30 Kasım 2006 Perşembe

Dost...


Sevdiğinize verebileceğiniz en güzel hediye kendi el emeğinizle yaptığınızdır. Hele de bu el emeği göz nuru çok eski ve çok özel bir arkadaş tarafından hediye edilmişse değeri sözcüklerle ifade edilemez.

Lise sıralarında başlayan dostluğumuzu yıllar geçtikçe yıllandıran Nihal'e ithaftır bu yazı...Yaşamı birlikte paylaştığım ve asla hayatından çıkmasını istemediğim insanlardan biri olan Kermit'e, bana yapmış olduğun bu harika kolye öyle değerli ki benim için...

Bugün elime bir kağıt tutuşturdular. Hatalarımı yazacakmışım, bu hataları ne kadar sıklıkla tekrarlıyorsam alışkanlık oluyormuş. Ortalara bir yere seninle artık ne kadar az görüşebildiğimizi yazabileceğim en küçük harflerle yazdım. Bunun bahanesi yok, aradaki mesafe masallarına seni inandırmak bir yana dursun, kendimi bile inandıramıyorum.

Bu hafta İstanbul'dayım, ilk yapacağım iş seni aramak ve kolyemi takıp yanına gelmek olacak. Ondan sonrası İstanbul kazan, biz iki kepçe. Gene gözümden yaş gelinceye kadar gülmeye öyle ihtiyacım var ki... Ha, unutmadan söyleyeyim senden 3 sene önce okumak için aldığım kitabın kapağını dahi açamadım, su perilerinin efsanelerine bile vakit ayıramayacak kadar büyüdüm sanırım-kendime itiraf edemesem de...- Pazar gününü bana ayır çatlak Kermit, Your Peggy is coming...:)



Dost...


Sevdiğinize verebileceğiniz en güzel hediye kendi el emeğinizle yaptığınızdır. Hele de bu el emeği göz nuru çok eski ve çok özel bir arkadaş tarafından hediye edilmişse değeri sözcüklerle ifade edilemez.

Lise sıralarında başlayan dostluğumuzu yıllar geçtikçe yıllandıran Nihal'e ithaftır bu yazı...Yaşamı birlikte paylaştığım ve asla hayatından çıkmasını istemediğim insanlardan biri olan Kermit'e, bana yapmış olduğun bu harika kolye öyle değerli ki benim için...

Bugün elime bir kağıt tutuşturdular. Hatalarımı yazacakmışım, bu hataları ne kadar sıklıkla tekrarlıyorsam alışkanlık oluyormuş. Ortalara bir yere seninle artık ne kadar az görüşebildiğimizi yazabileceğim en küçük harflerle yazdım. Bunun bahanesi yok, aradaki mesafe masallarına seni inandırmak bir yana dursun, kendimi bile inandıramıyorum.

Bu hafta İstanbul'dayım, ilk yapacağım iş seni aramak ve kolyemi takıp yanına gelmek olacak. Ondan sonrası İstanbul kazan, biz iki kepçe. Gene gözümden yaş gelinceye kadar gülmeye öyle ihtiyacım var ki... Ha, unutmadan söyleyeyim senden 3 sene önce okumak için aldığım kitabın kapağını dahi açamadım, su perilerinin efsanelerine bile vakit ayıramayacak kadar büyüdüm sanırım-kendime itiraf edemesem de...- Pazar gününü bana ayır çatlak Kermit, Your Peggy is coming...:)



Dost...


Sevdiğinize verebileceğiniz en güzel hediye kendi el emeğinizle yaptığınızdır. Hele de bu el emeği göz nuru çok eski ve çok özel bir arkadaş tarafından hediye edilmişse değeri sözcüklerle ifade edilemez.

Lise sıralarında başlayan dostluğumuzu yıllar geçtikçe yıllandıran Nihal'e ithaftır bu yazı...Yaşamı birlikte paylaştığım ve asla hayatından çıkmasını istemediğim insanlardan biri olan Kermit'e, bana yapmış olduğun bu harika kolye öyle değerli ki benim için...

Bugün elime bir kağıt tutuşturdular. Hatalarımı yazacakmışım, bu hataları ne kadar sıklıkla tekrarlıyorsam alışkanlık oluyormuş. Ortalara bir yere seninle artık ne kadar az görüşebildiğimizi yazabileceğim en küçük harflerle yazdım. Bunun bahanesi yok, aradaki mesafe masallarına seni inandırmak bir yana dursun, kendimi bile inandıramıyorum.

Bu hafta İstanbul'dayım, ilk yapacağım iş seni aramak ve kolyemi takıp yanına gelmek olacak. Ondan sonrası İstanbul kazan, biz iki kepçe. Gene gözümden yaş gelinceye kadar gülmeye öyle ihtiyacım var ki... Ha, unutmadan söyleyeyim senden 3 sene önce okumak için aldığım kitabın kapağını dahi açamadım, su perilerinin efsanelerine bile vakit ayıramayacak kadar büyüdüm sanırım-kendime itiraf edemesem de...- Pazar gününü bana ayır çatlak Kermit, Your Peggy is coming...:)



29 Kasım 2006 Çarşamba

Keep On Say The Blues/Blues'a Devam...

