31 Temmuz 2007 Salı

Takeshi Kitano'dan İşitsel ve Görsel Bir Şölen: Zatoichi




Zatoichi'nin Soundtrack'inden bir parça



Takeshi Kitano, 1947’de Japonya’da doğar. Mühendislik okurken isyankar davranışları yüzünden okuldan atılır. Ünlü komedyen Senzaburô Fukami’den komedi, dans ve şan dersleri alır. Bir striptiz klübünde asansör görevlisi olarak çalışırken sahneye çıkacak olan komedyenin hastalanması üzerine yerine geçer ve gösteriyi gerçekleştirir. Daha sonra bir arkadaşı ile birlikte Japon televizyonları için hazırladıkları “The Two Beats” adlı programla ülke çapında üne kavuşur. Yönetmenin “Beat Takeshi” lakabı bu komedyenlik günlerinden kalmadır.

Kitano, oyunculuk kariyerine 1990 yılı yapımı Sono otoko, kyôbô ni tsuki (Violent Cop) adlı filmle adım atar. Yönetmenin hastalanarak filmi yarıda bırakması üzerine yönetmenliğe de yine aynı filmle başlamış olur. En bilinen filmleri Takeshis (2005-Yönetmen, Senarist, Oyuncu), Zatoichi (2003-Yönetmen, Senarist, Oyuncu), Dolls (2002-Yönetmen), Battle Royal (2000-Oyuncu) olarak sayılabilir. Japonya ve dünya sinemasının en değerli yönetmenlerinden biri olmasının yanı sıra Takeshi Kitano aynı zamanda diğer sanat dallarıyla da ilgilenmektedir.


Takeshi Kitano ile ilk tanışmam, Uluslarası Eskişehir Film Festivali’nde izlediğim Takeshis filmi ile oldu. Filmdeki ironi, görselliğe verilen önem, oyuncuların doğal performansları ve yönetmenin olmazsa olmazı absürd şiddet sahneleri ve iç içe geçen öyküleri ile alelade bir sinema deneyiminden çok daha fazlasını sundu ve izlerken çok keyif aldım. Filmin tek handikapı filmin son yarım saatinde sürekli tekrarlanan sahnelerin filmi uzatması ve sıkıcılaştırması. Kitano’nun izlediğim ikinci filmi olan Dolls (Bebekler) hakkında daha sonra yazacağım için atlıyor ve 2003 yapımı Zatoichi’den bahsetmek istiyorum.

Zatoichi filminden kareler: Zatoichi, Hattori (Ronin) ve Geyşa kardeşler Osei ve Okinu

Venedik Film Festivali’nde En İyi Yönetmen ödülünü kapan Zatoichi’de tuhaf yönetmenimiz Kitano, çok yönlü sanatçı kişiliğini harmanladığı bir eser sunuyor izleyicisine. Müziklerinden görüntü yönetimine kadar özenle kotarılmış bir yapım var karşımızda. Herbiri fotoğraf karesi olabilecek güzellikteki sahnelerde dünyanın en iyi görüntü yönetmenlerinden biri olan Katsumi Yanagshima’nın payını unutmamak gerek. Müziğin tarlada çapa yapan insanlarla ve yağan yağmurla senkronize kullanımı da filmi hatırlanır kılan diğer bir öğe. Görme duyusunu yitirmiş Zatoichi’nin güçlü işitme duyusu dünyayı algılamak için kullandığı en önemli silah. Filmdeki ses efektleri ve diğer işitsel unsurlar bunu iyi bir biçimde vurguluyor. Filmde sıkça kullanılan geri dönüşlerin (flashback) etkisiyle film biraz dağınık gibi ilerlese de da Kitano’nun öyküden çok görselliğe önem verdiğini düşününce bu durum bir sorun teşkil etmiyor. Kaldı ki Kitano, karakterlerini izleyiciye birbir tanıtıp kim olduklarını, nereden gelip nereye gittiklerini ve amaçlarını ayrıntılı bir biçimde anlatarak bu dağınıklığı topluyor. Ancak tek bir karakteri muallakta bırakarak bir Doğu gizemi yaratmayı ihmal etmiyor: seyirci Zatoichi hakkında kör bir masör olduğu, kumarbaz bir gezgin olarak köy köy dolaştığı ve kılıcını ustalıkla kullanması dışında pek bir şey bilmiyor. Kitano, baş karakteri için seyirciden esirgediği detayları filmin yan karakterleri için cömertçe kullanıyor. Mafya tarafından katledilen anne-babalarının intikamını almak isteyen iki geyşa kardeş-kardeşlerden biri erkek- ve hasta karısını tedavi ettirmek için Ginzo çetesinin koruması olan Ronin (Hattori)’nin geçmişlerinden detaylı olarak bahsediliyor. 19. y.y Japonyası’nda geçen film, erdem, intikam ve toplumsal hiyerarşi gibi Japonya’yı ilginç kılan bütün kültürel öğelerden yararlanıyor.


