27 Temmuz 2006 Perşembe

Savaşa Hayır, Barış Hemen Şimdi

IMAG0424-741255

Türkiye Irak'tı, Afganistan'dı, Lübnan'dı, Filistin'di... Dünya Irak'tı, Afganistan'dı, Lübnan'dı, Filistin'di... Hepimiz Iraklıydık, Afganistanlıydık, Lübnanlıydık, Filistinliydik... Bütün dünya halkları kardeşti... Haykırdık, duyan oldu elbet..."Bana dokunmayan yılan bin yaşasın" diyenlere, Nasrettin Hoca misali "hem o haklı, hem bu" diyen şaşkın arabulucu! hükümete bir selam çaktık Taksim Meydan'ında.

26 Temmuz 2006 Çarşamba

Altyazı'ya Saldırmışlar...



Haber Radikal'den... Günlük rutin "Ya bu dünyada hiç mi iyi birşey olmayacak" sayıklamamı yaparken bir de bu haber tuz-biber ekti can sıkıntıma... Rice' ın Ortadoğu'yu pandispanya hamuru sanıp şekillendirme merakı + camdan baktı, namusum kaçtı diye ard arda işlenegelen töre cinayetleri + havaya saçılan kurşunlardan-sevgili basın buna maganda kurşunu demekte- ölen insanlar vs. derken bir de Altyazi dergisine saldırı haberi.



Hala bilmeyen varsa Altyazı Boğaziçi Üniversitesi yayınıdır. Dokuz Eylül Üniversitesi'nin Sinemasal Dergisi ile birlikte takip ettiğim 2 yayından biridir. Bu sayısında
"Lie With Me" adlı filmin sansürlenmesinden bahseden bir yazı yayınlamışlar. Filmin Türk izleyicisi tarafından izlenmesi sakıncalı bulunmuş. Ayrıntıları dergiden okuyabilirsiniz ancak bir Türk vatandaşı olarak zekamın bu denli küçümseniyor olmasını hazmedemiyorum. Bir filmi izleyip izleyemeyecegime başkaları karar veriyor. Tam bir komedi! Türk aile ve ahlak yapısı diye yıllardır yasaklananlar bir yana, sanki bu filmleri izleyip de sinemadan çıkan kudurmuş kişilerce işleniyor sanki bunca namus cinayeti, cocuklara, kadınlara, hayvanlara tecavüz!




Sinemada tensel bir öykü anlatmak sansürlü ama gizli-kapaklı, kaçamak, magazinsel, ünlüsel yakınlaşmalar 5 saat televizyonda gösterilebilir, bacakarası sohbetleri her daim beyin yıkayabilir.


Benim Altyazı'ya bağımsız-sansürsüz desteğim sürecek.


Buyrun, bunu da sansürleyin.


Altyazı'ya Saldırmışlar...



Haber Radikal'den... Günlük rutin "Ya bu dünyada hiç mi iyi birşey olmayacak" sayıklamamı yaparken bir de bu haber tuz-biber ekti can sıkıntıma... Rice' ın Ortadoğu'yu pandispanya hamuru sanıp şekillendirme merakı + camdan baktı, namusum kaçtı diye ard arda işlenegelen töre cinayetleri + havaya saçılan kurşunlardan-sevgili basın buna maganda kurşunu demekte- ölen insanlar vs. derken bir de Altyazi dergisine saldırı haberi.



Hala bilmeyen varsa Altyazı Boğaziçi Üniversitesi yayınıdır. Dokuz Eylül Üniversitesi'nin Sinemasal Dergisi ile birlikte takip ettiğim 2 yayından biridir. Bu sayısında
"Lie With Me" adlı filmin sansürlenmesinden bahseden bir yazı yayınlamışlar. Filmin Türk izleyicisi tarafından izlenmesi sakıncalı bulunmuş. Ayrıntıları dergiden okuyabilirsiniz ancak bir Türk vatandaşı olarak zekamın bu denli küçümseniyor olmasını hazmedemiyorum. Bir filmi izleyip izleyemeyecegime başkaları karar veriyor. Tam bir komedi! Türk aile ve ahlak yapısı diye yıllardır yasaklananlar bir yana, sanki bu filmleri izleyip de sinemadan çıkan kudurmuş kişilerce işleniyor sanki bunca namus cinayeti, cocuklara, kadınlara, hayvanlara tecavüz!




Sinemada tensel bir öykü anlatmak sansürlü ama gizli-kapaklı, kaçamak, magazinsel, ünlüsel yakınlaşmalar 5 saat televizyonda gösterilebilir, bacakarası sohbetleri her daim beyin yıkayabilir.


Benim Altyazı'ya bağımsız-sansürsüz desteğim sürecek.


Buyrun, bunu da sansürleyin.


Altyazı'ya Saldırmışlar...



Haber Radikal'den... Günlük rutin "Ya bu dünyada hiç mi iyi birşey olmayacak" sayıklamamı yaparken bir de bu haber tuz-biber ekti can sıkıntıma... Rice' ın Ortadoğu'yu pandispanya hamuru sanıp şekillendirme merakı + camdan baktı, namusum kaçtı diye ard arda işlenegelen töre cinayetleri + havaya saçılan kurşunlardan-sevgili basın buna maganda kurşunu demekte- ölen insanlar vs. derken bir de Altyazi dergisine saldırı haberi.



Hala bilmeyen varsa Altyazı Boğaziçi Üniversitesi yayınıdır. Dokuz Eylül Üniversitesi'nin Sinemasal Dergisi ile birlikte takip ettiğim 2 yayından biridir. Bu sayısında
"Lie With Me" adlı filmin sansürlenmesinden bahseden bir yazı yayınlamışlar. Filmin Türk izleyicisi tarafından izlenmesi sakıncalı bulunmuş. Ayrıntıları dergiden okuyabilirsiniz ancak bir Türk vatandaşı olarak zekamın bu denli küçümseniyor olmasını hazmedemiyorum. Bir filmi izleyip izleyemeyecegime başkaları karar veriyor. Tam bir komedi! Türk aile ve ahlak yapısı diye yıllardır yasaklananlar bir yana, sanki bu filmleri izleyip de sinemadan çıkan kudurmuş kişilerce işleniyor sanki bunca namus cinayeti, cocuklara, kadınlara, hayvanlara tecavüz!




Sinemada tensel bir öykü anlatmak sansürlü ama gizli-kapaklı, kaçamak, magazinsel, ünlüsel yakınlaşmalar 5 saat televizyonda gösterilebilir, bacakarası sohbetleri her daim beyin yıkayabilir.


Benim Altyazı'ya bağımsız-sansürsüz desteğim sürecek.


Buyrun, bunu da sansürleyin.


24 Temmuz 2006 Pazartesi

Kedi Jr. 3 Yaşında...

Ön Not: Kedi Jr. Mektupları'na http://www.kurkehayir.org/jr3.htm adresinde Kürke Hayır'ın kuruluş amacı gereği az biraz soğuk olan imajını tatlandırmak için başlamıştım. Bizim sokakta bulup, Linda'ya sahiplendirdiğimiz Kedi Jr. şimdi 3 yaşında. Doğum günü geçti...Ama gene de teyzesi olarak( bunak teyzesi olarak) 1 yaşına girerken yazdığım yazıyı ve de öpücüklerimi yollayayım burdan...


Merhaba;

Size yazdığım son mektububun üzerinden bir yıl geçti.Artık 13 Temmuz'da 1 yaşına basacak koskocaman bir kediyim. Etraftaki herşey gibi ben de değişimler geçiriyorum. Büyümeye başladığımı önce annem Linda'nın bebek maması yerine erişkin kedi maması almasıyla fark etmeye başladım. Sonra vücudumda farklılıklar olmaya başladı,boyum uzadı. Artık oyun oynarken koltukların arasına sıkışıp, kalmıyorum. Tüylerim uzuyor, kilo almaya başladım ve yüzüm daha bir güzelleşti.


Ama büyüdüğümü bana asıl farkettiren, Linda'nın ben 9 aylıkken yaptığı konuşma oldu. O sabah, pencerenin kenarında kedilere bakıyordum ki, Linda karşısına oturttu beni ve şöyle dedi: '' Artık kocaman bir kedi oldun. Sağlığın için gerekli bir operasyon geçirmen gerekiyor. Çok basit bir işlem, 15 dakika sürüyor en fazla. Buna karşılık prostat kanseri (ne demekse o, büyümüş bir kedi olabilirim ama hala bazı terimleri anlamam zor oluyor.) ve hormonlarından kaynaklanan ve seni, dışarıdaki bir dişi kediyi ve doğacak en az 8 yavruyu çekebileceği muhtemel bir azaptan kurtaracağız.'' 2 hafta kadar sonra teyzem Ezgi'yi de alarak arabayla kısırlaştırmanın yapılacağı yere gittik. Barınakmış, konuşulurken duydum, ağaçlar içinde bir yer. Linda'yla Ezgi beni operasyonu yapacak veteriner hekimin yanına götürdü. Ameliyat masasına yatırdılar ve Linda kulağıma fısıldadı: ''Çok kısa sürecek, acı çekmeyeceksin. Biz de yanındayız. Korkma bebeğim.'' Sonra bir anda sesler azalmaya, yüzler silikleşmeye başladı ve hiçbirşey hissedemez oldum. Gözlerim kapandı ve heryer karardı.



