video klibi için tık tık.

Fazla uzun oldu yazı ama az kaldı. Benim müziklerim bu kadarla sınırlı değil. Charlie Parker var mesela büyük aşk bağlamında, sonra Nina Simone, David Bowie, Roxy Music, Gasparyan, Edith Piaf, Serge Gainsbourg, Manu Chao... Bergen ve Kamuran Akkor, bu iki kadına tapıyorum. Pekala devamını yazarım. Ama iki müzisyeni daha ekleyip şimdilik son noktayı koyacağım. İnanın pişman olmayacaksınız, yazının son noktasına kadar okumaya devam:


Forgiveness (Perry Blake): Forgiveness’ı playlistimde yalnız bırakıp sabah akşam dinlediğim günleri bilirim. İrlanda'nın dünyaya armağanı Perry, tok sesiyle ninniler mırıldanırken sizi hüzne bulayıp elinizi böğrünüzde bırakıp kaçan bir ….’dir. (boşlukları doldurun). “Give me back my childhood” şarkısında Sezen etkisi görülebilir, “Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler…” tadında. Şaka canım, yok öyle bir şey. Dinlemek için tık tık.


Nightporter (David Sylvian): David’in grubu Japan’ın benden 3 yaş küçük albümü Gentlemen Take Polaroids’in fevkaladesi. Finans dersini geçmemdeki hakkını ödeyemem. Sabahlamak zorunda olan/ olacak olan öğrenci kısmısına öneririm. Ben 83’lüyüm bu arada. Hani benden 3 yaş küçük dedim ya, tarihini merak edenler için ipucu. Dinlemek için tık tık.


Şimdilik bu kadar. Esen kalınız. (Radyoda programcı açığı olanların ve benim eskiciliğime katlanabileceklerin tekliflerini beklerim, malum iş arıyoruz.)

Notlar: Can Dündar'ın "Erkeksen" başlıklı yazısı için tıklayınız. Kadın vücudunun teşhiri üzerinden hit sağlayan bir gazetede böyle bir yazının yer alması ayrıca manidar. Linda'ya teşekkür...

Bizim naçizane Alternatif-İstanbul'u İngilizce olarak da hazırlamaya başladık. Bu sitenin birebir çevirisi değil. Hatalarımız affola şimdiden. Takibinizi esirgemeyiniz.

Benim Müziklerim

Efes Blues Festival 17, Eskişehir: Larry Garner sahnede. Fotoğraf: Naçizane kulunuza aittir.



Alternatif-İstanbul’u birkaç gündür boşladım ne yazık ki… Çok iç açıcı günler geçirmiyorum. Acilen verilmesi gereken kararlar, çizilmesi gereken yollar evresindeyim. Etrafım huzursuzluklarla çevrili. Ama bu duygular bana tanıdık. Daha önce de baş edebildim, şimdi de edebilirim.

Beş senelik Eskişehir yaşamım boyunca iyisiyle kötüsüyle pek çok anı biriktirdim. Artık geçmişte kalan o günlerde mutluluğuma, sıkıntıma, hüznüme ve yaşantıma eşlik eden müzikleri paylaşmak istedim. Sakinleştiren, heyecanlandıran, kimi zaman enerji veren ve katlanabilme kat sayımı arttıran şarkılar… Benim müziklerim:


Comptine d'un autre ete (Yann Tiersen): Sene 2002. Okuldaki ilk senem ve yurt odasında kalıyordum. O zamanların eşlikçisi TRT radyoları. Öğleden sonraları yatağıma oturup klasik müzik dinliyordum. Gustav Mahler ile ilk temasım. İstanbul’a sıkça gidip geliyordum trenle, neredeyse her hafta. Tren penceresinden ağaçlar, elma bahçeleri, tüneller, şehirler, eski taş istasyon binaları akıp giderken müzikçalarımda bir şarkı tekrar tekrar çalıyordu: Comptine d'un autre ete. Yann’ı 95 tarihli albümü La Valse des Monsters’dan biliyorum. Amelié filminde de bu albümden epeyce parça var. Üniversitedeki ilk yılımda Amelié’nin soundtrack albümünü öyle çok dinliyordum ki… Tren yolculuklarına çok yakıştığını düşünüyorum. 4 yıl sonra, 2 Ağustos 2006'da İstanbul Park Orman’da Yann’ı canlı dinledim bir arkadaşımla. Kendisini progresif yönüyle de tanışmış olduk, her ne kadar kendisinden romantizm bekleyenleri tatmin edemese de… Öyle bir derdi de yoktu zaten ya, neyse.