Filmde en çok güldüğüm sahnelerden biri: Türk sinemaseverler, Cüneyt abimizden dolayı bire karşı on kavga dövüş sahnelerine alışık. Zatoichi'deki çoğu sahne bu sebeple bize tanıdık gelecektir. Ama elin Japonu ironinin dozunu kaçırmış, Samuraylar'ın kimonolarının altından fırlayan beyaz donlara dikkat!


Japon sineması hakkında diğer ülkelerin sinemasına nazaran çok daha az bilgi sahibi olduğum için Takeshi Kitano’nun filmleri benim için Japon sinemasına giriş niteliğinde. Zatoichi ise İaido ve Kendo ile ilgilenenlerin ve Japon kültürüne merak duyan sinemaseverlerin ilgisini çekebilecek bir yapım.

Bağlantılar: Takeshi Kitano’nun özgeçmişini IMDB’nin yönetmen hakkındaki sayfasından çevirdim.

IMDB’de Zatoichi

Zatoichi: A Kitano Film


Son olarak Goddess Artemis'in Unutulmaz Uzakdoğu Filmlerinden Unutulmaz Replikler ve Sinema Günleri Vol.XIII: Takeshi Kitano ve Takashi Miike Özel Bölümü yazılarını okumanızı öneririm. Japon kültürüne ve Japonca'ya merakınız varsa yine Goddess Artemis'in hazırlamış olduğu Megami Sama's Blog ilginizi çekecektir.


Takeshi Kitano'dan İşitsel ve Görsel Bir Şölen: Zatoichi




Zatoichi'nin Soundtrack'inden bir parça



Takeshi Kitano, 1947’de Japonya’da doğar. Mühendislik okurken isyankar davranışları yüzünden okuldan atılır. Ünlü komedyen Senzaburô Fukami’den komedi, dans ve şan dersleri alır. Bir striptiz klübünde asansör görevlisi olarak çalışırken sahneye çıkacak olan komedyenin hastalanması üzerine yerine geçer ve gösteriyi gerçekleştirir. Daha sonra bir arkadaşı ile birlikte Japon televizyonları için hazırladıkları “The Two Beats” adlı programla ülke çapında üne kavuşur. Yönetmenin “Beat Takeshi” lakabı bu komedyenlik günlerinden kalmadır.

Kitano, oyunculuk kariyerine 1990 yılı yapımı Sono otoko, kyôbô ni tsuki (Violent Cop) adlı filmle adım atar. Yönetmenin hastalanarak filmi yarıda bırakması üzerine yönetmenliğe de yine aynı filmle başlamış olur. En bilinen filmleri Takeshis (2005-Yönetmen, Senarist, Oyuncu), Zatoichi (2003-Yönetmen, Senarist, Oyuncu), Dolls (2002-Yönetmen), Battle Royal (2000-Oyuncu) olarak sayılabilir. Japonya ve dünya sinemasının en değerli yönetmenlerinden biri olmasının yanı sıra Takeshi Kitano aynı zamanda diğer sanat dallarıyla da ilgilenmektedir.


Takeshi Kitano ile ilk tanışmam, Uluslarası Eskişehir Film Festivali’nde izlediğim Takeshis filmi ile oldu. Filmdeki ironi, görselliğe verilen önem, oyuncuların doğal performansları ve yönetmenin olmazsa olmazı absürd şiddet sahneleri ve iç içe geçen öyküleri ile alelade bir sinema deneyiminden çok daha fazlasını sundu ve izlerken çok keyif aldım. Filmin tek handikapı filmin son yarım saatinde sürekli tekrarlanan sahnelerin filmi uzatması ve sıkıcılaştırması. Kitano’nun izlediğim ikinci filmi olan Dolls (Bebekler) hakkında daha sonra yazacağım için atlıyor ve 2003 yapımı Zatoichi’den bahsetmek istiyorum.

Zatoichi filminden kareler: Zatoichi, Hattori (Ronin) ve Geyşa kardeşler Osei ve Okinu