Veteriner hekimin dokunuşuyla gözlerimi açtığımda bizimkileri beni izlerken buldum. Önce kalkamadım, başım döndü. Sonra ayağa kalkmayı başardım. Ben uyurken Linda fotoğraf bile çekmiş. Sonradan bana da gösterdi, baygınken çok komik gözüküyormuşum. Biraz barınağı dolaşmışlar, oradaki köpekleri incelemişler. Hatta tek gözü olmayan, adını Naciye koydukları (iyi ki bu kızlar bana ad koymaya kalkmamışlar, adım Şebelebettin filan olurdu herhalde!) siyah bir köpek onlara rehberlik yapmış. O sırada biraz gergin ve korkmuş olduğıumdan patisini sıkma fırsatı bulamadım ama kendisine buradan teşekkür ediyorum.


İşte böyle...Günlük hayat tüm hızıyla akıp, gidiyor. Küçüklüğümde yapmaktan hoşlandığım bazı şeylerden artık keyif almıyorum. Bebekken 16 saat falan uyuyordum, şimdilerde daha az bu süre. Onun yerine pencereden çevreye bakmayı daha çok seviyorum. Geçenlerde Ezgi'lerin evinde balkondan evin önündeki ağacın dalında yuvada duran yavru kargalara bakıyordum. Kötü bir niyetim yoktu sadece ne kadar lezzetli, ay pardon sevimli olduklarını düşünüyordum. O anda üzerime doğru gelen bir gölgeyle irkildim. Kocaman bir karga üzerime doğru pike yapıyordu! Anneleriymiş meğerse. Çok korktum, hemen içeri kaçtım. Aslında korkmam kuştan falan ama dalgınlığıma geldi işte.


12 gün sonra doğum günüm. Ezgi söz verdi. Bana tavuk pastası yapacakmış. Hemen en yakın veterinerin yerini düşündüm. Bari bolca su içeyim de zehir daha az etkilesin. Bir de bana süpriz hediye almış, kurmalı bir fare. Üzülmesin diye 1-2 defa pati attım ama sarmadı. Benim Peggy'im var, o daha zevkli.


Mektumu bu burada bitirmem gerekiyor. Hem sıkıldım, hem de uykum geldi.Battaniyemin üzerinde biraz kestireyim izninizle...Ha, bu arada, hayatınıza bir canlının girebilme durumu varsa, ertelemeyin!


21 Temmuz 2006 Cuma

Bartoli Konseri...

Ezgi'nin 22 Temmuz Notu: Gidildi, görüldü. Veni Vici Vidi miydi o? Her neyse. Freiburg Barok Orkestrası'ndaki beyaz, uzun saçlı kontrbas çalan müzisyenle konserden önce good eviningleşildi. Sahnede Akdenizli bir hatun, dinleyen de öyle olunca keyif alındı. Cecilia sürekli gülümsedi, ben ondan çok gülümsedim. Seyirci yerinden kıpırdayamadı bu sefer konser bitene dek...Alkış alkış üstüne gelince bis sayısı 4'e çıktı.


Orkestra şefimiz-baş kemanistimiz kıpır mı kıpır bir hatundu, melodileri hissetti, hissettirdi.-Petra Müllejans- Aya İrini'den Cecilia geçti, Ezgi bir ara melodiler arasında dünyaya barış gelmesini diledi. İçindeki "Dilemekle olmaz ki bu işler..." diyen sesi susturdu, başını Aya İrini'nin tavanına dikti, gözlerini kapadi, dinledi, dinledi, dinledi.

Gecenin programını merak ederseniz tıklayıveriniz:http://www.iksv.org/muzik/program.asp?EID=26




Bartoli Konseri...

Ezgi'nin 22 Temmuz Notu: Gidildi, görüldü. Veni Vici Vidi miydi o? Her neyse. Freiburg Barok Orkestrası'ndaki beyaz, uzun saçlı kontrbas çalan müzisyenle konserden önce good eviningleşildi. Sahnede Akdenizli bir hatun, dinleyen de öyle olunca keyif alındı. Cecilia sürekli gülümsedi, ben ondan çok gülümsedim. Seyirci yerinden kıpırdayamadı bu sefer konser bitene dek...Alkış alkış üstüne gelince bis sayısı 4'e çıktı.


Orkestra şefimiz-baş kemanistimiz kıpır mı kıpır bir hatundu, melodileri hissetti, hissettirdi.-Petra Müllejans- Aya İrini'den Cecilia geçti, Ezgi bir ara melodiler arasında dünyaya barış gelmesini diledi. İçindeki "Dilemekle olmaz ki bu işler..." diyen sesi susturdu, başını Aya İrini'nin tavanına dikti, gözlerini kapadi, dinledi, dinledi, dinledi.

Gecenin programını merak ederseniz tıklayıveriniz:http://www.iksv.org/muzik/program.asp?EID=26




Bartoli Konseri...

Ezgi'nin 22 Temmuz Notu: Gidildi, görüldü. Veni Vici Vidi miydi o? Her neyse. Freiburg Barok Orkestrası'ndaki beyaz, uzun saçlı kontrbas çalan müzisyenle konserden önce good eviningleşildi. Sahnede Akdenizli bir hatun, dinleyen de öyle olunca keyif alındı. Cecilia sürekli gülümsedi, ben ondan çok gülümsedim. Seyirci yerinden kıpırdayamadı bu sefer konser bitene dek...Alkış alkış üstüne gelince bis sayısı 4'e çıktı.


Orkestra şefimiz-baş kemanistimiz kıpır mı kıpır bir hatundu, melodileri hissetti, hissettirdi.-Petra Müllejans- Aya İrini'den Cecilia geçti, Ezgi bir ara melodiler arasında dünyaya barış gelmesini diledi. İçindeki "Dilemekle olmaz ki bu işler..." diyen sesi susturdu, başını Aya İrini'nin tavanına dikti, gözlerini kapadi, dinledi, dinledi, dinledi.

Gecenin programını merak ederseniz tıklayıveriniz:http://www.iksv.org/muzik/program.asp?EID=26




18 Temmuz 2006 Salı

Uygarlık

Uluç tatminsiz birkaç kişi olarak başlamış yazısına...Bakmayaymışız show yapmak adına hayvan haklarını savunan tatminsiz ve histeri krizlerine giren insan güruhuna. Tatminsiz dendiğinde gazetelerin köşe başlarını tutmuş, spordan tut siyasete kadar ahkam kesen ve her konuda bilirkişi olarak ortaya fırlayan yazarların asla yer ver(e)medikleri eşeğe tecavüz eden mühendis, tecavüz edilerek Mamak çöplüğü'ne atılan köpekler, Sivas'ta içip içip barınakta yavru köpeklere tecavüz eden namussuzlar ve ne idüğü belirsiz yazılar yazıp 16-17 yaşındaki kızların pazarlandığı güzellik yarışmalarında juri üyeliği yapanlar geliyor benim aklıma.

Çağdışı, Uygarlık yoksunu barbar bir toplum mu olalım bu adi sokak itleri yüzünden yahu? Hindistan mı olalım? Ulan, Hindistan olabilsek keşke! Sokaklarında ineklerin dolaşması adamların yazılımda dünyanın 1 numara olmasını mı engelledi? Ha, yiğidi öldürmüş, hakkını vermiş Sn. Uluç, pislikleri dışında ineklerin zararı yokmuş. Halbuki köpek kuduz demekmiş... Korku demekmiş. Hele de sürü halinde dolaşırlarsa daha da kötüymüş. Turkiye AB'ye girerken kuduz sokak köpeklerini de mi yanında götürsün yani? Uluç, uygarlık dışı kalmamızın bütün faturasını sokak köpeklerine çıkarmış. Ahhh, bu itler bir temizlense AB kollarını açacak, buyrun yaldızlı davetiyeniz diyecek.


Yetkililere duyrulur: Ben de bütün bu haberlerde izlediğimiz gaspçılardan, hırkızlardan, cinayet işleyip de afla salınan tecavüzcülerden pek fena halde korkmaktayım. Hergün annem çok afedersiniz beynimi ütülüyor: "Nerdesin? Işıklı yerden yürü. Geç kalacaksan taksiye bin." Ben bu eziyeti her allahın günü çekmek zorunda mıyım? Asap masap kalmadı, annemle aram açılıyor. Hani ben Uluç ya da benzerleri kadar ünlü bir kalem değilsem de biri duyar da sesimi bunları itlaf eder diye umud etmekteyim. Hani kimde o yürek var?.. İçişleri ve Sağlık Bakanlarında mı? Belediye Başkanlarında mı? Adalet Bakanlığı'nda da olmadığı %100. Hele siyasilerde hiç yok, arasıra merhamete gelip saldıkları güruha gösterdikleri ihtimamı yaşama savaşı veren sokak hayvanlarına göstermiyorlar ne hikmetse.

Ha pardon...Onlar "insan". Öyle ya. Çok tatminsizsin Ezgi, ne demek itlaf falan ya? İnsan "itlaf" edilmez. Ha yol ortasında tecavüze uğrayabilir, 48 yerinden bıçaklanabilir, birileri vatandaşın sağ cebine koyduğunu sol eliyle ütebilir de... Bunlar hep uygar toplum gerekleridir.