Image Hosted by ImageShack.us

Köle olarak Amerika kıtasına gelmiş siyahlar kendi ritimlerini Amerika'daki müziklerle kaynaştırarak yeni bir akım yarattılar: Blues. Kelime anlamı "hüzün" olsa da ritimler tam aksine canlı ve eğlenceliydi, ancak hüzün liriklerde kendini belli ediyordu. Hayatın fazlasıyla içindeydi Blues, tarlada çalışan işçilerin türküsü, sıkmayan en iyi dost, sabah erken kalkanların, akşamında terkedilen kadınların müziğiydi.

Blues elbette ulaştığı bölgelerin de özelliğini alacak ve çeşitlenecekti: Memphis Blues, Delta Blues, Chicago Blues ,Texas Blues, Kansas Blues gibi. Göçmenlerin de etkisi ile gitar, mandolin ve keman Blues' un içine katılacaktı. Blues'da piyanonun ve nefesli çalgıların kullanılmaya başlaması ile R & B' nin, akabinde de kendinden sonraki en isyankar müziğin: Rock' ın temellerini atacaktı. Elektro gitar'ın Blues içinde kullanılmaya başlamasıyla dünyada muhteşem gitar soloları dönemi başlıyordu ve bunun öncüsü de elektro gitarı ilk kez kullanmaya başlayan T. Bone Walker'dı.Güneyde temelleri atılan hayata tutunmanın müziği Blues- özellikle davul, elektro gitar ve bass'ın eşlik ettiği Chicago Blues- kuzeye taşınacak, olgulaşmaya ve Amerika'nın dışında da hayran kitlelerini yaratmaya başlayacaktı: hem de Amerika'da Muddy Waters, John Lee Hooker, BB King, Chuck Berry, Elvis Presley, Jimi Hendrix, Janis Joplin, Bob Dylan; İngiltere'de ise Eric Clapton, The Rolling Stones gibi isimlerle. Tabi bir de İrlanda'lı Van Morrison vardı ki çoğu hayranına göre tanrı müzisyen olsaydı kesinlikle Van Morrisson olurdu.

80'li ve 90'lı yıllarda ise blues melodileri rock ve popüler müzik eserlerinde kullanılmaya başlandı ve safi blues ve jazz albümleri mainstream(ana akım) listelerde en başlarda yer almaya devam etti.

Blues tarihi'nin oldukça kısa bir özetini 17.Efes Blues Festivali'in Eskişehir durağına bir giriş paragrafı olarak derledim.

Kaynak:

1. http://blueslyrics.tripod.com/

2.http://www.efeskeyfi.com

3.G. Oakley, Blues Tarihi, Ayrıntı Yayınları

28 Kasım 2006, Eskişehir: Efes Blues Festival 17

Gelelim konser notlarına. Yeri geldiğinde Eskişehir'de verilen konserlerin atmosferinin oldukça keyifli olduğundan bahsederim. Çoğunlukla üniversite gençliğinden oluşan bir dinleyici kitlesi vardır ve sahnedeki müzisyen ile iyi bir iletişim kurarlar.-keşke olanak olsa da Eskişehir'de konser vermiş bir müzisyen de bu konudaki görüşlerini paylaşsa bizimle- Eskişehir gençliğinin en büyük avantajı birbirinden güzel organizasyonları keyifli bir ortamda ve cepleri boşaltmayacak bilet fiyatları ile izleyebilmesidir ki aslına bakarsanız kimi konserler için de öğlenleri simit-peynir yemeye değer. Dün akşamki konser için cebindeki son 15 lirası ile bilet aldığını söyleyen bir kız sanırım yukarıdaki tezimi doğruluyor.:)

Image Hosted by ImageShack.us

Everly Brothers, Kool&The Gang, The Box Tops ve Richie Havens ile Kuzey Amerika'yı baştan sona dolaşan ve daha sonra Chuck Berry, Johnny Winter, Robert Cray ve John Lee Hooker gibi isimlerle çalışan New Orleans'lı Michael Powers pek güzel siyah elektro gitarı ile 19:30 itibari ile konser mekanını ısıtmaya başladı. Şarkı aralarında sıkça "Eskişehir, We love you!" diyerek dinleyicisini mutlandırıp sahneyi muhteşem doğaçlamacı ve blues müzisyenliğinin yanı sıra pek sempatik bir stand-up'çı olan Lary Garner & Band' e bıraktı.