Venedik Film Festivali’nde En İyi Yönetmen ödülünü kapan Zatoichi’de tuhaf yönetmenimiz Kitano, çok yönlü sanatçı kişiliğini harmanladığı bir eser sunuyor izleyicisine. Müziklerinden görüntü yönetimine kadar özenle kotarılmış bir yapım var karşımızda. Herbiri fotoğraf karesi olabilecek güzellikteki sahnelerde dünyanın en iyi görüntü yönetmenlerinden biri olan Katsumi Yanagshima’nın payını unutmamak gerek. Müziğin tarlada çapa yapan insanlarla ve yağan yağmurla senkronize kullanımı da filmi hatırlanır kılan diğer bir öğe. Görme duyusunu yitirmiş Zatoichi’nin güçlü işitme duyusu dünyayı algılamak için kullandığı en önemli silah. Filmdeki ses efektleri ve diğer işitsel unsurlar bunu iyi bir biçimde vurguluyor. Filmde sıkça kullanılan geri dönüşlerin (flashback) etkisiyle film biraz dağınık gibi ilerlese de da Kitano’nun öyküden çok görselliğe önem verdiğini düşününce bu durum bir sorun teşkil etmiyor. Kaldı ki Kitano, karakterlerini izleyiciye birbir tanıtıp kim olduklarını, nereden gelip nereye gittiklerini ve amaçlarını ayrıntılı bir biçimde anlatarak bu dağınıklığı topluyor. Ancak tek bir karakteri muallakta bırakarak bir Doğu gizemi yaratmayı ihmal etmiyor: seyirci Zatoichi hakkında kör bir masör olduğu, kumarbaz bir gezgin olarak köy köy dolaştığı ve kılıcını ustalıkla kullanması dışında pek bir şey bilmiyor. Kitano, baş karakteri için seyirciden esirgediği detayları filmin yan karakterleri için cömertçe kullanıyor. Mafya tarafından katledilen anne-babalarının intikamını almak isteyen iki geyşa kardeş-kardeşlerden biri erkek- ve hasta karısını tedavi ettirmek için Ginzo çetesinin koruması olan Ronin (Hattori)’nin geçmişlerinden detaylı olarak bahsediliyor. 19. y.y Japonyası’nda geçen film, erdem, intikam ve toplumsal hiyerarşi gibi Japonya’yı ilginç kılan bütün kültürel öğelerden yararlanıyor.


Filmde en çok güldüğüm sahnelerden biri: Türk sinemaseverler, Cüneyt abimizden dolayı bire karşı on kavga dövüş sahnelerine alışık. Zatoichi'deki çoğu sahne bu sebeple bize tanıdık gelecektir. Ama elin Japonu ironinin dozunu kaçırmış, Samuraylar'ın kimonolarının altından fırlayan beyaz donlara dikkat!


Japon sineması hakkında diğer ülkelerin sinemasına nazaran çok daha az bilgi sahibi olduğum için Takeshi Kitano’nun filmleri benim için Japon sinemasına giriş niteliğinde. Zatoichi ise İaido ve Kendo ile ilgilenenlerin ve Japon kültürüne merak duyan sinemaseverlerin ilgisini çekebilecek bir yapım.

Bağlantılar: Takeshi Kitano’nun özgeçmişini IMDB’nin yönetmen hakkındaki sayfasından çevirdim.

IMDB’de Zatoichi

Zatoichi: A Kitano Film


Son olarak Goddess Artemis'in Unutulmaz Uzakdoğu Filmlerinden Unutulmaz Replikler ve Sinema Günleri Vol.XIII: Takeshi Kitano ve Takashi Miike Özel Bölümü yazılarını okumanızı öneririm. Japon kültürüne ve Japonca'ya merakınız varsa yine Goddess Artemis'in hazırlamış olduğu Megami Sama's Blog ilginizi çekecektir.


Takeshi Kitano'dan İşitsel ve Görsel Bir Şölen: Zatoichi




Zatoichi'nin Soundtrack'inden bir parça



Takeshi Kitano, 1947’de Japonya’da doğar. Mühendislik okurken isyankar davranışları yüzünden okuldan atılır. Ünlü komedyen Senzaburô Fukami’den komedi, dans ve şan dersleri alır. Bir striptiz klübünde asansör görevlisi olarak çalışırken sahneye çıkacak olan komedyenin hastalanması üzerine yerine geçer ve gösteriyi gerçekleştirir. Daha sonra bir arkadaşı ile birlikte Japon televizyonları için hazırladıkları “The Two Beats” adlı programla ülke çapında üne kavuşur. Yönetmenin “Beat Takeshi” lakabı bu komedyenlik günlerinden kalmadır.

Kitano, oyunculuk kariyerine 1990 yılı yapımı Sono otoko, kyôbô ni tsuki (Violent Cop) adlı filmle adım atar. Yönetmenin hastalanarak filmi yarıda bırakması üzerine yönetmenliğe de yine aynı filmle başlamış olur. En bilinen filmleri Takeshis (2005-Yönetmen, Senarist, Oyuncu), Zatoichi (2003-Yönetmen, Senarist, Oyuncu), Dolls (2002-Yönetmen), Battle Royal (2000-Oyuncu) olarak sayılabilir. Japonya ve dünya sinemasının en değerli yönetmenlerinden biri olmasının yanı sıra Takeshi Kitano aynı zamanda diğer sanat dallarıyla da ilgilenmektedir.


