14 Temmuz 2006 Cuma

Monolog


“Aldığın her nefesi bir fırsat bil
Ot değilsin bir daha bitmezsin...’’


Ömer Hayyam


Sabahın oldukça erken bir saatinde yola çıkmıştı. Verdiği randevuya yetişmesi gerekiyordu. Üzerinde oldukça keyifli bir yorgunluk vardı. Bir önceki gece en yakın arkadaşında kalmış, sabaha kadar konuşup, gülüşmekten yorgun ama mutlu, güzel bir yürüyüş yapmaya karar vermişti. Güzergah, Çapa Tıp Fakültesi’nden başlayacak, Sirkeci’de son bulacaktı. Oradan bir poğaça ya da tost alıp, vapurla Kadıköy’e geçecekti Ondan sonra sıkıcı hayatı başlayacaktı zaten, bitmek tükenmek bilmeyen telefonlar, müşteriler, susmak bilmez satıcılar... Aslında hemen karşıdaki duraktan Taksim otobüsüne binebilir, oradan Kadıköy’e karayolu ile geçebilirdi ama gelen günün sıkıntılarını mümkün olduğunca geç karşılamak, bu ufak gezintiyle ve de sonrasında ki vapur sefasıyla kendiyle kısa bir zamanda olsa yalnız kalmak iyi olur diye düşünmüştü.



İstanbul, yavaş yavaş uyanmaya başladı, klakson sesleri, araba seslerine, araba sesleri insan seslerine karışıyor, işlek cadde işine yetişmeye çalışan insanlarla dolmaya başlıyordu. Havada bunaltıcı bir sıcak vardı, hafiften,ama oldukça ılık esen bir rüzgar, uzun,beyaz elbisesinin eteklerini havalandırıverdi, karşıdan gelen kavruk, zayıf adamın ısrarlı bakışları olmasaydı, eteğinin açıldığının farkına bile varmayacaktı. Kafası, gece arkadaşıyla paylaştıklarıyla doluydu, uzun zaman sonra birbirlerine birçok şeyi itiraf ettikleri, daha önce konuşamadıkları pekçok şeyi konuştukları, arada tartıştıkları hoş bir geceydi ya, arkadaşının sıkıntısı da gözünden kaçmamıştı. Kafası karışıktı kızcağızın, kendini bir boşlukta gibi hissediyor, hayattan ancak Prozac gibi ilaçlarla keyif aldığını itiraf ediyordu. Aslında hayatında pekçok radikal değişiklik yapmıştı, toplum içinde yalnız kalma fobisini atlatmayı başarmış, kendiyle barışmaya başlamıştı. Yapmaktan keyif aldığı şeylere yönelmiş, etrafındaki kaliteli insan sayısı artmış, kendi tabiriyle “Kafasına vurunca tınnn sesi çıkaran bomboş insanlardan” uzak durmaya başlamıştı. “Onu ilk tanıdığım, pek çok şeyi paylaştığım, omzunda ağlayıp, başından geçen olaylara güldüğüm lise yıllarından çok farklı, daha bilinçli. O zamanda onunla olmaktan mutluluk duyardım, ama artık çok daha fazla haz alıyorum” diye geçirdi içinden. Şişman bir kadının çarpmasıyla düşüncelerinden sıyrıldı. Etrafındaki insan sayısı gitgide artmıştı. “Hepsi bir yerlere yetişecek, üzerime üzerime gelmeseler bir de! Kaos sanki, cehennem gibi bir sıcak, hepsi suratsız, aceleci insan yığınları. Kimse birbirinin suratına bakmadan yürüyor. Arada rüzgardan açılan eteğimin altına bakmaya çalışan herifler olmasa, hepsinin kör olduğunu düşünebilirim. “Kendisinin de bir yere yetişmek zorunda olduğunu hatırlayıp, adımlarını hızlandırdı. Laleli’ye yaklaşmıştı, hiç farkına varmadan. Laleli, Yeditepelikentin gösterişli yıllarının lale bahçesi. Ya şimdi? Turizm adı altında turistleri kazıklayan esnaf, her geçen dişiye fahişe gözüyle bakan esnaf değil mi artık? Yanlışlıkla bir adama çarptı, “Hösst lan, önüne bak. Karı değil misiniz, hepinizi becermek var ya!”. Hass..tir ulan, dedi içinden, lafa gelince tüm hatunlar sizin ama mesir macunu da size üretiliyoor, viagra da, Nabeer! Yürümeye devam etti, işe güce gidenlerin yerini turist grupları almaya başladı. Rengarenk, cıvıl cıvıl insanlar.