Monochrome (Yann Tiersen): 98 tarihli Le Phare albümünden. “Monochrome floors, monochrome walls,/ only abscence near me,/ nothing but silence around me./monochrome flat, monochrome life,/only abscence near me,/ nothing but silence around me.” sözleriyle akıp giden, video klibiyle gülümseten şarkısı. Canlı dinleyebildim, fevkaladeydi. "Asla tekdüze olmayacağım” diye kendime söz verdirtmesi nedeniyle özel bir şarkıdır benim için.


Kala (Yann Tiersen): Yann’ın son albümü Les Retrouvailles’ den. Bu yazıyı klavyelediğim işbu anlara da eşlik ediyor. Rüzgarlı bir tepeden aşağı doğru son hızla koşma hissi veriyor Kala bana, Liz Frazer’ın sesine rüzgar uğultusu eşlik ediyor. Ayrıksı, basit ama fevkalade bir parça. “Bana yapıştırdığınız asansör müziği bestecisi etiketini alın, bir tarafınıza....” diyor Yann resmen.

Lucky (Radiohead): Ok Computer! albümünün assolisti bana göre. Bir ara hep “repeat track” seçeneğiyle işaretlenmişti bu şarkı. Takıntılı olmak kolay değil.


Blow Wind Blow (Tom Waits): Aylar önce şu cümleleri not düşmüşüm Blow Wind Blow için: “Ben uyurken cücenin biri elindeki notaları saçmış etrafa, uyandığımda gülümsetmiş. Lucky Strike'ını yakıp... Çantasını kapıp...Yollara düşesi geliyor... Güneşi farklı coğrafyalarda batırası...Uzaklaşası...Sonra da "Bu şehir arkandan gelecektir." dizesini doğrularcasına...Birdenbire dönesi geliyor insanın...” O cüce kendi isteğiyle ortadan yok oldu. Habersizce çekip gitmek kendi tercihiydi. Blow Wind Blow ile iyi ki tanıştırdı beni gitmeden önce, bana yaptığı yapacağı en iyi şeydi… Videosunu izlemek isterseniz tık tık. Tom Waits aşkım Blow Wind Blow ile sınırlı değil, Dead and Lovely ve Alice şarkılarına olan tutkumu Wristcutters yazımda beyan etmiştim.



Bird Girl (Antony and The Johnsons): Ne zaman Antony ile ilgili gazetelerde, dergilerde yazılar okusam hakkında hep aynı şeyler söyleniyor: Kadife gibi bir ses, tarzı Nina Simone’a, Lou Reed’e, Scott Walker’a, Boy George'a, Bryan Ferry’e benziyor… Antony bütün bu müzisyenlerin hepsi ama aslında hiçbiri değil. Antony bütün bu dahilerden esin perilerini topluyor, onlardan kız kuşlar yaratıyor, sonra da hepsini özgürce uçsunlar diye gökyüzüne salıyor. Benim Antony’e ilk dinleyişte çarpılmamın asıl şifreleri “Bird girl” şarkısında gizlidir. Umutsuz anlarımda bana ilk suni tenefüsü yapıp hayata döndüren şarkıdır. “cause i'm a bird girl / and the bird girls go to heaven /i'm a bird girl /and the bird girls can fly /nbird girls can fly…” dizeleriyle canlanırım ama ölüm vakti gelip çattığında arka fonda çalanlardan biri olsun isterim aynı zamanda. Antony beni “kız kuşların uçabileceğine, uçup cennete konabileceğine” fena inandırdı çünkü. 8 temmuz’da, Şan Tiyatrosu’nda doğru söyleyip söylemediğini hep beraber göreceğiz.


The Man With The Child In His Eyes (Kate Bush): Wuthering Heights, Don’t Give Up, Sunset, Babooshka… Hepsi ve daha fazlası. All That Kate. Cat Kate.