Takeshi Kitano ile ilk tanışmam, Uluslarası Eskişehir Film Festivali’nde izlediğim Takeshis filmi ile oldu. Filmdeki ironi, görselliğe verilen önem, oyuncuların doğal performansları ve yönetmenin olmazsa olmazı absürd şiddet sahneleri ve iç içe geçen öyküleri ile alelade bir sinema deneyiminden çok daha fazlasını sundu ve izlerken çok keyif aldım. Filmin tek handikapı filmin son yarım saatinde sürekli tekrarlanan sahnelerin filmi uzatması ve sıkıcılaştırması. Kitano’nun izlediğim ikinci filmi olan Dolls (Bebekler) hakkında daha sonra yazacağım için atlıyor ve 2003 yapımı Zatoichi’den bahsetmek istiyorum.

Zatoichi filminden kareler: Zatoichi, Hattori (Ronin) ve Geyşa kardeşler Osei ve Okinu

Venedik Film Festivali’nde En İyi Yönetmen ödülünü kapan Zatoichi’de tuhaf yönetmenimiz Kitano, çok yönlü sanatçı kişiliğini harmanladığı bir eser sunuyor izleyicisine. Müziklerinden görüntü yönetimine kadar özenle kotarılmış bir yapım var karşımızda. Herbiri fotoğraf karesi olabilecek güzellikteki sahnelerde dünyanın en iyi görüntü yönetmenlerinden biri olan Katsumi Yanagshima’nın payını unutmamak gerek. Müziğin tarlada çapa yapan insanlarla ve yağan yağmurla senkronize kullanımı da filmi hatırlanır kılan diğer bir öğe. Görme duyusunu yitirmiş Zatoichi’nin güçlü işitme duyusu dünyayı algılamak için kullandığı en önemli silah. Filmdeki ses efektleri ve diğer işitsel unsurlar bunu iyi bir biçimde vurguluyor. Filmde sıkça kullanılan geri dönüşlerin (flashback) etkisiyle film biraz dağınık gibi ilerlese de da Kitano’nun öyküden çok görselliğe önem verdiğini düşününce bu durum bir sorun teşkil etmiyor. Kaldı ki Kitano, karakterlerini izleyiciye birbir tanıtıp kim olduklarını, nereden gelip nereye gittiklerini ve amaçlarını ayrıntılı bir biçimde anlatarak bu dağınıklığı topluyor. Ancak tek bir karakteri muallakta bırakarak bir Doğu gizemi yaratmayı ihmal etmiyor: seyirci Zatoichi hakkında kör bir masör olduğu, kumarbaz bir gezgin olarak köy köy dolaştığı ve kılıcını ustalıkla kullanması dışında pek bir şey bilmiyor. Kitano, baş karakteri için seyirciden esirgediği detayları filmin yan karakterleri için cömertçe kullanıyor. Mafya tarafından katledilen anne-babalarının intikamını almak isteyen iki geyşa kardeş-kardeşlerden biri erkek- ve hasta karısını tedavi ettirmek için Ginzo çetesinin koruması olan Ronin (Hattori)’nin geçmişlerinden detaylı olarak bahsediliyor. 19. y.y Japonyası’nda geçen film, erdem, intikam ve toplumsal hiyerarşi gibi Japonya’yı ilginç kılan bütün kültürel öğelerden yararlanıyor.


Filmde en çok güldüğüm sahnelerden biri: Türk sinemaseverler, Cüneyt abimizden dolayı bire karşı on kavga dövüş sahnelerine alışık. Zatoichi'deki çoğu sahne bu sebeple bize tanıdık gelecektir. Ama elin Japonu ironinin dozunu kaçırmış, Samuraylar'ın kimonolarının altından fırlayan beyaz donlara dikkat!


Japon sineması hakkında diğer ülkelerin sinemasına nazaran çok daha az bilgi sahibi olduğum için Takeshi Kitano’nun filmleri benim için Japon sinemasına giriş niteliğinde. Zatoichi ise İaido ve Kendo ile ilgilenenlerin ve Japon kültürüne merak duyan sinemaseverlerin ilgisini çekebilecek bir yapım.

Bağlantılar: Takeshi Kitano’nun özgeçmişini IMDB’nin yönetmen hakkındaki sayfasından çevirdim.

IMDB’de Zatoichi

Zatoichi: A Kitano Film


Son olarak Goddess Artemis'in Unutulmaz Uzakdoğu Filmlerinden Unutulmaz Replikler ve Sinema Günleri Vol.XIII: Takeshi Kitano ve Takashi Miike Özel Bölümü yazılarını okumanızı öneririm. Japon kültürüne ve Japonca'ya merakınız varsa yine Goddess Artemis'in hazırlamış olduğu Megami Sama's Blog ilginizi çekecektir.