Image Hosted by ImageShack.us

Image Hosted by ImageShack.us

Lary Garner şarkı aralarında esprileri arda arda sıralayarak, şarkılarının nakaratlarını dinleyiciye vokal yaptırarak ve sahneden hoş hatunlara "Oh, babe, you're so sexy, I saw you dancing, com'on..." diye laflar atarak -bendeniz ne yazık ki sadece lovely woman olabildim ancak ama gene de Lary'e teşekkür ederim.:)-eğlencenin asıl kısmını başlattı. Sahneden şöyle bir göz gezdirmekle dinleyicilerin arasındaki "Broken Heart" ları birbir tespit etti.:) " This man from audiences seems like a broken heart man, and you, you, you too, all of you have broken hearts, right?" Powers ile ritim tutmaya başlayan ellere yavaş yavaş ayaklar ve vücut da eklendi, saat 9'a yaklaşırken kimse yerinde duramaz olmuştu, herkes kapladığı minicik alanda dans etmeye başladı ve bu enerji konserin bitimine kadar sürdü.

Image Hosted by ImageShack.us

Son olarak sahne Louisana'lı Buckwheat Zydeco ve grubunundu. Akordeon tınıları ile blues ritimlerini harmanlayan Buckwheat çalarken mekanda eğlence doruğa ulaştı. Keşke grup üyelerinin adlarını da bilsem de bass çalan beyaz, uzun saçlı sempatik adam ve grubun pek tonton dedesi diye tanımlamalar kullanmak yerine adları ile aktarabilsem.

Sonuç olarak hayaller listemize Blues'un doğduğu topraklara gidip ritim tutmak maddesini ekledik ve evde ağrıyan bacaklarımızı tuzlu suya koyup ferahlattık. Efes Pilsen biralara verdiğimiz paraların boşa gitmediğine sevinerek mavi bir uykuya daldık. Efes Blues Festivali'ni yakalayabileceğiniz diğer durakları öğrenmek için:http://www.efeskeyfi.com adresine bakabilirsiniz.

Keep On Say The Blues/Blues'a Devam...

Image Hosted by ImageShack.us

Köle olarak Amerika kıtasına gelmiş siyahlar kendi ritimlerini Amerika'daki müziklerle kaynaştırarak yeni bir akım yarattılar: Blues. Kelime anlamı "hüzün" olsa da ritimler tam aksine canlı ve eğlenceliydi, ancak hüzün liriklerde kendini belli ediyordu. Hayatın fazlasıyla içindeydi Blues, tarlada çalışan işçilerin türküsü, sıkmayan en iyi dost, sabah erken kalkanların, akşamında terkedilen kadınların müziğiydi.

Blues elbette ulaştığı bölgelerin de özelliğini alacak ve çeşitlenecekti: Memphis Blues, Delta Blues, Chicago Blues ,Texas Blues, Kansas Blues gibi. Göçmenlerin de etkisi ile gitar, mandolin ve keman Blues' un içine katılacaktı. Blues'da piyanonun ve nefesli çalgıların kullanılmaya başlaması ile R & B' nin, akabinde de kendinden sonraki en isyankar müziğin: Rock' ın temellerini atacaktı. Elektro gitar'ın Blues içinde kullanılmaya başlamasıyla dünyada muhteşem gitar soloları dönemi başlıyordu ve bunun öncüsü de elektro gitarı ilk kez kullanmaya başlayan T. Bone Walker'dı.Güneyde temelleri atılan hayata tutunmanın müziği Blues- özellikle davul, elektro gitar ve bass'ın eşlik ettiği Chicago Blues- kuzeye taşınacak, olgulaşmaya ve Amerika'nın dışında da hayran kitlelerini yaratmaya başlayacaktı: hem de Amerika'da Muddy Waters, John Lee Hooker, BB King, Chuck Berry, Elvis Presley, Jimi Hendrix, Janis Joplin, Bob Dylan; İngiltere'de ise Eric Clapton, The Rolling Stones gibi isimlerle. Tabi bir de İrlanda'lı Van Morrison vardı ki çoğu hayranına göre tanrı müzisyen olsaydı kesinlikle Van Morrisson olurdu.

80'li ve 90'lı yıllarda ise blues melodileri rock ve popüler müzik eserlerinde kullanılmaya başlandı ve safi blues ve jazz albümleri mainstream(ana akım) listelerde en başlarda yer almaya devam etti.

Blues tarihi'nin oldukça kısa bir özetini 17.Efes Blues Festivali'in Eskişehir durağına bir giriş paragrafı olarak derledim.

Kaynak:

1. http://blueslyrics.tripod.com/

2.http://www.efeskeyfi.com

3.G. Oakley, Blues Tarihi, Ayrıntı Yayınları

28 Kasım 2006, Eskişehir: Efes Blues Festival 17

Gelelim konser notlarına. Yeri geldiğinde Eskişehir'de verilen konserlerin atmosferinin oldukça keyifli olduğundan bahsederim. Çoğunlukla üniversite gençliğinden oluşan bir dinleyici kitlesi vardır ve sahnedeki müzisyen ile iyi bir iletişim kurarlar.-keşke olanak olsa da Eskişehir'de konser vermiş bir müzisyen de bu konudaki görüşlerini paylaşsa bizimle- Eskişehir gençliğinin en büyük avantajı birbirinden güzel organizasyonları keyifli bir ortamda ve cepleri boşaltmayacak bilet fiyatları ile izleyebilmesidir ki aslına bakarsanız kimi konserler için de öğlenleri simit-peynir yemeye değer. Dün akşamki konser için cebindeki son 15 lirası ile bilet aldığını söyleyen bir kız sanırım yukarıdaki tezimi doğruluyor.:)