“Baksana”, demişti arkadaşı, “Sana da oluyor mu? Bir koku, bir ses ya da bir renk, eskiden yaşadığın bir olayı, tanıdığın bir insanı ya da evinden uzaktayken evini anımsatıyor mu? Ben renklerden etkileniyorum. Yani, nasıl anlatmalı bilmem, çok sevdiğim bir renk, benim için özeldir, karıştırılmasına, bozulmasına, itici hale getirilmesine tahammül edemem. Takıntı mı sence? Olsun, takıntı olsun, umurumda değil ki!” “Takıntı değil bence bu” , diye cevap verdi arkadaşına. “Bu bende de var, hayatımdakiler bana ait imgeleri karıştırmasınlar, duygusu. Biliyor musun, artık çok daha fazla şey paylaşıyorsun benimle, eskiden sen hep beni dinlerdin, akıl verirdin. Bıktırırdım seni, artık yeteer, derdin de gene de beni yatıştırırdın. Artık sıra bende olsun mu, ne dersin?” dedi arkadaşı. En iyi arkadaşımdı, biricik dostum oldu, diye geçirdi aklından. Bu hoş gezintinin son durağına gelmişti artık, Sirkeci diğer iş günlerine kıyasla daha bir tenha geldi gözüne. Tam karşıya geçmeye hazırlanırken, kırmızı ışığa yakalandı, şu geçmek için kaç saniye kaldığını gösterenlerden. “Herşeyimiz zaman artık”, diye söylendi biraz seslice, yanında ki genç çocuk gülümsedi .4, 3 ,2, 1 ve yeşil ,ama o da ne, kırmızı bir araba, bastı geçti kırmızıda. “La havle” diye söylendi, yolun karşısına attı kendini.


Gazeteciden gazetesini aldı, göz gezdirerek, bir büfenin önüne gitti. “Bir kaşarlı tost, lütfen” dedi adama. Aynı anda, “Ulan, kaşar peynirli mi deseydim, şimdi başka tarafa çekmesin bu herif” diye içinden geçirdi. Orta yaşlı bir adam, büfedeki adama yaklaşıp, “Adaya buradan nasıl gidilir?” diye sordu.” Adaya nasıl gidilir mi? Soruya bak, bu kıyıdan atlayıp, yüzerek değil herhalde, vapurla. Adamcağız öyle söylemek istedi tabi kısa kesti soruyu” diye geçirdi içinden, belli belirsiz gülümsedi. Adam yakaladı gülüşünü: “Ne o küçük hanım, Ada çok hoşunuza gitti herhalde. Ben çok gezen bir insanım. Yalnızım, param var. Emekli oluca gezgin oldum” diye makineli tüfek gibi başladı konuşmaya. “Çattık” diye geçirdi içinden. Adam devam ediyordu hala: “Teniniz ne güzel, tatile gidip, bronzlaşmış olmalısınız. Oğluum, oradan bir tost ver karışık, canım çekti hanfendiyi görünce”. Kibarca teşekkür edip, vapuru yakalamak için hızlandı. Jeton aldı, iskeleye yanaştı vapur. Kimi uyanıklar halat bağlanmadan bindiler. “Dışarıda oturayım da doya doya temiz hava alayım. Bu keyfin bitmesine az kaldı” diye geçirdi içinden. Vapur boştu. Yolcularını aldı ve mavi suları köpürte köpürte ayrıldı Sirkeci’den. Oturduğu tarafta yalnızdı. İstanbul’un Avrupa yakası silüeti uzaklaşmaya başladı. “Modern hayat... Bekle beni! “Kulaklıklarını taktı, radyosundan yayılan güzel melodiye bıraktı kendini:

"cheri cheri lady, going through a motion / love is where you find it, listen to your heart / cheri cheri lady, livin' in devotion / it's always like the first time, let me take a part."


Gözlerini kapayıp, rüzgara bıraktı kendini, kendi tabiriyle rüzgarla sevişti. Vapur hızını yavaşlatığında gözlerini açtı ancak. İyice durmasını bekledi, vapur boşaldı, ancak öyle çıkışa yaklaştı. Bir adım attı iskeleye, atmasıyla yırtmacı cırttt diye yırtılıverdi.

“Hah, diye geçirdi içinden, aksilikler başladı bile. Hoşgeldin Gerçek Hayat!”



0 yorum:

Yorum Gönder

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | Best Web Hosting Coupons