Extramücadele


Extramücadele’ nin yarat(t)ıklarına buradan ulaşabilirsiniz.


Ezgi'nin Notu: Ozan'ın fotoblogu'ndan, tırtıkladıklarıma sesini çıkarmadığı için pek derin teşekkürlerimle...

Extramücadele


Extramücadele’ nin yarat(t)ıklarına buradan ulaşabilirsiniz.


Ezgi'nin Notu: Ozan'ın fotoblogu'ndan, tırtıkladıklarıma sesini çıkarmadığı için pek derin teşekkürlerimle...

Extramücadele


Extramücadele’ nin yarat(t)ıklarına buradan ulaşabilirsiniz.


Ezgi'nin Notu: Ozan'ın fotoblogu'ndan, tırtıkladıklarıma sesini çıkarmadığı için pek derin teşekkürlerimle...

30 Temmuz 2007 Pazartesi

Ay Çarpması




Pink Floyd'un Dark Side of The Moon albümünden Brain Damage adlı parça



Eskişehir’de 2007’ye günler kala geç saatte okuldan çıkmış, tramway durağına doğru yürüyorum. Elimde fotoğraf makinem, zifiri karanlık gökyüzündeki aya doğru çevirmişim objektifimi. Pink Floyd’un “Brain Damage” şarkısını dinliyorum bir yandan. Arkamdan birileri adımı çağırıyor, duymyuyorum. Omzuma dokunmalarıyla fark ediyorum yalnız olmadığımı, “Sen hep fotoğraf makinanla mı dolaşırsın?” diye soruyor okul arkadaşlarımdan biri. “Evet,” diyorum, “Bir fotoğraf karesinin insanın nerede karşısına çıkacağı belli olmaz…” O gecenin ertesi trene atlayıp evime, İstanbul’a gidiyorum, bu sefer Kings Of The Convenience çalıyor hayat soundtrack’imde: “Homesick, because I no longer know where home is…”



O gün fotoğraf makinem son karelerini çekiyor tren yolunda. Yılbaşından bir önceki gece eve giren bir hırsız alelade bir eşya gibi heybesine atıp gidecek çünkü. Çaldığının yıllardır hayalini kurduğum ve ilk dokunduğum andan itibaren vücudumun parçası olan bir eşya olduğunu bilemez, bilse de önemsemez elbette. Sonuç olarak “Bir başka bahara…” bırakıyorum hayallerimi yine ve hayat akıp gidiyor.



Bu gece, sıcaktan kavrulan nemli bir İstanbul gecesinde bu sayfada gördüğünüz karlı fotoğrafların öyküsü bu işte… Bu fotoğraflar giden, uzaklarda kaybolan bir dosttan kalan son hatıralar. Bu gece İstanbul’un bol yıldızlı gökyüzünde dolunay asılı. Bir ay çarpmış, Şeker Portakalı'nın Zezé'si ile bir tutuyor kendini: "...Şimdi acının ne olduğunu gerçekten biliyordum.Ayağını bir cam parçasıyla kesmek ve eczanede dikiş attırmak değildi bu. Acı insanın yüreğini paralayan, sırrını kimseye anlatmadan birlikte ölmesi gereken şeydi.Kollarda, kafada en ufak güç bırakmayan yastıkta kafayı bir yandan öbürüne çevirme cesaretini bile yok eden şeydi."

En iyi dostlarımdan biri olan Ingmar Bergman'ı uğurlarken...

Gidenlerin ve yitirdiklerimin anısına...


Ay Çarpması




Pink Floyd'un Dark Side of The Moon albümünden Brain Damage adlı parça



Eskişehir’de 2007’ye günler kala geç saatte okuldan çıkmış, tramway durağına doğru yürüyorum. Elimde fotoğraf makinem, zifiri karanlık gökyüzündeki aya doğru çevirmişim objektifimi. Pink Floyd’un “Brain Damage” şarkısını dinliyorum bir yandan. Arkamdan birileri adımı çağırıyor, duymyuyorum. Omzuma dokunmalarıyla fark ediyorum yalnız olmadığımı, “Sen hep fotoğraf makinanla mı dolaşırsın?” diye soruyor okul arkadaşlarımdan biri. “Evet,” diyorum, “Bir fotoğraf karesinin insanın nerede karşısına çıkacağı belli olmaz…” O gecenin ertesi trene atlayıp evime, İstanbul’a gidiyorum, bu sefer Kings Of The Convenience çalıyor hayat soundtrack’imde: “Homesick, because I no longer know where home is…”



O gün fotoğraf makinem son karelerini çekiyor tren yolunda. Yılbaşından bir önceki gece eve giren bir hırsız alelade bir eşya gibi heybesine atıp gidecek çünkü. Çaldığının yıllardır hayalini kurduğum ve ilk dokunduğum andan itibaren vücudumun parçası olan bir eşya olduğunu bilemez, bilse de önemsemez elbette. Sonuç olarak “Bir başka bahara…” bırakıyorum hayallerimi yine ve hayat akıp gidiyor.