Ama sokakta hayvan olmamalıdır.



Tatminsizliğe hiç luzum yok!

Uygarlık

Uluç tatminsiz birkaç kişi olarak başlamış yazısına...Bakmayaymışız show yapmak adına hayvan haklarını savunan tatminsiz ve histeri krizlerine giren insan güruhuna. Tatminsiz dendiğinde gazetelerin köşe başlarını tutmuş, spordan tut siyasete kadar ahkam kesen ve her konuda bilirkişi olarak ortaya fırlayan yazarların asla yer ver(e)medikleri eşeğe tecavüz eden mühendis, tecavüz edilerek Mamak çöplüğü'ne atılan köpekler, Sivas'ta içip içip barınakta yavru köpeklere tecavüz eden namussuzlar ve ne idüğü belirsiz yazılar yazıp 16-17 yaşındaki kızların pazarlandığı güzellik yarışmalarında juri üyeliği yapanlar geliyor benim aklıma.

Çağdışı, Uygarlık yoksunu barbar bir toplum mu olalım bu adi sokak itleri yüzünden yahu? Hindistan mı olalım? Ulan, Hindistan olabilsek keşke! Sokaklarında ineklerin dolaşması adamların yazılımda dünyanın 1 numara olmasını mı engelledi? Ha, yiğidi öldürmüş, hakkını vermiş Sn. Uluç, pislikleri dışında ineklerin zararı yokmuş. Halbuki köpek kuduz demekmiş... Korku demekmiş. Hele de sürü halinde dolaşırlarsa daha da kötüymüş. Turkiye AB'ye girerken kuduz sokak köpeklerini de mi yanında götürsün yani? Uluç, uygarlık dışı kalmamızın bütün faturasını sokak köpeklerine çıkarmış. Ahhh, bu itler bir temizlense AB kollarını açacak, buyrun yaldızlı davetiyeniz diyecek.


Yetkililere duyrulur: Ben de bütün bu haberlerde izlediğimiz gaspçılardan, hırkızlardan, cinayet işleyip de afla salınan tecavüzcülerden pek fena halde korkmaktayım. Hergün annem çok afedersiniz beynimi ütülüyor: "Nerdesin? Işıklı yerden yürü. Geç kalacaksan taksiye bin." Ben bu eziyeti her allahın günü çekmek zorunda mıyım? Asap masap kalmadı, annemle aram açılıyor. Hani ben Uluç ya da benzerleri kadar ünlü bir kalem değilsem de biri duyar da sesimi bunları itlaf eder diye umud etmekteyim. Hani kimde o yürek var?.. İçişleri ve Sağlık Bakanlarında mı? Belediye Başkanlarında mı? Adalet Bakanlığı'nda da olmadığı %100. Hele siyasilerde hiç yok, arasıra merhamete gelip saldıkları güruha gösterdikleri ihtimamı yaşama savaşı veren sokak hayvanlarına göstermiyorlar ne hikmetse.

Ha pardon...Onlar "insan". Öyle ya. Çok tatminsizsin Ezgi, ne demek itlaf falan ya? İnsan "itlaf" edilmez. Ha yol ortasında tecavüze uğrayabilir, 48 yerinden bıçaklanabilir, birileri vatandaşın sağ cebine koyduğunu sol eliyle ütebilir de... Bunlar hep uygar toplum gerekleridir.



Ama sokakta hayvan olmamalıdır.



Tatminsizliğe hiç luzum yok!

Uygarlık

Uluç tatminsiz birkaç kişi olarak başlamış yazısına...Bakmayaymışız show yapmak adına hayvan haklarını savunan tatminsiz ve histeri krizlerine giren insan güruhuna. Tatminsiz dendiğinde gazetelerin köşe başlarını tutmuş, spordan tut siyasete kadar ahkam kesen ve her konuda bilirkişi olarak ortaya fırlayan yazarların asla yer ver(e)medikleri eşeğe tecavüz eden mühendis, tecavüz edilerek Mamak çöplüğü'ne atılan köpekler, Sivas'ta içip içip barınakta yavru köpeklere tecavüz eden namussuzlar ve ne idüğü belirsiz yazılar yazıp 16-17 yaşındaki kızların pazarlandığı güzellik yarışmalarında juri üyeliği yapanlar geliyor benim aklıma.

Çağdışı, Uygarlık yoksunu barbar bir toplum mu olalım bu adi sokak itleri yüzünden yahu? Hindistan mı olalım? Ulan, Hindistan olabilsek keşke! Sokaklarında ineklerin dolaşması adamların yazılımda dünyanın 1 numara olmasını mı engelledi? Ha, yiğidi öldürmüş, hakkını vermiş Sn. Uluç, pislikleri dışında ineklerin zararı yokmuş. Halbuki köpek kuduz demekmiş... Korku demekmiş. Hele de sürü halinde dolaşırlarsa daha da kötüymüş. Turkiye AB'ye girerken kuduz sokak köpeklerini de mi yanında götürsün yani? Uluç, uygarlık dışı kalmamızın bütün faturasını sokak köpeklerine çıkarmış. Ahhh, bu itler bir temizlense AB kollarını açacak, buyrun yaldızlı davetiyeniz diyecek.


Yetkililere duyrulur: Ben de bütün bu haberlerde izlediğimiz gaspçılardan, hırkızlardan, cinayet işleyip de afla salınan tecavüzcülerden pek fena halde korkmaktayım. Hergün annem çok afedersiniz beynimi ütülüyor: "Nerdesin? Işıklı yerden yürü. Geç kalacaksan taksiye bin." Ben bu eziyeti her allahın günü çekmek zorunda mıyım? Asap masap kalmadı, annemle aram açılıyor. Hani ben Uluç ya da benzerleri kadar ünlü bir kalem değilsem de biri duyar da sesimi bunları itlaf eder diye umud etmekteyim. Hani kimde o yürek var?.. İçişleri ve Sağlık Bakanlarında mı? Belediye Başkanlarında mı? Adalet Bakanlığı'nda da olmadığı %100. Hele siyasilerde hiç yok, arasıra merhamete gelip saldıkları güruha gösterdikleri ihtimamı yaşama savaşı veren sokak hayvanlarına göstermiyorlar ne hikmetse.

Ha pardon...Onlar "insan". Öyle ya. Çok tatminsizsin Ezgi, ne demek itlaf falan ya? İnsan "itlaf" edilmez. Ha yol ortasında tecavüze uğrayabilir, 48 yerinden bıçaklanabilir, birileri vatandaşın sağ cebine koyduğunu sol eliyle ütebilir de... Bunlar hep uygar toplum gerekleridir.



Ama sokakta hayvan olmamalıdır.



Tatminsizliğe hiç luzum yok!

15 Temmuz 2006 Cumartesi

Bazen

Önceden yazılmış olmayan bir senaryoyu oynuyorum bazen. Başrol oyuncusu,zaman zaman ışığımı kesmek isteyenlere inat,benim. Yapmak zorunda olduklarımı hatırlatan çalar saate uyandığımda, ilk işim saçalarımı sıkıca toplamak oluyor. İç münakaşalarım sonucunda mantığımın sesini dinlemişsen eğer,yollara atıyorum kendimi sabah serinliğinde. Görmek istemediğim görüntüler, duymak istemediğim sesler. Ya da uzun zamandır görmek , konuşmak istediğim fakat ya aynı karşılığı alamadığım ya da görünce birden hevesimin kırıldığı suratlar. Çantamda müzikçalarım, tuşuna dokunduğumda çalan melodinin benim filmim için bestelenmiş bir soundtrack olduğunu hayal ediyorum,istediğim zaman geriye alabiliyorum çalan şarkıyı. Bir daha...Bir daha...

14 Temmuz 2006 Cuma

İstanbul'dan Madeleine Geçti

"Merhaba İstanbul" dedi Madeleine Peyroux konsere başlarken... Konseri çabuk bitireceği için dinleyicilerinden özür diledi, Amerika'ya uçması gerekiyormuş.Sepetçiler Kasrı'nda rüzgarlı bir havada, tam iskeleye yanaşmış arabalı vapurun gürültüsüne yük treninin tıngırtıları karıştı. Madeleine şarkısına başladı "Dance Me to the End of Love" Rüzgar yavaştan hızını arttırdı. Bu büyüleyici şarkının melodileri motor gürültüsüne karışıp dikkat dağıttı. Zaten konserin ilerleyen dakikalarında "What a strange City İstanbul is... A train in the ship! Because of that İstanbul is European! But we are familiar this situation. İstanbul makes me remember long journeys. We are always on road." ( İstanbul ne garip bir şehir... Geminin içinde tren! İşte tam da bu nedenle İstanbul Avrupalı. Ama biz yolculuklara alışığız. Hep yoldayız.) diyecek ve Lonesome Road şarkısına başlayacaktı...(http://www.madeleinepeyroux.com/index.php?id=audio.php)



Ben "Between The Bars" adlı şarkıyı bekledim, söyledi... Ama keşke bis yaptıktan sonra tekrar, onu gerçekten severek dinlemeye kalanlar için söyleseydi... Olsun Madeliene, sen "Drink up baby, drink up all night..." diye başlayıp şarkının bir yerinde iç çektiğinde ben gökyüzüne baktım şöyle bir... Bulutlu, yıldızsız, lacivert gökyüzüne...


