Birkaç gündür akademik kaygılara ve ev toplama telaşına düştüm, yazamıyorum. Sıkıntılı bir 15 gün geçirdim, son üç günde ise kabus gibi iki dersten geçtiğimi ve mezun olduğumu öğrendim, birlikte zaman geçirmekten keyif aldığım kulübümüzle son toplantımızı yaptık, kızlarla vakit geçirdik ve dün Ülker ile Little Miss Sunshine filmine gittik. Gülmeyin, bu filmin İstanbul’a 2 ay kadar önce geldiğini biliyorum. Çok vizyonik (bu sözcüğün patentini alabilirim) bir filmler İstanbul ile aynı anda vizyona girse de gişe başarısı beklenmeyen filmlerin afişleri geç asılıyor ve bir haftadan fazla durmuyor.
Little Miss Sunshine, 2007 Oscar En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu, En İyi Özgün Senaryo; 2007 Bafta En İyi Özgün Senaryo, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu; 2007 César En İyi Yabancı Film Ve 2006 San Sebastian İzleyici ödüllerini alan bir film. Konusu “başarısız bir intihar, bir boşanma, bir çocuk güzellik yarışması, havada uçuşan kaybeden/kazanan tanımları” ekseninde dönüyor. Aileye tipik bir Amerikan ailesi demek ne derece doğru, tartışılır zira Nietche hayranı bir ergen, intihara meyilli gay bir dayı, güzellik yarışmasına katılıp Amerika’nın Little Miss Sunshine’ı olmak isteyen küçük kız Olive, uyuşturucu bağımlısı bir dede, kocasının kazanan zırvalarından sıkılmış bir anne ve kazanmaya takık bir baba. Herbiri şahsına münhasır bu aile bireyleri bir yol öyküsünde “aile olmayı” öğreniyorlar, konunun özü özeti bu.
Üzerimize kusulan güzellik kıstasları artık 9 yaşındaki küçük kızları da kapsar oldu. Little Miss Sunshine, California’da bir otelde gerçekleştirilen güzellik yarışması görüntüleri aracılığıyla bu duruma eleştirisel bir bakış açısıyla yaklaşıyor ve hep kazanmak, hep spotların altında olmak, hep isminin anılması gibi kavramları Olive ve ailesi üzerinden irdeliyor. Dedenin ölmeden önce Olive’e öğrettiği ve salondaki bütün kokoşların değerlerini derinden sarsan seksi gösteri ve aile üyelerinin Olive’e “ne yaparsan yap, kızımızsın” dansları filmin en eğlenceli, bir o kadar da derdini anlatan sahneleri. Filmin en iyi tarafı ise her şey bitip de eve dönme zamanı geldiğinde “ailemizi seçemeyiz, ama her türlü kusura rağmen aile olmayı öğrenebiliriz” düşüncesi ile seyirciyi yüz yüze bırakması.
Little Miss Sunshine, bütün oyuncularıyla, görüntü yönetimiyle, öyküsü ve müzikleriyle takdiri hak eden ve arşive katılması gereken bir yapım. Filmin müzikleri ise özel ilgiyi hak edecek kadar başarılı, Devotchka adlı müzik grubunu keşfetmemize vesile oldu, iyi de oldu.
Film Künyesi:
Yönetmenler: Jonathan Dayton, Valerie Faris
Senarist: Michael Arndt
Oyuncular:
Olive : Abigail Breslin
Richard: Greg Kinnear
Dwayne: Paul Dano
Büyükbaba: Alan Arkin
Sheryl: Toni Collette
Frank: Steve Carell
Bağlantılar: http://www.devotchka.net/cms/?q=
Ek: Forum İstanbul’a eklenen iki linki buraya da aktarmak istiyorum. Ayasofya ile ilgili bir e-kitap ve Youtube’da İstanbul fotoğrafları eşliğinde seslendirilmiş İstanbul şiiri için buraya ve buraya tıklayabilirsiniz. Ekleyen arkadaşlara teşekkürlerimle...
2 yorum:
Kesinlikle favori filmlerimden. İzlediğim en iyi aile filmlerinden, her şeyden biraz var. Sonu nasıldı ama? Karnım ağrımıştı gülmekten...
Haklısın Fıratcım, sonunda ufaklık muhteşem, bütün kokoşları altüst ediyor! Dedeye teşekkür etmek lazım gelir, gösterisine güzel hazırlamış ve ileri görüşlü bir dedeymiş. Alan Arkin de doğrusu döktürmüş rolünde.:)
Yorum Gönder