Bu gece, sıcaktan kavrulan nemli bir İstanbul gecesinde bu sayfada gördüğünüz karlı fotoğrafların öyküsü bu işte… Bu fotoğraflar giden, uzaklarda kaybolan bir dosttan kalan son hatıralar. Bu gece İstanbul’un bol yıldızlı gökyüzünde dolunay asılı. Bir ay çarpmış, Şeker Portakalı'nın Zezé'si ile bir tutuyor kendini: "...Şimdi acının ne olduğunu gerçekten biliyordum.Ayağını bir cam parçasıyla kesmek ve eczanede dikiş attırmak değildi bu. Acı insanın yüreğini paralayan, sırrını kimseye anlatmadan birlikte ölmesi gereken şeydi.Kollarda, kafada en ufak güç bırakmayan yastıkta kafayı bir yandan öbürüne çevirme cesaretini bile yok eden şeydi."

En iyi dostlarımdan biri olan Ingmar Bergman'ı uğurlarken...

Gidenlerin ve yitirdiklerimin anısına...


Ay Çarpması




Pink Floyd'un Dark Side of The Moon albümünden Brain Damage adlı parça



Eskişehir’de 2007’ye günler kala geç saatte okuldan çıkmış, tramway durağına doğru yürüyorum. Elimde fotoğraf makinem, zifiri karanlık gökyüzündeki aya doğru çevirmişim objektifimi. Pink Floyd’un “Brain Damage” şarkısını dinliyorum bir yandan. Arkamdan birileri adımı çağırıyor, duymyuyorum. Omzuma dokunmalarıyla fark ediyorum yalnız olmadığımı, “Sen hep fotoğraf makinanla mı dolaşırsın?” diye soruyor okul arkadaşlarımdan biri. “Evet,” diyorum, “Bir fotoğraf karesinin insanın nerede karşısına çıkacağı belli olmaz…” O gecenin ertesi trene atlayıp evime, İstanbul’a gidiyorum, bu sefer Kings Of The Convenience çalıyor hayat soundtrack’imde: “Homesick, because I no longer know where home is…”



O gün fotoğraf makinem son karelerini çekiyor tren yolunda. Yılbaşından bir önceki gece eve giren bir hırsız alelade bir eşya gibi heybesine atıp gidecek çünkü. Çaldığının yıllardır hayalini kurduğum ve ilk dokunduğum andan itibaren vücudumun parçası olan bir eşya olduğunu bilemez, bilse de önemsemez elbette. Sonuç olarak “Bir başka bahara…” bırakıyorum hayallerimi yine ve hayat akıp gidiyor.



Bu gece, sıcaktan kavrulan nemli bir İstanbul gecesinde bu sayfada gördüğünüz karlı fotoğrafların öyküsü bu işte… Bu fotoğraflar giden, uzaklarda kaybolan bir dosttan kalan son hatıralar. Bu gece İstanbul’un bol yıldızlı gökyüzünde dolunay asılı. Bir ay çarpmış, Şeker Portakalı'nın Zezé'si ile bir tutuyor kendini: "...Şimdi acının ne olduğunu gerçekten biliyordum.Ayağını bir cam parçasıyla kesmek ve eczanede dikiş attırmak değildi bu. Acı insanın yüreğini paralayan, sırrını kimseye anlatmadan birlikte ölmesi gereken şeydi.Kollarda, kafada en ufak güç bırakmayan yastıkta kafayı bir yandan öbürüne çevirme cesaretini bile yok eden şeydi."

En iyi dostlarımdan biri olan Ingmar Bergman'ı uğurlarken...

Gidenlerin ve yitirdiklerimin anısına...


27 Temmuz 2007 Cuma

Bir oda,diğerini karanlığıyla ışıtabilir

Image Hosted by ImageShack.us


Fotoğraf: Ozan Ezgi Berberoğlu


"Bugünlerde dünyayı bir fotoğraf makinasının objektifinden izliyorum ve bu bana güven veriyor; çevremdeki gerçekler çevrelenip kesin olarak tanımlanmış gibi geliyor. Herşey, görünüşümün ve belleğimin yardımcı organı, varlığımın bir uzantısı olan karenin içinde kapalı olduğu için onları kavrarken, evrenin uçsuz bucaksızlığından kaynaklanan o rahatsız edici baş dönmelerine kapılmıyorum."