Konser devam ederken üşüyen ve belki de sıkılan insanların yarısı konser alanını terketti. Konser o andan "Bye İstanbul, sorry for this quick concert, hope we will meet again" diyip de sahneden ayrılıncaya kadar çok daha keyifli devam etti. Bis yaptıktan sonra söylediği iki parça konserin benim için en keyifli 10 dakikasıydı.


Madeleine İstanbul'daydı dün gece... Sıkıştırılmış bir konserdi, çalalım da uçağa yetişelim havası vardı, vardı ama sahneden de sıcaklık yayılıyordu serin İstanbul gecesine...


Madeleine'nin tur programı bu linkte. Belki onu bir başka şehirde yakalarsınız? Ya da daha keyifli bir ortamda yeniden İstanbul'da dinleriz.


İstanbul'dan Madeleine Geçti

"Merhaba İstanbul" dedi Madeleine Peyroux konsere başlarken... Konseri çabuk bitireceği için dinleyicilerinden özür diledi, Amerika'ya uçması gerekiyormuş.Sepetçiler Kasrı'nda rüzgarlı bir havada, tam iskeleye yanaşmış arabalı vapurun gürültüsüne yük treninin tıngırtıları karıştı. Madeleine şarkısına başladı "Dance Me to the End of Love" Rüzgar yavaştan hızını arttırdı. Bu büyüleyici şarkının melodileri motor gürültüsüne karışıp dikkat dağıttı. Zaten konserin ilerleyen dakikalarında "What a strange City İstanbul is... A train in the ship! Because of that İstanbul is European! But we are familiar this situation. İstanbul makes me remember long journeys. We are always on road." ( İstanbul ne garip bir şehir... Geminin içinde tren! İşte tam da bu nedenle İstanbul Avrupalı. Ama biz yolculuklara alışığız. Hep yoldayız.) diyecek ve Lonesome Road şarkısına başlayacaktı...(http://www.madeleinepeyroux.com/index.php?id=audio.php)



Ben "Between The Bars" adlı şarkıyı bekledim, söyledi... Ama keşke bis yaptıktan sonra tekrar, onu gerçekten severek dinlemeye kalanlar için söyleseydi... Olsun Madeliene, sen "Drink up baby, drink up all night..." diye başlayıp şarkının bir yerinde iç çektiğinde ben gökyüzüne baktım şöyle bir... Bulutlu, yıldızsız, lacivert gökyüzüne...


Konser devam ederken üşüyen ve belki de sıkılan insanların yarısı konser alanını terketti. Konser o andan "Bye İstanbul, sorry for this quick concert, hope we will meet again" diyip de sahneden ayrılıncaya kadar çok daha keyifli devam etti. Bis yaptıktan sonra söylediği iki parça konserin benim için en keyifli 10 dakikasıydı.


Madeleine İstanbul'daydı dün gece... Sıkıştırılmış bir konserdi, çalalım da uçağa yetişelim havası vardı, vardı ama sahneden de sıcaklık yayılıyordu serin İstanbul gecesine...


Madeleine'nin tur programı bu linkte. Belki onu bir başka şehirde yakalarsınız? Ya da daha keyifli bir ortamda yeniden İstanbul'da dinleriz.


İstanbul'dan Madeleine Geçti

"Merhaba İstanbul" dedi Madeleine Peyroux konsere başlarken... Konseri çabuk bitireceği için dinleyicilerinden özür diledi, Amerika'ya uçması gerekiyormuş.Sepetçiler Kasrı'nda rüzgarlı bir havada, tam iskeleye yanaşmış arabalı vapurun gürültüsüne yük treninin tıngırtıları karıştı. Madeleine şarkısına başladı "Dance Me to the End of Love" Rüzgar yavaştan hızını arttırdı. Bu büyüleyici şarkının melodileri motor gürültüsüne karışıp dikkat dağıttı. Zaten konserin ilerleyen dakikalarında "What a strange City İstanbul is... A train in the ship! Because of that İstanbul is European! But we are familiar this situation. İstanbul makes me remember long journeys. We are always on road." ( İstanbul ne garip bir şehir... Geminin içinde tren! İşte tam da bu nedenle İstanbul Avrupalı. Ama biz yolculuklara alışığız. Hep yoldayız.) diyecek ve Lonesome Road şarkısına başlayacaktı...(http://www.madeleinepeyroux.com/index.php?id=audio.php)



Ben "Between The Bars" adlı şarkıyı bekledim, söyledi... Ama keşke bis yaptıktan sonra tekrar, onu gerçekten severek dinlemeye kalanlar için söyleseydi... Olsun Madeliene, sen "Drink up baby, drink up all night..." diye başlayıp şarkının bir yerinde iç çektiğinde ben gökyüzüne baktım şöyle bir... Bulutlu, yıldızsız, lacivert gökyüzüne...


Konser devam ederken üşüyen ve belki de sıkılan insanların yarısı konser alanını terketti. Konser o andan "Bye İstanbul, sorry for this quick concert, hope we will meet again" diyip de sahneden ayrılıncaya kadar çok daha keyifli devam etti. Bis yaptıktan sonra söylediği iki parça konserin benim için en keyifli 10 dakikasıydı.


Madeleine İstanbul'daydı dün gece... Sıkıştırılmış bir konserdi, çalalım da uçağa yetişelim havası vardı, vardı ama sahneden de sıcaklık yayılıyordu serin İstanbul gecesine...


Madeleine'nin tur programı bu linkte. Belki onu bir başka şehirde yakalarsınız? Ya da daha keyifli bir ortamda yeniden İstanbul'da dinleriz.


Memleketimden İnsan Manzaraları

Memleketimden İnsan Manzaraları/ Töre Cinayetleri



Ön Not:Güldünya'nın katledilmesinin hemen akabinde düşündüklerimi kaleme almıştım. Daha birkaç gün önce bir töre cinayeti daha işlendi. "Töreye aykırı hamile kalan" Meryem kardeşi tarafından vuruldu. http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=192173



Kitlelerce aptal bir tapınma güdüsüyle göklere çıkarılan bir türkücü, sahne aldığı bir gecede havaya silah atılması sonucu:''Kadının olduğu yerde silah atılır mı, sizin kadından ne farkınız var o zaman pzvnklr?'' diyerek kadını aşağılayıp, güya hesap sorduğu ülkemde, önce Güldünya töre cinayetine kurban verildi, sonrasında aynı ay içerisinde Aysel. İronik isimli Güldünya'ya kıydılar töre uğruna, bir akrabasının tecavüzüne uğradıktan sonra rahmine düşen bebeği hem milyonluk bir şehrin psikopatlarından, hem de kendi aile bireylerinden sakınmaya çalışırken...Aysel ise, eski sevgilisi, yeni kocası Cumali'yi, askerdeyken boynuzladığından!kahpe damgası yedi, aile meclisince verilen bu büyük-kutsal leke temizleme görevi de amcaoğluna verildi.


Kendi karısını-kızını her zaman sakınılması gereken birer eşya olarak gören,her daim töreleri sürdürmeye ölümüne-kanının son damlasına kadar yemin etmiş olan, ama iş kendi uçkurunun keyfine gelince elalemin! karısına saldıran muhafazakar beyin, sistemin, popüler kültür ve teknolojinin bütün olanaklarını seferber edip, karmakarışık tatta bir çorba olarak gırtlağına akıttığı tek tip yarı çıplak kadınları( ya da ne desek, içinde insan olmayan kıyafetleri taşıyan plastik harikası askılar mı) kayıtsız şartsız bir hoşgörüyle sofrasına, hatta geceleri fantezilerine buyur etmiş. İş kendi malına gelince camdan baktı diye 14 yerinden bıçaklamış, es kaza iyileşiverirse, kilitleyip kapıyı arkasından, canını çıkarasıya erkek döl versin diye didinip durmuş.Ta ki malın son kullanma tarihi geçene dek. Kadının bedenini istediğine sunma hakkına ''Vermek'' terimini yakıştırmış, eğer vermezse tecavüz etmiş. At,avrat,silah diye böğüre böğüre boşaltmış kanlarını damarlarından gencecik kızların, gebe kadınların. 14 yaşındaki kızların kanlı çarşaflarını asmış pencerelere. Namus simgesi kırmızı kuşak bağlanıp ak gelinliğe, zırtapoz akrabalar bekçi dikilmiş uçkurunun sağlam olmadığı düşünülen taze gelinin başına. Töre bu, kanun bu diye...


Ve o beyinler ki, gene bir kadının ellerinde şekillenmiş olmaları ne büyük handikaptır ülkemde. Öğle kuşağında yayınlanan ''Kadının Bilmemnesi''programlarında teyzeciklerim,''Karımı dövdüm,fekat bir sorun,niye dövdüm?'' diyen er kişiyi avuçlarını patlatırcasına alkışlamakta, kocasını aldatan kadını ise yuhalamaktadır.Ve hala toplumdaki talihsiz yozlaşmanın panzehiri olarak bu örümcek bağlamış, kokuşmuş töreler gösterilmektedir.


Herşeye Rağmen


Bir tartismadir gidiyordu hatırlarsınız... İşte bu yazı o günlerde kaleme alındı. Geç oldu, ama güç olmadı, şimdi ekliyorum siteye.;)



Kopek giren eve melek girer mi, azrail kac km oteden can almaya gelir, ote yandan eskinin medyatik ilahiyatcisi, simdinin oy avcisi parti baskaninin insanlarin yasadigi butun kotuluklere bir kisim aklı evvel hayvanseverin sebep oldugu yonundeki beyanatlari...