Image Hosted by ImageShack.us

Everly Brothers, Kool&The Gang, The Box Tops ve Richie Havens ile Kuzey Amerika'yı baştan sona dolaşan ve daha sonra Chuck Berry, Johnny Winter, Robert Cray ve John Lee Hooker gibi isimlerle çalışan New Orleans'lı Michael Powers pek güzel siyah elektro gitarı ile 19:30 itibari ile konser mekanını ısıtmaya başladı. Şarkı aralarında sıkça "Eskişehir, We love you!" diyerek dinleyicisini mutlandırıp sahneyi muhteşem doğaçlamacı ve blues müzisyenliğinin yanı sıra pek sempatik bir stand-up'çı olan Lary Garner & Band' e bıraktı.

Image Hosted by ImageShack.us

Image Hosted by ImageShack.us

Lary Garner şarkı aralarında esprileri arda arda sıralayarak, şarkılarının nakaratlarını dinleyiciye vokal yaptırarak ve sahneden hoş hatunlara "Oh, babe, you're so sexy, I saw you dancing, com'on..." diye laflar atarak -bendeniz ne yazık ki sadece lovely woman olabildim ancak ama gene de Lary'e teşekkür ederim.:)-eğlencenin asıl kısmını başlattı. Sahneden şöyle bir göz gezdirmekle dinleyicilerin arasındaki "Broken Heart" ları birbir tespit etti.:) " This man from audiences seems like a broken heart man, and you, you, you too, all of you have broken hearts, right?" Powers ile ritim tutmaya başlayan ellere yavaş yavaş ayaklar ve vücut da eklendi, saat 9'a yaklaşırken kimse yerinde duramaz olmuştu, herkes kapladığı minicik alanda dans etmeye başladı ve bu enerji konserin bitimine kadar sürdü.

Image Hosted by ImageShack.us

Son olarak sahne Louisana'lı Buckwheat Zydeco ve grubunundu. Akordeon tınıları ile blues ritimlerini harmanlayan Buckwheat çalarken mekanda eğlence doruğa ulaştı. Keşke grup üyelerinin adlarını da bilsem de bass çalan beyaz, uzun saçlı sempatik adam ve grubun pek tonton dedesi diye tanımlamalar kullanmak yerine adları ile aktarabilsem.

Sonuç olarak hayaller listemize Blues'un doğduğu topraklara gidip ritim tutmak maddesini ekledik ve evde ağrıyan bacaklarımızı tuzlu suya koyup ferahlattık. Efes Pilsen biralara verdiğimiz paraların boşa gitmediğine sevinerek mavi bir uykuya daldık. Efes Blues Festivali'ni yakalayabileceğiniz diğer durakları öğrenmek için:http://www.efeskeyfi.com adresine bakabilirsiniz.

Keep On Say The Blues/Blues'a Devam...

Image Hosted by ImageShack.us

Köle olarak Amerika kıtasına gelmiş siyahlar kendi ritimlerini Amerika'daki müziklerle kaynaştırarak yeni bir akım yarattılar: Blues. Kelime anlamı "hüzün" olsa da ritimler tam aksine canlı ve eğlenceliydi, ancak hüzün liriklerde kendini belli ediyordu. Hayatın fazlasıyla içindeydi Blues, tarlada çalışan işçilerin türküsü, sıkmayan en iyi dost, sabah erken kalkanların, akşamında terkedilen kadınların müziğiydi.

Blues elbette ulaştığı bölgelerin de özelliğini alacak ve çeşitlenecekti: Memphis Blues, Delta Blues, Chicago Blues ,Texas Blues, Kansas Blues gibi. Göçmenlerin de etkisi ile gitar, mandolin ve keman Blues' un içine katılacaktı. Blues'da piyanonun ve nefesli çalgıların kullanılmaya başlaması ile R & B' nin, akabinde de kendinden sonraki en isyankar müziğin: Rock' ın temellerini atacaktı. Elektro gitar'ın Blues içinde kullanılmaya başlamasıyla dünyada muhteşem gitar soloları dönemi başlıyordu ve bunun öncüsü de elektro gitarı ilk kez kullanmaya başlayan T. Bone Walker'dı.Güneyde temelleri atılan hayata tutunmanın müziği Blues- özellikle davul, elektro gitar ve bass'ın eşlik ettiği Chicago Blues- kuzeye taşınacak, olgulaşmaya ve Amerika'nın dışında da hayran kitlelerini yaratmaya başlayacaktı: hem de Amerika'da Muddy Waters, John Lee Hooker, BB King, Chuck Berry, Elvis Presley, Jimi Hendrix, Janis Joplin, Bob Dylan; İngiltere'de ise Eric Clapton, The Rolling Stones gibi isimlerle. Tabi bir de İrlanda'lı Van Morrison vardı ki çoğu hayranına göre tanrı müzisyen olsaydı kesinlikle Van Morrisson olurdu.