Paolo Maurensing-Gölge ve Meridyen-Dost Yayınları



Image Hosted by ImageShack.us


Fotoğraf: Ozan Ezgi Berberoğlu


"Ölümün gülümsediği Camera Obscura,yağ kandilimin ışıttığı optik, Laterna Magica! Işıktan ve karanlıktan yaptım seni, ya da ışığa ve karanlığa böldüm. Kim inkar edebilir? Bir oda,diğerini karanlığıyla ışıtabilir. "

Defterime düştüğüm notlardan, kimin tarafından söylendiğini kaydetmemişim.


Yukarıdaki fotoğraflar, çalışmalarını zaman zaman Alternatif-İstanbul ile paylaşan Ozan Ezgi Berberoğlu'na ait. Ozan, birbirinden güzel fotoğraflarını sonunda kendine ait bir websitesinde yayınlama kararı aldı. Sanal portfolyosu için tıklayın.


Bir oda,diğerini karanlığıyla ışıtabilir

Image Hosted by ImageShack.us


Fotoğraf: Ozan Ezgi Berberoğlu


"Bugünlerde dünyayı bir fotoğraf makinasının objektifinden izliyorum ve bu bana güven veriyor; çevremdeki gerçekler çevrelenip kesin olarak tanımlanmış gibi geliyor. Herşey, görünüşümün ve belleğimin yardımcı organı, varlığımın bir uzantısı olan karenin içinde kapalı olduğu için onları kavrarken, evrenin uçsuz bucaksızlığından kaynaklanan o rahatsız edici baş dönmelerine kapılmıyorum."

Paolo Maurensing-Gölge ve Meridyen-Dost Yayınları



Image Hosted by ImageShack.us


Fotoğraf: Ozan Ezgi Berberoğlu


"Ölümün gülümsediği Camera Obscura,yağ kandilimin ışıttığı optik, Laterna Magica! Işıktan ve karanlıktan yaptım seni, ya da ışığa ve karanlığa böldüm. Kim inkar edebilir? Bir oda,diğerini karanlığıyla ışıtabilir. "

Defterime düştüğüm notlardan, kimin tarafından söylendiğini kaydetmemişim.


Yukarıdaki fotoğraflar, çalışmalarını zaman zaman Alternatif-İstanbul ile paylaşan Ozan Ezgi Berberoğlu'na ait. Ozan, birbirinden güzel fotoğraflarını sonunda kendine ait bir websitesinde yayınlama kararı aldı. Sanal portfolyosu için tıklayın.


Bir oda,diğerini karanlığıyla ışıtabilir

Image Hosted by ImageShack.us


Fotoğraf: Ozan Ezgi Berberoğlu


"Bugünlerde dünyayı bir fotoğraf makinasının objektifinden izliyorum ve bu bana güven veriyor; çevremdeki gerçekler çevrelenip kesin olarak tanımlanmış gibi geliyor. Herşey, görünüşümün ve belleğimin yardımcı organı, varlığımın bir uzantısı olan karenin içinde kapalı olduğu için onları kavrarken, evrenin uçsuz bucaksızlığından kaynaklanan o rahatsız edici baş dönmelerine kapılmıyorum."

Paolo Maurensing-Gölge ve Meridyen-Dost Yayınları



Image Hosted by ImageShack.us


Fotoğraf: Ozan Ezgi Berberoğlu


"Ölümün gülümsediği Camera Obscura,yağ kandilimin ışıttığı optik, Laterna Magica! Işıktan ve karanlıktan yaptım seni, ya da ışığa ve karanlığa böldüm. Kim inkar edebilir? Bir oda,diğerini karanlığıyla ışıtabilir. "

Defterime düştüğüm notlardan, kimin tarafından söylendiğini kaydetmemişim.


Yukarıdaki fotoğraflar, çalışmalarını zaman zaman Alternatif-İstanbul ile paylaşan Ozan Ezgi Berberoğlu'na ait. Ozan, birbirinden güzel fotoğraflarını sonunda kendine ait bir websitesinde yayınlama kararı aldı. Sanal portfolyosu için tıklayın.


26 Temmuz 2007 Perşembe

Ben Nası Büyük Adam Olucam


Fotoğraf: Ezgi Aktaş, Eskişehir-2006


***

affan dede'ye para saydım,

sattı bana çocukluğumu.


artık ne yaşım var ne adım;

bilmiyorum kim olduğumu.



hiçbir şey sorulmasın benden;


haberim yok olan bitenden.

bu bahar havası, bu bahçe;

uçurtmam bulutlardan yüce.



havuzda su şırıl şırıldır.

zıpzıplarım pırıl pırıldır.

ne güzel dönüyor çemberim;

hiç bitmese horoz şekerim!