Sasirmiyorum artik.




Gulup geciyor, yoluma devam ediyorum. Karsimda gorduklerim beni daha cok ilgilendiriyor. Onlarsa istisnalarin disinda pek ic acici degil dogrusu...




Dun aksam okulumdan cikarken cok sevdigim bir ogretim gorevlisinin elindeki pogacayi ac ve usumus bir kedi ile paylastigini gordum. Ayni gece Turkiye'nin guzide universitelerinin birinde isinmak icin arsive siginmis kedi yavrularinin posetlenip cope atildigini ogrendim...




Hani o KDV bile alinmayan ithal mamalari birakin kursagina tek lokma cer-cop girmemis hayvanlarin maddi yetersizliklere ragmen tedavi ettirildigini...




Guya evde bakilan kedi yavrusunun bir aile kavgasi sonucu sokakta kalisini duydum.



Bunlara ragmen Zeyrekli Ahmet Amca geliyor aklima ansizin...Kedi sevgilisiyle bir sonbahar gunu ansizin karsima cikiveren ve oykusunu dinledigim...




Uzaklarda bir yerde maddi yetersizliklere ragmen sevgi dolu bir evde bakilan felc, sakat ve yasama tutunan kediler...



Gokdelenlerin golgesindeki derme-catma kulubesinde bir suru kedi-3 kopek-13 yasinda bir horoz ve kesmeye kiyamadigi tavuklariyla yasayan guzel yurekli insan...



Ve diyorum ki meşhur sarkiya atifta bulunarak...Madem melek ugramiyor yanimiza, biz butun bu ahaliyle cehennemde yorgan ile yatariz.


Cehennem ile, ocu ile ancak beyni boslar korkutulur. Birakiniz onlar cennete gitsinler.



Biz devam edelim.

Memleketimden İnsan Manzaraları

Memleketimden İnsan Manzaraları/ Töre Cinayetleri



Ön Not:Güldünya'nın katledilmesinin hemen akabinde düşündüklerimi kaleme almıştım. Daha birkaç gün önce bir töre cinayeti daha işlendi. "Töreye aykırı hamile kalan" Meryem kardeşi tarafından vuruldu. http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=192173



Kitlelerce aptal bir tapınma güdüsüyle göklere çıkarılan bir türkücü, sahne aldığı bir gecede havaya silah atılması sonucu:''Kadının olduğu yerde silah atılır mı, sizin kadından ne farkınız var o zaman pzvnklr?'' diyerek kadını aşağılayıp, güya hesap sorduğu ülkemde, önce Güldünya töre cinayetine kurban verildi, sonrasında aynı ay içerisinde Aysel. İronik isimli Güldünya'ya kıydılar töre uğruna, bir akrabasının tecavüzüne uğradıktan sonra rahmine düşen bebeği hem milyonluk bir şehrin psikopatlarından, hem de kendi aile bireylerinden sakınmaya çalışırken...Aysel ise, eski sevgilisi, yeni kocası Cumali'yi, askerdeyken boynuzladığından!kahpe damgası yedi, aile meclisince verilen bu büyük-kutsal leke temizleme görevi de amcaoğluna verildi.


Kendi karısını-kızını her zaman sakınılması gereken birer eşya olarak gören,her daim töreleri sürdürmeye ölümüne-kanının son damlasına kadar yemin etmiş olan, ama iş kendi uçkurunun keyfine gelince elalemin! karısına saldıran muhafazakar beyin, sistemin, popüler kültür ve teknolojinin bütün olanaklarını seferber edip, karmakarışık tatta bir çorba olarak gırtlağına akıttığı tek tip yarı çıplak kadınları( ya da ne desek, içinde insan olmayan kıyafetleri taşıyan plastik harikası askılar mı) kayıtsız şartsız bir hoşgörüyle sofrasına, hatta geceleri fantezilerine buyur etmiş. İş kendi malına gelince camdan baktı diye 14 yerinden bıçaklamış, es kaza iyileşiverirse, kilitleyip kapıyı arkasından, canını çıkarasıya erkek döl versin diye didinip durmuş.Ta ki malın son kullanma tarihi geçene dek. Kadının bedenini istediğine sunma hakkına ''Vermek'' terimini yakıştırmış, eğer vermezse tecavüz etmiş. At,avrat,silah diye böğüre böğüre boşaltmış kanlarını damarlarından gencecik kızların, gebe kadınların. 14 yaşındaki kızların kanlı çarşaflarını asmış pencerelere. Namus simgesi kırmızı kuşak bağlanıp ak gelinliğe, zırtapoz akrabalar bekçi dikilmiş uçkurunun sağlam olmadığı düşünülen taze gelinin başına. Töre bu, kanun bu diye...


Ve o beyinler ki, gene bir kadının ellerinde şekillenmiş olmaları ne büyük handikaptır ülkemde. Öğle kuşağında yayınlanan ''Kadının Bilmemnesi''programlarında teyzeciklerim,''Karımı dövdüm,fekat bir sorun,niye dövdüm?'' diyen er kişiyi avuçlarını patlatırcasına alkışlamakta, kocasını aldatan kadını ise yuhalamaktadır.Ve hala toplumdaki talihsiz yozlaşmanın panzehiri olarak bu örümcek bağlamış, kokuşmuş töreler gösterilmektedir.


Herşeye Rağmen


Bir tartismadir gidiyordu hatırlarsınız... İşte bu yazı o günlerde kaleme alındı. Geç oldu, ama güç olmadı, şimdi ekliyorum siteye.;)



Kopek giren eve melek girer mi, azrail kac km oteden can almaya gelir, ote yandan eskinin medyatik ilahiyatcisi, simdinin oy avcisi parti baskaninin insanlarin yasadigi butun kotuluklere bir kisim aklı evvel hayvanseverin sebep oldugu yonundeki beyanatlari...




Sasirmiyorum artik.




Gulup geciyor, yoluma devam ediyorum. Karsimda gorduklerim beni daha cok ilgilendiriyor. Onlarsa istisnalarin disinda pek ic acici degil dogrusu...




Dun aksam okulumdan cikarken cok sevdigim bir ogretim gorevlisinin elindeki pogacayi ac ve usumus bir kedi ile paylastigini gordum. Ayni gece Turkiye'nin guzide universitelerinin birinde isinmak icin arsive siginmis kedi yavrularinin posetlenip cope atildigini ogrendim...




Hani o KDV bile alinmayan ithal mamalari birakin kursagina tek lokma cer-cop girmemis hayvanlarin maddi yetersizliklere ragmen tedavi ettirildigini...




Guya evde bakilan kedi yavrusunun bir aile kavgasi sonucu sokakta kalisini duydum.



Bunlara ragmen Zeyrekli Ahmet Amca geliyor aklima ansizin...Kedi sevgilisiyle bir sonbahar gunu ansizin karsima cikiveren ve oykusunu dinledigim...




Uzaklarda bir yerde maddi yetersizliklere ragmen sevgi dolu bir evde bakilan felc, sakat ve yasama tutunan kediler...



Gokdelenlerin golgesindeki derme-catma kulubesinde bir suru kedi-3 kopek-13 yasinda bir horoz ve kesmeye kiyamadigi tavuklariyla yasayan guzel yurekli insan...



Ve diyorum ki meşhur sarkiya atifta bulunarak...Madem melek ugramiyor yanimiza, biz butun bu ahaliyle cehennemde yorgan ile yatariz.


Cehennem ile, ocu ile ancak beyni boslar korkutulur. Birakiniz onlar cennete gitsinler.



Biz devam edelim.

Memleketimden İnsan Manzaraları

Memleketimden İnsan Manzaraları/ Töre Cinayetleri



Ön Not:Güldünya'nın katledilmesinin hemen akabinde düşündüklerimi kaleme almıştım. Daha birkaç gün önce bir töre cinayeti daha işlendi. "Töreye aykırı hamile kalan" Meryem kardeşi tarafından vuruldu. http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=192173



Kitlelerce aptal bir tapınma güdüsüyle göklere çıkarılan bir türkücü, sahne aldığı bir gecede havaya silah atılması sonucu:''Kadının olduğu yerde silah atılır mı, sizin kadından ne farkınız var o zaman pzvnklr?'' diyerek kadını aşağılayıp, güya hesap sorduğu ülkemde, önce Güldünya töre cinayetine kurban verildi, sonrasında aynı ay içerisinde Aysel. İronik isimli Güldünya'ya kıydılar töre uğruna, bir akrabasının tecavüzüne uğradıktan sonra rahmine düşen bebeği hem milyonluk bir şehrin psikopatlarından, hem de kendi aile bireylerinden sakınmaya çalışırken...Aysel ise, eski sevgilisi, yeni kocası Cumali'yi, askerdeyken boynuzladığından!kahpe damgası yedi, aile meclisince verilen bu büyük-kutsal leke temizleme görevi de amcaoğluna verildi.