80'li ve 90'lı yıllarda ise blues melodileri rock ve popüler müzik eserlerinde kullanılmaya başlandı ve safi blues ve jazz albümleri mainstream(ana akım) listelerde en başlarda yer almaya devam etti.

Blues tarihi'nin oldukça kısa bir özetini 17.Efes Blues Festivali'in Eskişehir durağına bir giriş paragrafı olarak derledim.

Kaynak:

1. http://blueslyrics.tripod.com/

2.http://www.efeskeyfi.com

3.G. Oakley, Blues Tarihi, Ayrıntı Yayınları

28 Kasım 2006, Eskişehir: Efes Blues Festival 17

Gelelim konser notlarına. Yeri geldiğinde Eskişehir'de verilen konserlerin atmosferinin oldukça keyifli olduğundan bahsederim. Çoğunlukla üniversite gençliğinden oluşan bir dinleyici kitlesi vardır ve sahnedeki müzisyen ile iyi bir iletişim kurarlar.-keşke olanak olsa da Eskişehir'de konser vermiş bir müzisyen de bu konudaki görüşlerini paylaşsa bizimle- Eskişehir gençliğinin en büyük avantajı birbirinden güzel organizasyonları keyifli bir ortamda ve cepleri boşaltmayacak bilet fiyatları ile izleyebilmesidir ki aslına bakarsanız kimi konserler için de öğlenleri simit-peynir yemeye değer. Dün akşamki konser için cebindeki son 15 lirası ile bilet aldığını söyleyen bir kız sanırım yukarıdaki tezimi doğruluyor.:)

Image Hosted by ImageShack.us

Everly Brothers, Kool&The Gang, The Box Tops ve Richie Havens ile Kuzey Amerika'yı baştan sona dolaşan ve daha sonra Chuck Berry, Johnny Winter, Robert Cray ve John Lee Hooker gibi isimlerle çalışan New Orleans'lı Michael Powers pek güzel siyah elektro gitarı ile 19:30 itibari ile konser mekanını ısıtmaya başladı. Şarkı aralarında sıkça "Eskişehir, We love you!" diyerek dinleyicisini mutlandırıp sahneyi muhteşem doğaçlamacı ve blues müzisyenliğinin yanı sıra pek sempatik bir stand-up'çı olan Lary Garner & Band' e bıraktı.

Image Hosted by ImageShack.us

Image Hosted by ImageShack.us

Lary Garner şarkı aralarında esprileri arda arda sıralayarak, şarkılarının nakaratlarını dinleyiciye vokal yaptırarak ve sahneden hoş hatunlara "Oh, babe, you're so sexy, I saw you dancing, com'on..." diye laflar atarak -bendeniz ne yazık ki sadece lovely woman olabildim ancak ama gene de Lary'e teşekkür ederim.:)-eğlencenin asıl kısmını başlattı. Sahneden şöyle bir göz gezdirmekle dinleyicilerin arasındaki "Broken Heart" ları birbir tespit etti.:) " This man from audiences seems like a broken heart man, and you, you, you too, all of you have broken hearts, right?" Powers ile ritim tutmaya başlayan ellere yavaş yavaş ayaklar ve vücut da eklendi, saat 9'a yaklaşırken kimse yerinde duramaz olmuştu, herkes kapladığı minicik alanda dans etmeye başladı ve bu enerji konserin bitimine kadar sürdü.

Image Hosted by ImageShack.us

Son olarak sahne Louisana'lı Buckwheat Zydeco ve grubunundu. Akordeon tınıları ile blues ritimlerini harmanlayan Buckwheat çalarken mekanda eğlence doruğa ulaştı. Keşke grup üyelerinin adlarını da bilsem de bass çalan beyaz, uzun saçlı sempatik adam ve grubun pek tonton dedesi diye tanımlamalar kullanmak yerine adları ile aktarabilsem.

Sonuç olarak hayaller listemize Blues'un doğduğu topraklara gidip ritim tutmak maddesini ekledik ve evde ağrıyan bacaklarımızı tuzlu suya koyup ferahlattık. Efes Pilsen biralara verdiğimiz paraların boşa gitmediğine sevinerek mavi bir uykuya daldık. Efes Blues Festivali'ni yakalayabileceğiniz diğer durakları öğrenmek için:http://www.efeskeyfi.com adresine bakabilirsiniz.

26 Kasım 2006 Pazar

" THE CATHEDRAL "

Kısa , şiirsel bir film. Jacek Dukaj ın bir hikayesinden uyarlanmış ve Tomek Baginski tarafından yönetilmiş. 2003 senesinde kısa film dalında Oscar sahibi. Aynı zamanda En İyi Animasyon Film dalında 2002 senesinde SİGGRAPH Festivali'nin birincilik ödülü almış. Tomek Baginski tarafından yönetilmiş ilk film. Bu kadar cok ödülü toplamasının sebebini filmi izlediğinizde anlıycaksınız. Özetle: Bilinen dünyanın sınırındaki bir Katedrale gelmiş bir seyyahın hikayesi. Cevaplarını bulmak istiyor . Bulduğu ise sükunet.



