1 Kasım 2006 Çarşamba

Cide Deyince...

Rıfat Ilgaz, Batı Karadeniz'in Kastamonu ilinin deniz kıyısında konuşlanmış ilçesi Cide için şunları der: "“Cide, doğduğum eşsiz benzersiz memleket, ne iyi etmiş de annem beni bu cana yakın memlekette doğurmuş! Her şeyimi yitirdiğim günlerde Cide’nin belleğimin duvarlarına yansıyan görünümü ile dirilir, yaşama gücümü tazelerdim..”



“….Ciğerlerim havaya ilk burada kavuşmuştu.. Demek vücudum buranın havasına, suyuna, besinine, göre oluşup gelişmişti.. Gözlerim buranın görünümüne bakarken daha dingindi. Kim bilir sinirlerim, sağduyum, bilinçaltım da öyle olmalıydı..”



“ Rıfat ilgaz denince akla karadeniz gelir; önce Memişköylü, sonra Cideli oluşum.. Cideli olduğumu yapıtlarımda gösterişim; kimilerinin sandığı gibi Cide’ye, memleketime turistik katkıda bulunmak için değil, doğanın güzelliğini doğa-insan ikilemi, değerlendirilmemiş üretimi, sömürüyü, geri kalmışlığı, bulup cıkarabilmek(…) Bu gerçekleri yeryüzü insanlarına gösterebilmek.. Demek ki amacımın içinde yöresel olmaktan çok evrensel olabilme çabası var..”




“... İlk izlenimlerim, doğa-toplum ilişkilerim, insan sevgim burada biçimlenip uç verdi, halkı, köylüyü, kıtı kıtına yaşayan insanları burada tanıdım(…) ala köylü dendi mi, Cide köylüsü gelir aklıma...”






Cide çok ama çok uzaklarda sandığım, uğruna o meşhur "Gitmesek de görmesek de, o köy bizim köyümüzdür." şarkısını mırıldandığım, hakkında 14 km uzunluğunda kalp şeklinde bir kumsalı olduğu ve Kastamonu'nun denize kıyısı olan sevimli bir ilçesi diye adlandırıldığı gibi beylik bilgilere sahip olduğum anne tarafından memleketimdir.




Cide'de kaldığım 48 saate elimden geldiğince güzelliklerini sığdırmaya çalıştım. Cide yeşilin her tonunu cömertçe sergileyen ormana sırtını dayamış, eteğine ise Karadeniz'in turkuaz sularını almıştı, manzara harkulade ve büyüleyici idi ama bütün bunlardan daha çok ilgimi cezbeden, beni peşinde koşturan Cide'nin evleri oldu. Annemin dedesi'nin ve teyzesinin evlerinin kapıları açıldı ardına kadar bana ve her odasının ahşap kokusunu doya doya içime çekebildim, eski eşyalara dokunabildim, ilk ağızdan anılarını dinleyebildim. Bahçelerinde mis gibi elmalar yedim, cevizler kırdım ve karga kovaladım. Cide'ye affettirmeye çalıştım kendimi geç kalmışlığım/ görmüşlüğüm için. Çok anlatacak şeyim var, Büyük Dedem'in evi, Çatlak Bediha'nın ünlü ahşap evi ve ayak üstü okuyuverdiği maniler, Cide lakapları, cevizli ev baklavaları-bahçe domatesleri ve Fahamet Teyze'nin yemekleri gibi. 48 saate ben bunları sığdırabildim anca, bilmem siz Cide'yi görmek ister misiniz birgün? Giderseniz neler takılır hafızanıza, neler yansır objektifinizden? Dahası Cide'yi paylaşır mısınız başkaları ile? Der misiniz Cide denen bir memleket varmış, epi topu 8 saatmiş İstanbul'a, Amasra'ya pek yakın, yolları pek yeşilmiş diye?.

0 yorum:

Yorum Gönder

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | Best Web Hosting Coupons