Cahit Sıtkı Tarancı



Fotoğraf: Ezgi Aktaş, Eskişehir-2006



***

görmezdim önümü görmezdim , okudum yıllarca hep okudum


okumaktan boynumu büktüm yoruldum

bilmezdim adımı bilmezdim aradım her şehirde aradım

koştum dere tepe aştım dolaştım




kimin uğruna , ne uğruna


herkes köşesini kapmış iyi ama ben nası büyük adam olucam

bir tek seni bana çok gördü dünya


iyiler bu savaşı kaybetmiş peki ben nası büyük adam olucam

kötü olmak seni geri getirir mi acaba


sevmezdim okulu sevmezdim , okudum yıllarca hep okudum

okumaktan boynumu büktüm yoruldum

bilmezdim oyunu bilmezdim denedim her şekilde denedim

denemekle olmadı zaten yenildim


kimin uğruna , ne uğruna


herkes köşesini kapmış iyi ama ben nası büyük adam olucam

bir tek seni bana çok gördü dünya

iyiler bu savaşı kaybetmiş peki ben nası büyük adam olucam

kötü olmak seni geri getirir mi acaba


ben nası büyük adam olucam


Pinhani-Ben Nası Büyük Adam Olucam


Pinhani Resmi Websitesi



Ben Nası Büyük Adam Olucam


Fotoğraf: Ezgi Aktaş, Eskişehir-2006


***

affan dede'ye para saydım,

sattı bana çocukluğumu.


artık ne yaşım var ne adım;

bilmiyorum kim olduğumu.



hiçbir şey sorulmasın benden;


haberim yok olan bitenden.

bu bahar havası, bu bahçe;

uçurtmam bulutlardan yüce.



havuzda su şırıl şırıldır.

zıpzıplarım pırıl pırıldır.

ne güzel dönüyor çemberim;

hiç bitmese horoz şekerim!

Cahit Sıtkı Tarancı



Fotoğraf: Ezgi Aktaş, Eskişehir-2006



***

görmezdim önümü görmezdim , okudum yıllarca hep okudum


okumaktan boynumu büktüm yoruldum

bilmezdim adımı bilmezdim aradım her şehirde aradım

koştum dere tepe aştım dolaştım




kimin uğruna , ne uğruna


herkes köşesini kapmış iyi ama ben nası büyük adam olucam

bir tek seni bana çok gördü dünya


iyiler bu savaşı kaybetmiş peki ben nası büyük adam olucam

kötü olmak seni geri getirir mi acaba


sevmezdim okulu sevmezdim , okudum yıllarca hep okudum

okumaktan boynumu büktüm yoruldum

bilmezdim oyunu bilmezdim denedim her şekilde denedim

denemekle olmadı zaten yenildim


kimin uğruna , ne uğruna


herkes köşesini kapmış iyi ama ben nası büyük adam olucam

bir tek seni bana çok gördü dünya

iyiler bu savaşı kaybetmiş peki ben nası büyük adam olucam

kötü olmak seni geri getirir mi acaba


ben nası büyük adam olucam


Pinhani-Ben Nası Büyük Adam Olucam


Pinhani Resmi Websitesi



Ben Nası Büyük Adam Olucam


Fotoğraf: Ezgi Aktaş, Eskişehir-2006


***

affan dede'ye para saydım,

sattı bana çocukluğumu.


artık ne yaşım var ne adım;

bilmiyorum kim olduğumu.



hiçbir şey sorulmasın benden;


haberim yok olan bitenden.

bu bahar havası, bu bahçe;

uçurtmam bulutlardan yüce.



havuzda su şırıl şırıldır.

zıpzıplarım pırıl pırıldır.

ne güzel dönüyor çemberim;

hiç bitmese horoz şekerim!

Cahit Sıtkı Tarancı



Fotoğraf: Ezgi Aktaş, Eskişehir-2006



***

görmezdim önümü görmezdim , okudum yıllarca hep okudum


okumaktan boynumu büktüm yoruldum

bilmezdim adımı bilmezdim aradım her şehirde aradım

koştum dere tepe aştım dolaştım




kimin uğruna , ne uğruna


herkes köşesini kapmış iyi ama ben nası büyük adam olucam

bir tek seni bana çok gördü dünya


iyiler bu savaşı kaybetmiş peki ben nası büyük adam olucam

kötü olmak seni geri getirir mi acaba


sevmezdim okulu sevmezdim , okudum yıllarca hep okudum

okumaktan boynumu büktüm yoruldum

bilmezdim oyunu bilmezdim denedim her şekilde denedim

denemekle olmadı zaten yenildim


kimin uğruna , ne uğruna


herkes köşesini kapmış iyi ama ben nası büyük adam olucam

bir tek seni bana çok gördü dünya

iyiler bu savaşı kaybetmiş peki ben nası büyük adam olucam

kötü olmak seni geri getirir mi acaba


ben nası büyük adam olucam


Pinhani-Ben Nası Büyük Adam Olucam


Pinhani Resmi Websitesi



Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | Best Web Hosting Coupons