" THE CATHEDRAL "

Kısa , şiirsel bir film. Jacek Dukaj ın bir hikayesinden uyarlanmış ve Tomek Baginski tarafından yönetilmiş. 2003 senesinde kısa film dalında Oscar sahibi. Aynı zamanda En İyi Animasyon Film dalında 2002 senesinde SİGGRAPH Festivali'nin birincilik ödülü almış. Tomek Baginski tarafından yönetilmiş ilk film. Bu kadar cok ödülü toplamasının sebebini filmi izlediğinizde anlıycaksınız. Özetle: Bilinen dünyanın sınırındaki bir Katedrale gelmiş bir seyyahın hikayesi. Cevaplarını bulmak istiyor . Bulduğu ise sükunet.



" THE CATHEDRAL "

Kısa , şiirsel bir film. Jacek Dukaj ın bir hikayesinden uyarlanmış ve Tomek Baginski tarafından yönetilmiş. 2003 senesinde kısa film dalında Oscar sahibi. Aynı zamanda En İyi Animasyon Film dalında 2002 senesinde SİGGRAPH Festivali'nin birincilik ödülü almış. Tomek Baginski tarafından yönetilmiş ilk film. Bu kadar cok ödülü toplamasının sebebini filmi izlediğinizde anlıycaksınız. Özetle: Bilinen dünyanın sınırındaki bir Katedrale gelmiş bir seyyahın hikayesi. Cevaplarını bulmak istiyor . Bulduğu ise sükunet.



FALLEN ART

Pasifikte bir yerlerde. Eski unutulmus bır askeri üst Ordunun henuz vazgecmediği üst düzey görevliler ve son görevlerinin ardından akıllarını yitirmiş askerler.Orda, medeniyetten çok uzaklarda, kurallar ve kanunlar kendi kendine konmakta...

Çavus Al : Genç ve cesur, askerlerine olan sevgisini geliştirmeye çalışıyor.

Dr. Friedrich : Fotoğrafçılığını geliştirmeye çalışıyor.

General A : yaşlı ve aklını yitirmiş, sanatını yaratmakta. Bunu yaparken kağıt veya kumaş kullanmamaktadır, bambaşka bir yöntem geliştirmiştir.

"FALLEN ART"

Platige İmage tarafından üretilmiş, Oscar lı “ The Catedral “ in ardından “ Fallen ArtTomek Baginski tarafından yönetilmiş ikinci filmdir. Filmin müzikleri Fanfare Ciocarlia ' ya aittir.

* bu kısa animasyon film askerliği yerine getirilmemiş bir hayal gören bir grup insan tarafından yaratılmıstır.

KARAKTERLER

Kurbağa Britney

Bölüğün maskotu. Taşınan donmuş yiyecek ve eşyalar ile bir kaza sonucu mekana gelmiş bir kurbağa. Yapacağı daha iyi bir işi olmadığından oturmaktadır her zamankı yerinde. Bir miktar çim, fırtınasız temiz okyanus havası. Bir amfibi hayattan ne isteyebilirki başka? İşte burda bu kurbağa cennetini bulmuş durumda.

Dr. Johann Friedrich:

Bölüğün doktoru. 2. Dünya Savaşı’na geç kalmış ancak güncel çelişkilere çok erken doğmuş. Bundan hep memnuniyetsiz ve mutsuz. Asıl görevi acının analizi. İlerlemiş romatizma , çocukluğundan beri, hatta uyurken bile çekmeye devam ettiği ağrılarını dayanılmaz kılan sebep. Başkasının veya kendi acısı dışında, nasıl keyif alınacağını çok iyi öğrenmiş birisi. Bunların dışındaki hobisi ise fotograf çekmek.

General A:

Seçilerek gelmiş bir komutan, tercihen bir sanatçı. Askerleri kendisine “usta” demekte.














Er OA-7691:

Ordunun

her işe koşan ürünü. Gelişmiş üstün özellikler. Standart boy, kilo ve karakter. Asla emirlere karşı gelmeyen, bireysel davranışlar sergileyerek şaşkınlık yaratmayan , içsel beslemesi minimuma indirilmiş. Gönüllü doğmuş.değişime ayak uyduran,tek parça yada parçalı halde.


Çavuş Al :

Gurur ve narsizmi amcasından almış. Etkileyici vücudu ise annesinden. Astlarını çok sevmekte. Hem de çok. Onlar. Alternatiflerin azlığından, onlar da sevmektedir kendisini. Sevgi, barakalarda, özellikle geceleri daha da büyümektedir.ne var ki al orduyu hizmet ettiğinden daha çok sevmektedir. Ne zaman ordu çağırsa, hiç çekinmeden, her zaman askerlerini ölümlerine yollamaya hazırdır. Bu olayın ardından duygu yoğunluğundan ağlamaktadır kendisi. Sonuçta kimsenin kalbi taştan değildir.

dblock
Adblock
Adblock
Adblock
Adblock
Adblock

FALLEN ART

Pasifikte bir yerlerde. Eski unutulmus bır askeri üst Ordunun henuz vazgecmediği üst düzey görevliler ve son görevlerinin ardından akıllarını yitirmiş askerler.Orda, medeniyetten çok uzaklarda, kurallar ve kanunlar kendi kendine konmakta...