Kendi karısını-kızını her zaman sakınılması gereken birer eşya olarak gören,her daim töreleri sürdürmeye ölümüne-kanının son damlasına kadar yemin etmiş olan, ama iş kendi uçkurunun keyfine gelince elalemin! karısına saldıran muhafazakar beyin, sistemin, popüler kültür ve teknolojinin bütün olanaklarını seferber edip, karmakarışık tatta bir çorba olarak gırtlağına akıttığı tek tip yarı çıplak kadınları( ya da ne desek, içinde insan olmayan kıyafetleri taşıyan plastik harikası askılar mı) kayıtsız şartsız bir hoşgörüyle sofrasına, hatta geceleri fantezilerine buyur etmiş. İş kendi malına gelince camdan baktı diye 14 yerinden bıçaklamış, es kaza iyileşiverirse, kilitleyip kapıyı arkasından, canını çıkarasıya erkek döl versin diye didinip durmuş.Ta ki malın son kullanma tarihi geçene dek. Kadının bedenini istediğine sunma hakkına ''Vermek'' terimini yakıştırmış, eğer vermezse tecavüz etmiş. At,avrat,silah diye böğüre böğüre boşaltmış kanlarını damarlarından gencecik kızların, gebe kadınların. 14 yaşındaki kızların kanlı çarşaflarını asmış pencerelere. Namus simgesi kırmızı kuşak bağlanıp ak gelinliğe, zırtapoz akrabalar bekçi dikilmiş uçkurunun sağlam olmadığı düşünülen taze gelinin başına. Töre bu, kanun bu diye...


Ve o beyinler ki, gene bir kadının ellerinde şekillenmiş olmaları ne büyük handikaptır ülkemde. Öğle kuşağında yayınlanan ''Kadının Bilmemnesi''programlarında teyzeciklerim,''Karımı dövdüm,fekat bir sorun,niye dövdüm?'' diyen er kişiyi avuçlarını patlatırcasına alkışlamakta, kocasını aldatan kadını ise yuhalamaktadır.Ve hala toplumdaki talihsiz yozlaşmanın panzehiri olarak bu örümcek bağlamış, kokuşmuş töreler gösterilmektedir.


Herşeye Rağmen


Bir tartismadir gidiyordu hatırlarsınız... İşte bu yazı o günlerde kaleme alındı. Geç oldu, ama güç olmadı, şimdi ekliyorum siteye.;)



Kopek giren eve melek girer mi, azrail kac km oteden can almaya gelir, ote yandan eskinin medyatik ilahiyatcisi, simdinin oy avcisi parti baskaninin insanlarin yasadigi butun kotuluklere bir kisim aklı evvel hayvanseverin sebep oldugu yonundeki beyanatlari...




Sasirmiyorum artik.




Gulup geciyor, yoluma devam ediyorum. Karsimda gorduklerim beni daha cok ilgilendiriyor. Onlarsa istisnalarin disinda pek ic acici degil dogrusu...




Dun aksam okulumdan cikarken cok sevdigim bir ogretim gorevlisinin elindeki pogacayi ac ve usumus bir kedi ile paylastigini gordum. Ayni gece Turkiye'nin guzide universitelerinin birinde isinmak icin arsive siginmis kedi yavrularinin posetlenip cope atildigini ogrendim...




Hani o KDV bile alinmayan ithal mamalari birakin kursagina tek lokma cer-cop girmemis hayvanlarin maddi yetersizliklere ragmen tedavi ettirildigini...




Guya evde bakilan kedi yavrusunun bir aile kavgasi sonucu sokakta kalisini duydum.



Bunlara ragmen Zeyrekli Ahmet Amca geliyor aklima ansizin...Kedi sevgilisiyle bir sonbahar gunu ansizin karsima cikiveren ve oykusunu dinledigim...




Uzaklarda bir yerde maddi yetersizliklere ragmen sevgi dolu bir evde bakilan felc, sakat ve yasama tutunan kediler...



Gokdelenlerin golgesindeki derme-catma kulubesinde bir suru kedi-3 kopek-13 yasinda bir horoz ve kesmeye kiyamadigi tavuklariyla yasayan guzel yurekli insan...



Ve diyorum ki meşhur sarkiya atifta bulunarak...Madem melek ugramiyor yanimiza, biz butun bu ahaliyle cehennemde yorgan ile yatariz.


Cehennem ile, ocu ile ancak beyni boslar korkutulur. Birakiniz onlar cennete gitsinler.



Biz devam edelim.

İstanbul Arkeoloji Müzesi

Arkeoloji Müzesi'ne Topkapı Sarayı'nın içinden yürüyerek ulaşabilirsiniz. Aya İrini Kilisesi'ni geçtikten sonra sol tarafta aşağıya inen yolu takip ederseniz Arkeoloji Müzesi Binası'nı göreceksiniz.





İstanbul Arkeoloji Müzesi'ne giriş ücreti 2 YTL, ancak yazık ki dünyanın sayılı müzelerinden biri olduğu halde
pekçok kişi tarafından bilinmiyor ya da es geçiliyor. Oysa Anadolu Uygarlıkları'na ait buluntuların kronolojik sırayla sergilendiği müzede İskender Lahti, Ağlayan Kadınlar Lahti, İskender Büstü gibi tarihi eserler yer alıyor. Ne ilginçtir ki tarihi eserlere dokunmanın yasak, ama uyarıyı yapan görevlinin bağıra bağıra cep telefonuyla konuşmasının serbest olduğu müzenin sahipsizliği biraz da biz İstanbullular'ın kayıtsızlığından kaynaklanıyor.

Müze ile ilgili detaylı bilgiyi aşağıdaki linke tıklayarak edinebilirsiniz. Fotoğraflama olanağı bulduğum eserlerin ait oldukları çağları ise müzeyi ziyaret ederek öğrenebilirsiniz.

http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0stanbul_Arkeoloji_M%C3%BCzesi


Daha fazla fotoğraf için burayı tıklayabilirsiniz.:)

İstanbul Arkeoloji Müzesi

Arkeoloji Müzesi'ne Topkapı Sarayı'nın içinden yürüyerek ulaşabilirsiniz. Aya İrini Kilisesi'ni geçtikten sonra sol tarafta aşağıya inen yolu takip ederseniz Arkeoloji Müzesi Binası'nı göreceksiniz.





İstanbul Arkeoloji Müzesi'ne giriş ücreti 2 YTL, ancak yazık ki dünyanın sayılı müzelerinden biri olduğu halde
pekçok kişi tarafından bilinmiyor ya da es geçiliyor. Oysa Anadolu Uygarlıkları'na ait buluntuların kronolojik sırayla sergilendiği müzede İskender Lahti, Ağlayan Kadınlar Lahti, İskender Büstü gibi tarihi eserler yer alıyor. Ne ilginçtir ki tarihi eserlere dokunmanın yasak, ama uyarıyı yapan görevlinin bağıra bağıra cep telefonuyla konuşmasının serbest olduğu müzenin sahipsizliği biraz da biz İstanbullular'ın kayıtsızlığından kaynaklanıyor.

Müze ile ilgili detaylı bilgiyi aşağıdaki linke tıklayarak edinebilirsiniz. Fotoğraflama olanağı bulduğum eserlerin ait oldukları çağları ise müzeyi ziyaret ederek öğrenebilirsiniz.

http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0stanbul_Arkeoloji_M%C3%BCzesi


Daha fazla fotoğraf için burayı tıklayabilirsiniz.:)

İstanbul Arkeoloji Müzesi

Arkeoloji Müzesi'ne Topkapı Sarayı'nın içinden yürüyerek ulaşabilirsiniz. Aya İrini Kilisesi'ni geçtikten sonra sol tarafta aşağıya inen yolu takip ederseniz Arkeoloji Müzesi Binası'nı göreceksiniz.





İstanbul Arkeoloji Müzesi'ne giriş ücreti 2 YTL, ancak yazık ki dünyanın sayılı müzelerinden biri olduğu halde
pekçok kişi tarafından bilinmiyor ya da es geçiliyor. Oysa Anadolu Uygarlıkları'na ait buluntuların kronolojik sırayla sergilendiği müzede İskender Lahti, Ağlayan Kadınlar Lahti, İskender Büstü gibi tarihi eserler yer alıyor. Ne ilginçtir ki tarihi eserlere dokunmanın yasak, ama uyarıyı yapan görevlinin bağıra bağıra cep telefonuyla konuşmasının serbest olduğu müzenin sahipsizliği biraz da biz İstanbullular'ın kayıtsızlığından kaynaklanıyor.

Müze ile ilgili detaylı bilgiyi aşağıdaki linke tıklayarak edinebilirsiniz. Fotoğraflama olanağı bulduğum eserlerin ait oldukları çağları ise müzeyi ziyaret ederek öğrenebilirsiniz.

http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0stanbul_Arkeoloji_M%C3%BCzesi


Daha fazla fotoğraf için burayı tıklayabilirsiniz.:)

Sokak Çocukları İçin Ne Yaptın?



Yedikule Hayvan Barınağı Gönüllüsü Sevgili Tolga Öztorun'dan saklanıp arşivlenecek güzel bir röportaj.