Who Are You, Defenders Of The Universe (The Dears) : The Dears'ın 13 temmuz'daki konserinin ertelenmesine en çok bu şarkıyı canlı dinleyemeyeceğim için üzüldüm.


Anya (Deep Purple): Eskişehir’deki ilk senemde ne çok dinlerdim Anya’yı… Sözlerini üzerime elbise gibi geçirdiğim şarkılardandır. “a hidden passion/ touching a spark/ flame a revolution/ burning wild in your gypsy heart/ your gypsy heart/ anya - the spirit of freedom/ anya - oh anya/ the light of freedom buried/ deep within your soul…” Anya yerine Ezgi koyun…İşte benim şarkım oldu bile…:) Video klibi için tık tık.


Le Vent Nous Portera (Noir Desir): Rüzgar hepimizi bir taraflara savuracak. Birgün herşey yok olacak. Bazen nihilist olmak rahatlatıcı olabilir.Video klibi izlemek için tık tık.


Bones (The Killers): Harkulade bir takıntı şarkısı. Grubun adına bakıp da "senin kemiklerini kırarım" tarzı lirikler beklemeyin. Kısaca "kemiklerimi kemiklerinin üzerinde hissetmek istemez misin?" diye soruyorlar. (nasıl yani?) Tim Burton imzalı klibi için tık tık.

Akşamcı Arif (Seyyal Taner): Seyyal'in zamanın ötesinde bir şarkıcı olduğunu düşünüyorum. Bütün şarkılarını sevmekle birlikte buraya aktaracağım iki şarkısı özellikle ilgimi cezbediyor. Video klibi için tık tık.

Alladı Pulladı (Seyyal Taner): Sözleri yeter.:) Video klibi için tık tık.

Erkekleri Tanıyın (Ajda Pekkan): Feminist Enternasyonel Marşı. Video klibi için tık tık.

Fazla uzun oldu yazı ama az kaldı. Benim müziklerim bu kadarla sınırlı değil. Charlie Parker var mesela büyük aşk bağlamında, sonra Nina Simone, David Bowie, Roxy Music, Gasparyan, Edith Piaf, Serge Gainsbourg, Manu Chao... Bergen ve Kamuran Akkor, bu iki kadına tapıyorum. Pekala devamını yazarım. Ama iki müzisyeni daha ekleyip şimdilik son noktayı koyacağım. İnanın pişman olmayacaksınız, yazının son noktasına kadar okumaya devam:


Forgiveness (Perry Blake): Forgiveness’ı playlistimde yalnız bırakıp sabah akşam dinlediğim günleri bilirim. İrlanda'nın dünyaya armağanı Perry, tok sesiyle ninniler mırıldanırken sizi hüzne bulayıp elinizi böğrünüzde bırakıp kaçan bir ….’dir. (boşlukları doldurun). “Give me back my childhood” şarkısında Sezen etkisi görülebilir, “Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler…” tadında. Şaka canım, yok öyle bir şey. Dinlemek için tık tık.


Nightporter (David Sylvian): David’in grubu Japan’ın benden 3 yaş küçük albümü Gentlemen Take Polaroids’in fevkaladesi. Finans dersini geçmemdeki hakkını ödeyemem. Sabahlamak zorunda olan/ olacak olan öğrenci kısmısına öneririm. Ben 83’lüyüm bu arada. Hani benden 3 yaş küçük dedim ya, tarihini merak edenler için ipucu. Dinlemek için tık tık.


Şimdilik bu kadar. Esen kalınız. (Radyoda programcı açığı olanların ve benim eskiciliğime katlanabileceklerin tekliflerini beklerim, malum iş arıyoruz.)

Notlar: Can Dündar'ın "Erkeksen" başlıklı yazısı için tıklayınız. Kadın vücudunun teşhiri üzerinden hit sağlayan bir gazetede böyle bir yazının yer alması ayrıca manidar. Linda'ya teşekkür...

Bizim naçizane Alternatif-İstanbul'u İngilizce olarak da hazırlamaya başladık. Bu sitenin birebir çevirisi değil. Hatalarımız affola şimdiden. Takibinizi esirgemeyiniz.

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | Best Web Hosting Coupons