Çavus Al : Genç ve cesur, askerlerine olan sevgisini geliştirmeye çalışıyor.

Dr. Friedrich : Fotoğrafçılığını geliştirmeye çalışıyor.

General A : yaşlı ve aklını yitirmiş, sanatını yaratmakta. Bunu yaparken kağıt veya kumaş kullanmamaktadır, bambaşka bir yöntem geliştirmiştir.

"FALLEN ART"

Platige İmage tarafından üretilmiş, Oscar lı “ The Catedral “ in ardından “ Fallen ArtTomek Baginski tarafından yönetilmiş ikinci filmdir. Filmin müzikleri Fanfare Ciocarlia ' ya aittir.

* bu kısa animasyon film askerliği yerine getirilmemiş bir hayal gören bir grup insan tarafından yaratılmıstır.

KARAKTERLER

Kurbağa Britney

Bölüğün maskotu. Taşınan donmuş yiyecek ve eşyalar ile bir kaza sonucu mekana gelmiş bir kurbağa. Yapacağı daha iyi bir işi olmadığından oturmaktadır her zamankı yerinde. Bir miktar çim, fırtınasız temiz okyanus havası. Bir amfibi hayattan ne isteyebilirki başka? İşte burda bu kurbağa cennetini bulmuş durumda.

Dr. Johann Friedrich:

Bölüğün doktoru. 2. Dünya Savaşı’na geç kalmış ancak güncel çelişkilere çok erken doğmuş. Bundan hep memnuniyetsiz ve mutsuz. Asıl görevi acının analizi. İlerlemiş romatizma , çocukluğundan beri, hatta uyurken bile çekmeye devam ettiği ağrılarını dayanılmaz kılan sebep. Başkasının veya kendi acısı dışında, nasıl keyif alınacağını çok iyi öğrenmiş birisi. Bunların dışındaki hobisi ise fotograf çekmek.

General A:

Seçilerek gelmiş bir komutan, tercihen bir sanatçı. Askerleri kendisine “usta” demekte.














Er OA-7691:

Ordunun

her işe koşan ürünü. Gelişmiş üstün özellikler. Standart boy, kilo ve karakter. Asla emirlere karşı gelmeyen, bireysel davranışlar sergileyerek şaşkınlık yaratmayan , içsel beslemesi minimuma indirilmiş. Gönüllü doğmuş.değişime ayak uyduran,tek parça yada parçalı halde.


Çavuş Al :

Gurur ve narsizmi amcasından almış. Etkileyici vücudu ise annesinden. Astlarını çok sevmekte. Hem de çok. Onlar. Alternatiflerin azlığından, onlar da sevmektedir kendisini. Sevgi, barakalarda, özellikle geceleri daha da büyümektedir.ne var ki al orduyu hizmet ettiğinden daha çok sevmektedir. Ne zaman ordu çağırsa, hiç çekinmeden, her zaman askerlerini ölümlerine yollamaya hazırdır. Bu olayın ardından duygu yoğunluğundan ağlamaktadır kendisi. Sonuçta kimsenin kalbi taştan değildir.

dblock
Adblock
Adblock
Adblock
Adblock
Adblock

FALLEN ART

Pasifikte bir yerlerde. Eski unutulmus bır askeri üst Ordunun henuz vazgecmediği üst düzey görevliler ve son görevlerinin ardından akıllarını yitirmiş askerler.Orda, medeniyetten çok uzaklarda, kurallar ve kanunlar kendi kendine konmakta...

Çavus Al : Genç ve cesur, askerlerine olan sevgisini geliştirmeye çalışıyor.

Dr. Friedrich : Fotoğrafçılığını geliştirmeye çalışıyor.

General A : yaşlı ve aklını yitirmiş, sanatını yaratmakta. Bunu yaparken kağıt veya kumaş kullanmamaktadır, bambaşka bir yöntem geliştirmiştir.

"FALLEN ART"

Platige İmage tarafından üretilmiş, Oscar lı “ The Catedral “ in ardından “ Fallen ArtTomek Baginski tarafından yönetilmiş ikinci filmdir. Filmin müzikleri Fanfare Ciocarlia ' ya aittir.

* bu kısa animasyon film askerliği yerine getirilmemiş bir hayal gören bir grup insan tarafından yaratılmıstır.

KARAKTERLER

Kurbağa Britney

Bölüğün maskotu. Taşınan donmuş yiyecek ve eşyalar ile bir kaza sonucu mekana gelmiş bir kurbağa. Yapacağı daha iyi bir işi olmadığından oturmaktadır her zamankı yerinde. Bir miktar çim, fırtınasız temiz okyanus havası. Bir amfibi hayattan ne isteyebilirki başka? İşte burda bu kurbağa cennetini bulmuş durumda.