Sokak hayvanlarına yardımcı olan, onların sağlıkları ve bakımlarıyla ilgilenen çoğu kişinin karşısına çıkan en can sıkıcı durumdur: "Sokak çocukları dururken" ile başlayan cümleler... Demogojik, histerik, yapay tartışmalar...Soran kişinin ne yaptığı meçhul olmakla birlikte gene en güzel cevabı sokakta yaşayan çocuklar verir bazen. Benim Bostancı Parkı'nda yakaladığım fotoğraf karesinde olduğu gibi... Bütün bu sidik yarıştırmaların uzağında sokak hayvanı ve insanı aynı bankı-çimeni paylaşır. İkisinin de ortak yanı insanların steril yaşamlarına değdirmeme, gözden ırak tutma istekleridir. Çocuğa "tinerci" damgası basılır, hayvana çöplük yolu gözükür ölü veya diri.İşte bu nedenle bu röportajı okuyun tekrar tekrar. Sn. Yusuf Ahmet Kulca, yüreğinize ve emeğinize sağlık...Sevgili Tolga Öztorun, sizin de kaleminize ve yüreğinize sağlık...Dediğiniz gibi fotoğrafı sanki özellikle röportajınız için çekmişim. O çocuklar hala köpeklerimizle Bostancı Parkı'nda...Hala bazı ablaları-teyzeleri taze fasülyeyle börek götürüyor onlara yesinler diye...


Peki ya gelecek?Umut Çocukları Derneği'nin sitesi:www.umutcocuklari.org.tr

Sokak Çocukları İçin Ne Yaptın?



Yedikule Hayvan Barınağı Gönüllüsü Sevgili Tolga Öztorun'dan saklanıp arşivlenecek güzel bir röportaj.


Sokak hayvanlarına yardımcı olan, onların sağlıkları ve bakımlarıyla ilgilenen çoğu kişinin karşısına çıkan en can sıkıcı durumdur: "Sokak çocukları dururken" ile başlayan cümleler... Demogojik, histerik, yapay tartışmalar...Soran kişinin ne yaptığı meçhul olmakla birlikte gene en güzel cevabı sokakta yaşayan çocuklar verir bazen. Benim Bostancı Parkı'nda yakaladığım fotoğraf karesinde olduğu gibi... Bütün bu sidik yarıştırmaların uzağında sokak hayvanı ve insanı aynı bankı-çimeni paylaşır. İkisinin de ortak yanı insanların steril yaşamlarına değdirmeme, gözden ırak tutma istekleridir. Çocuğa "tinerci" damgası basılır, hayvana çöplük yolu gözükür ölü veya diri.İşte bu nedenle bu röportajı okuyun tekrar tekrar. Sn. Yusuf Ahmet Kulca, yüreğinize ve emeğinize sağlık...Sevgili Tolga Öztorun, sizin de kaleminize ve yüreğinize sağlık...Dediğiniz gibi fotoğrafı sanki özellikle röportajınız için çekmişim. O çocuklar hala köpeklerimizle Bostancı Parkı'nda...Hala bazı ablaları-teyzeleri taze fasülyeyle börek götürüyor onlara yesinler diye...


Peki ya gelecek?Umut Çocukları Derneği'nin sitesi:www.umutcocuklari.org.tr

Sokak Çocukları İçin Ne Yaptın?



Yedikule Hayvan Barınağı Gönüllüsü Sevgili Tolga Öztorun'dan saklanıp arşivlenecek güzel bir röportaj.


Sokak hayvanlarına yardımcı olan, onların sağlıkları ve bakımlarıyla ilgilenen çoğu kişinin karşısına çıkan en can sıkıcı durumdur: "Sokak çocukları dururken" ile başlayan cümleler... Demogojik, histerik, yapay tartışmalar...Soran kişinin ne yaptığı meçhul olmakla birlikte gene en güzel cevabı sokakta yaşayan çocuklar verir bazen. Benim Bostancı Parkı'nda yakaladığım fotoğraf karesinde olduğu gibi... Bütün bu sidik yarıştırmaların uzağında sokak hayvanı ve insanı aynı bankı-çimeni paylaşır. İkisinin de ortak yanı insanların steril yaşamlarına değdirmeme, gözden ırak tutma istekleridir. Çocuğa "tinerci" damgası basılır, hayvana çöplük yolu gözükür ölü veya diri.İşte bu nedenle bu röportajı okuyun tekrar tekrar. Sn. Yusuf Ahmet Kulca, yüreğinize ve emeğinize sağlık...Sevgili Tolga Öztorun, sizin de kaleminize ve yüreğinize sağlık...Dediğiniz gibi fotoğrafı sanki özellikle röportajınız için çekmişim. O çocuklar hala köpeklerimizle Bostancı Parkı'nda...Hala bazı ablaları-teyzeleri taze fasülyeyle börek götürüyor onlara yesinler diye...


Peki ya gelecek?Umut Çocukları Derneği'nin sitesi:www.umutcocuklari.org.tr

Fotoğrafsız Anılar


Yıllar sonra kıyıda köşede kalmış bir fotoğraf ne düşündürür size? Eski bir kağıt parçasının üzerinde ışık yardımıyla hapsedilmiş bir görüntü ne kadar uzağa götürebilir sizi? Fotoğraf, icadından bu yana geçen sürede kimbilir kaç yaşama tanıklık etti, kimbilir kimler tarafından neleri görmek amacıyla sabırsızlıkla beklendi. Ya sevdiğinizden geriye kalanlar sadece anılarsa? Tırnakların törpülemek için kullandığı koltuğunuzun yüzü değişmiş ya da bir dişlenmiş topsa geride kalan?Yıllar sonra belki bir iç hesaplaşma olacak bu yazı bittiğinde, hiç akıldan çıkmayan, çıkamayacak bir beyaz hanımefendiye ithaf edilen.


Yıllar önce yaşanmış, sonu hüzünle biten bir fabl belki de.Sondan başlayacak öyküm dostlar. 8 sene sonra, hayatımdaki ender pişmanlıklardan birinin Benekli'nin tek bir fotoğrafını bile çekmemiş olmam ne acı. Sanırım 13 yaşımın getirdiği erkencilik duygusuyla ertelemişim o güzel anları ölümsüzleştirmeyi. Nasıl olsa çekerim sonra diyerek. Bunun kafama ilk dank ettiği an ise 8 yıl öncesine, 26 Nisan 1996 yılına denk gelir. Benekli'nin balkondan düşüp, gözbebeklerinin kucağımda donduğu zamana... Kızım, neden kızım diyorum ki, bulduğum da ben de çocuktum daha. Arkadaşım desem daha doğru.



Bir apartmanın bahçesinde, bir ağacın altında bulduğum Benoş'u. Etrafına toplanmış birkaç çocukla oyunlar oynayan, kafası ve kuyruğu sarı benekli, vücudu ise karbeyaz-tamam, kabul, biraz kirli beyaz- ve bal rengi gözlü bir afet-i devran. Şeytan dürttü görür görmez, rakiplerime 'Bu kediyi ben eve götürmek istiyorum' der demez kaptığım gibi Ulu Manitu'nun-babamın yani-yanında aldım soluğu. Kapıyı açtı, gülümsedi ve...Bingo! Evin yeni üyesi. Unuttuğumuz bir nokta vardı ki, o da Ulu Ulu Manitu-annem-.:))Yok, sandığınız gibi Benekli'yi istememe olayı değil, kedi annemin kucağına, daha ilk günden sanki yıllardır bizimleymişçesine gitti annemin kucağına uzandı.İnci Sultan sormadı bile 'Ayol bu kedi nereden çıktı?' diye. Sonrası yarı acı yarı tatlı bir öykü. Modern bakım yöntemlerinden haberdar olunmadığı için yapılan onlarca hata... Beslenmeden tutun da, bakıma kadar. Kötü niyetli olunmayan ama şu anda hatırlandığında acı veren bilinçsizlikler. Bunun karşılığında dünyalar güzeli bir kızın 3 kişilik bir aileye kattığı mutluluk. Sevinç. Ve gözyaşı. Hayatımızdaki boşluk, taşındığımız evimizi yakınlarındaki cesedini gömdüğümüz park bile sanki ondan iz kalmasın diye betonlanıp otopark oldu.Hayatım boyunca soyut varlıklara inanmakta zorlandım ama Benekli konusunda değil! Kendini çalar saat sanıp, 6'ya programlayan uyandırma servisim... Garantili hem de, bir, iki derken uyanmazsan geçiriverirdi dişlerini acımadan. Ailenin bir başka üyesi, Kırmızı Vosvos'tan hiç hazetmez, hoşnutsuzluğunu kusarak gösterirdi. Uyumak için seçtiği mekanlar Benoş'un biraz egzantrik bir hatun olduğunu gösterirdi. Babamla sabaha kadar süren konuşma-tartışma ve satranç partilerine eşlik ederdi. Kesin o heyecanlı maçlarda babamı tutardı, çünkü ne zaman arkamı dönsem ya Benekli pati atıp taşlarımı dağıtır ya da babam taşların yerini değiştiriverirdi kaşla göz arasında.


Daha anlatacak çok şey var ama başka bir öyküye kalsın çünkü zırıl zırıl ağlarken klavyeyi ve monitörü görmek zor oluyor. Bu yazıya eklenecek bir fotoğrafım olmasını ne kadar isterdim bilemezsiniz. Yıllar sonra belki düşünceyi fotoğraf kağıdına basabilen bir teknoloji geliştirilir ve...O zaman hala yaşıyor olursam, Alternatif-İstanbul’a ekleyiveririm.

Fotoğrafsız Anılar


Yıllar sonra kıyıda köşede kalmış bir fotoğraf ne düşündürür size? Eski bir kağıt parçasının üzerinde ışık yardımıyla hapsedilmiş bir görüntü ne kadar uzağa götürebilir sizi? Fotoğraf, icadından bu yana geçen sürede kimbilir kaç yaşama tanıklık etti, kimbilir kimler tarafından neleri görmek amacıyla sabırsızlıkla beklendi. Ya sevdiğinizden geriye kalanlar sadece anılarsa? Tırnakların törpülemek için kullandığı koltuğunuzun yüzü değişmiş ya da bir dişlenmiş topsa geride kalan?Yıllar sonra belki bir iç hesaplaşma olacak bu yazı bittiğinde, hiç akıldan çıkmayan, çıkamayacak bir beyaz hanımefendiye ithaf edilen.


Yıllar önce yaşanmış, sonu hüzünle biten bir fabl belki de.Sondan başlayacak öyküm dostlar. 8 sene sonra, hayatımdaki ender pişmanlıklardan birinin Benekli'nin tek bir fotoğrafını bile çekmemiş olmam ne acı. Sanırım 13 yaşımın getirdiği erkencilik duygusuyla ertelemişim o güzel anları ölümsüzleştirmeyi. Nasıl olsa çekerim sonra diyerek. Bunun kafama ilk dank ettiği an ise 8 yıl öncesine, 26 Nisan 1996 yılına denk gelir. Benekli'nin balkondan düşüp, gözbebeklerinin kucağımda donduğu zamana... Kızım, neden kızım diyorum ki, bulduğum da ben de çocuktum daha. Arkadaşım desem daha doğru.



Bir apartmanın bahçesinde, bir ağacın altında bulduğum Benoş'u. Etrafına toplanmış birkaç çocukla oyunlar oynayan, kafası ve kuyruğu sarı benekli, vücudu ise karbeyaz-tamam, kabul, biraz kirli beyaz- ve bal rengi gözlü bir afet-i devran. Şeytan dürttü görür görmez, rakiplerime 'Bu kediyi ben eve götürmek istiyorum' der demez kaptığım gibi Ulu Manitu'nun-babamın yani-yanında aldım soluğu. Kapıyı açtı, gülümsedi ve...Bingo! Evin yeni üyesi. Unuttuğumuz bir nokta vardı ki, o da Ulu Ulu Manitu-annem-.:))Yok, sandığınız gibi Benekli'yi istememe olayı değil, kedi annemin kucağına, daha ilk günden sanki yıllardır bizimleymişçesine gitti annemin kucağına uzandı.İnci Sultan sormadı bile 'Ayol bu kedi nereden çıktı?' diye. Sonrası yarı acı yarı tatlı bir öykü. Modern bakım yöntemlerinden haberdar olunmadığı için yapılan onlarca hata... Beslenmeden tutun da, bakıma kadar. Kötü niyetli olunmayan ama şu anda hatırlandığında acı veren bilinçsizlikler. Bunun karşılığında dünyalar güzeli bir kızın 3 kişilik bir aileye kattığı mutluluk. Sevinç. Ve gözyaşı. Hayatımızdaki boşluk, taşındığımız evimizi yakınlarındaki cesedini gömdüğümüz park bile sanki ondan iz kalmasın diye betonlanıp otopark oldu.Hayatım boyunca soyut varlıklara inanmakta zorlandım ama Benekli konusunda değil! Kendini çalar saat sanıp, 6'ya programlayan uyandırma servisim... Garantili hem de, bir, iki derken uyanmazsan geçiriverirdi dişlerini acımadan. Ailenin bir başka üyesi, Kırmızı Vosvos'tan hiç hazetmez, hoşnutsuzluğunu kusarak gösterirdi. Uyumak için seçtiği mekanlar Benoş'un biraz egzantrik bir hatun olduğunu gösterirdi. Babamla sabaha kadar süren konuşma-tartışma ve satranç partilerine eşlik ederdi. Kesin o heyecanlı maçlarda babamı tutardı, çünkü ne zaman arkamı dönsem ya Benekli pati atıp taşlarımı dağıtır ya da babam taşların yerini değiştiriverirdi kaşla göz arasında.


Daha anlatacak çok şey var ama başka bir öyküye kalsın çünkü zırıl zırıl ağlarken klavyeyi ve monitörü görmek zor oluyor. Bu yazıya eklenecek bir fotoğrafım olmasını ne kadar isterdim bilemezsiniz. Yıllar sonra belki düşünceyi fotoğraf kağıdına basabilen bir teknoloji geliştirilir ve...O zaman hala yaşıyor olursam, Alternatif-İstanbul’a ekleyiveririm.

Fotoğrafsız Anılar


Yıllar sonra kıyıda köşede kalmış bir fotoğraf ne düşündürür size? Eski bir kağıt parçasının üzerinde ışık yardımıyla hapsedilmiş bir görüntü ne kadar uzağa götürebilir sizi? Fotoğraf, icadından bu yana geçen sürede kimbilir kaç yaşama tanıklık etti, kimbilir kimler tarafından neleri görmek amacıyla sabırsızlıkla beklendi. Ya sevdiğinizden geriye kalanlar sadece anılarsa? Tırnakların törpülemek için kullandığı koltuğunuzun yüzü değişmiş ya da bir dişlenmiş topsa geride kalan?Yıllar sonra belki bir iç hesaplaşma olacak bu yazı bittiğinde, hiç akıldan çıkmayan, çıkamayacak bir beyaz hanımefendiye ithaf edilen.


Yıllar önce yaşanmış, sonu hüzünle biten bir fabl belki de.Sondan başlayacak öyküm dostlar. 8 sene sonra, hayatımdaki ender pişmanlıklardan birinin Benekli'nin tek bir fotoğrafını bile çekmemiş olmam ne acı. Sanırım 13 yaşımın getirdiği erkencilik duygusuyla ertelemişim o güzel anları ölümsüzleştirmeyi. Nasıl olsa çekerim sonra diyerek. Bunun kafama ilk dank ettiği an ise 8 yıl öncesine, 26 Nisan 1996 yılına denk gelir. Benekli'nin balkondan düşüp, gözbebeklerinin kucağımda donduğu zamana... Kızım, neden kızım diyorum ki, bulduğum da ben de çocuktum daha. Arkadaşım desem daha doğru.



Bir apartmanın bahçesinde, bir ağacın altında bulduğum Benoş'u. Etrafına toplanmış birkaç çocukla oyunlar oynayan, kafası ve kuyruğu sarı benekli, vücudu ise karbeyaz-tamam, kabul, biraz kirli beyaz- ve bal rengi gözlü bir afet-i devran. Şeytan dürttü görür görmez, rakiplerime 'Bu kediyi ben eve götürmek istiyorum' der demez kaptığım gibi Ulu Manitu'nun-babamın yani-yanında aldım soluğu. Kapıyı açtı, gülümsedi ve...Bingo! Evin yeni üyesi. Unuttuğumuz bir nokta vardı ki, o da Ulu Ulu Manitu-annem-.:))Yok, sandığınız gibi Benekli'yi istememe olayı değil, kedi annemin kucağına, daha ilk günden sanki yıllardır bizimleymişçesine gitti annemin kucağına uzandı.İnci Sultan sormadı bile 'Ayol bu kedi nereden çıktı?' diye. Sonrası yarı acı yarı tatlı bir öykü. Modern bakım yöntemlerinden haberdar olunmadığı için yapılan onlarca hata... Beslenmeden tutun da, bakıma kadar. Kötü niyetli olunmayan ama şu anda hatırlandığında acı veren bilinçsizlikler. Bunun karşılığında dünyalar güzeli bir kızın 3 kişilik bir aileye kattığı mutluluk. Sevinç. Ve gözyaşı. Hayatımızdaki boşluk, taşındığımız evimizi yakınlarındaki cesedini gömdüğümüz park bile sanki ondan iz kalmasın diye betonlanıp otopark oldu.Hayatım boyunca soyut varlıklara inanmakta zorlandım ama Benekli konusunda değil! Kendini çalar saat sanıp, 6'ya programlayan uyandırma servisim... Garantili hem de, bir, iki derken uyanmazsan geçiriverirdi dişlerini acımadan. Ailenin bir başka üyesi, Kırmızı Vosvos'tan hiç hazetmez, hoşnutsuzluğunu kusarak gösterirdi. Uyumak için seçtiği mekanlar Benoş'un biraz egzantrik bir hatun olduğunu gösterirdi. Babamla sabaha kadar süren konuşma-tartışma ve satranç partilerine eşlik ederdi. Kesin o heyecanlı maçlarda babamı tutardı, çünkü ne zaman arkamı dönsem ya Benekli pati atıp taşlarımı dağıtır ya da babam taşların yerini değiştiriverirdi kaşla göz arasında.


Daha anlatacak çok şey var ama başka bir öyküye kalsın çünkü zırıl zırıl ağlarken klavyeyi ve monitörü görmek zor oluyor. Bu yazıya eklenecek bir fotoğrafım olmasını ne kadar isterdim bilemezsiniz. Yıllar sonra belki düşünceyi fotoğraf kağıdına basabilen bir teknoloji geliştirilir ve...O zaman hala yaşıyor olursam, Alternatif-İstanbul’a ekleyiveririm.

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | Best Web Hosting Coupons