Dr. Johann Friedrich:

Bölüğün doktoru. 2. Dünya Savaşı’na geç kalmış ancak güncel çelişkilere çok erken doğmuş. Bundan hep memnuniyetsiz ve mutsuz. Asıl görevi acının analizi. İlerlemiş romatizma , çocukluğundan beri, hatta uyurken bile çekmeye devam ettiği ağrılarını dayanılmaz kılan sebep. Başkasının veya kendi acısı dışında, nasıl keyif alınacağını çok iyi öğrenmiş birisi. Bunların dışındaki hobisi ise fotograf çekmek.

General A:

Seçilerek gelmiş bir komutan, tercihen bir sanatçı. Askerleri kendisine “usta” demekte.














Er OA-7691:

Ordunun

her işe koşan ürünü. Gelişmiş üstün özellikler. Standart boy, kilo ve karakter. Asla emirlere karşı gelmeyen, bireysel davranışlar sergileyerek şaşkınlık yaratmayan , içsel beslemesi minimuma indirilmiş. Gönüllü doğmuş.değişime ayak uyduran,tek parça yada parçalı halde.


Çavuş Al :

Gurur ve narsizmi amcasından almış. Etkileyici vücudu ise annesinden. Astlarını çok sevmekte. Hem de çok. Onlar. Alternatiflerin azlığından, onlar da sevmektedir kendisini. Sevgi, barakalarda, özellikle geceleri daha da büyümektedir.ne var ki al orduyu hizmet ettiğinden daha çok sevmektedir. Ne zaman ordu çağırsa, hiç çekinmeden, her zaman askerlerini ölümlerine yollamaya hazırdır. Bu olayın ardından duygu yoğunluğundan ağlamaktadır kendisi. Sonuçta kimsenin kalbi taştan değildir.

dblock
Adblock
Adblock
Adblock
Adblock
Adblock

25 Kasım 2006 Cumartesi

Yaş 23, Yolun Neresi?


"Dene ve yenil... Tekrar dene, tekrar yenil... Daha iyi yenil..."

Beckett


Ah evet biliyorum, 23 yolun daha başı bile değil. Beckett ne güzel söylemiş... Defalarca denenecek ve yenilip devap edilecek bir hayat var hepimizin önünde.



Şu anda "Girl, You'll Be A Woman Soon" adlı şarkıyı dinliyorum, hem de Neil Diamonds ve Pulp Fiction soundtrack'i olan Urge Overkill versiyonları ardı ardına çalıyor, kendime doğumgünü şarkısı olarak bu güzellikleri seçmem tesadüf değil.



Takvimler 26 Kasım'ı gösteriyor, şimdilik havalar kıvamında sonbahar tadında geçmekte. 1983 tarihinin üzerinden 23 sene geçmiş.


Yeni yaşımda artık banka, su, elektrik idaresinde görevli memurelerin, öğrenci işlerindeki hanımların, kasiyerlerin "canım, ne istemiştin?" tarzı samimi sorularının artık resmi bir dile dönüşmesini diliyorum. Sanırım tipime bakınca "siz" demeyi kendilerine yediremiyorlar ama ben bu vıcık hitaplardan hoşlanmıyorum. Ama artık koskoca(!) 23 yaşında olduğuma göre en azından resmiyet gerektiren kimi işlemlerde "siz" denilmeyi hakediyor olsam gerek...Yegane yaşgünü dileğim budur.


Ayrıca büyüyünce Venezuella'ya gitmek, üzerinde çizgi roman kahramanları olan üstü açık bir kırmızı vosvos sahibi olmak, Varekai'yı canlı izleyebilmek, bağbozumu zamanında Bozcaada'da güneşi batırmak, Meksika'da tekila şişesinde kurt olmak gibi hayallerim var, dahası da var ama hepsi büyüyünce olacak...Bir gün elbet...


Pulp Fiction demişken ( birebir Pulp Fiction dememiş olabilirim ama "girl, you'll be a woman soon"dan bahsettim) neydi o Mia'nın fıkrası? Komik değil demişti ama ilk duyduğımda gözümden yaş gelmişti gülerken: "Bir anne, bir baba, bir de bebek domates yolda gidiyormuş. Bebek domates geride kalmış. Baba domates buna kızmış, bebek domatesin yanına gidip ayağıyla ezmiş ve ne demiş biliyor musunuz? Ketçap.... Ketçap..." Soğuk bir şaka değil mi? Türkçeye çevirince anlamsız ama İngilize orjinalini okuyun: "Three tomatoes are walking down the street, a poppa tomato, a momma tomato, and a little baby tomato. the baby tomato is lagging behind the poppa and momma tomato. the poppa tomato gets mad, goes over to the momma tomato and stamps on him -- and says: catch up." Hala mı gülmediniz? Siz büyümüşsünüz canım...


"Don't look back in anger" çalıyor şimdi de, geçmişe lanet etmeden/kızmadan bakabilmek için daha çok erken, henüz o kadar büyüyemedim ne yazık ki...


Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | Best Web Hosting Coupons