Böyle bütün kedi gibi her bulduğum kalorifer peteğine sırnaştım, hırkamı, yetmedi paltomu geçirdim sırtıma, yetmedi atkımı sıkıca doladım burnuma, bütün bir kış üşümediğim kadar üşüdüm. Her gördüğüm sandalyeye iliştim, tesbih böceği gibi büzüldüm, yaşlı teyzeler gibi oturduğum yerde uyukladım.
Dün akşam izlediğim Haneke filminden hiçbir şey anlamadım, kirli suyla dolu kovaya ayağım çarptı, 5 su silmek zorunda kaldım odayı. Nihayet yastığa başımı koyduğumda saat 4 falandı, ne menem bir biyolojik saatse 6’ da yataktan fırladım. Yine tehdit savurdum: “Bana bak biyolojik saat misin, nesin! Erken öten horozun başını keserler bilmez misin sen?” Başladı yine şizopatik tehditlere diye vırvırlanıp tınlamadı bile. Bildiğini okuyacak yarın da, öbür gün de, bir ertesi gün de. Sabah da ayakkabı ayağımı vurdu, sonra su borusunun altından geçince fark etmeden yağmurun biriktirdiklerini iliklerime kadar aldım, bir de 34 plakalı bir BMW çamur sıçrattı. İstanbul, bütün b.ktan huyların cehennemin dibine de gitsem beni bulmak zorunda sanki!
Daha yeni ısındım. Calexico iyi fıkırdatıyor. İyi de iç sızlatıyor ayrıca. Keşke okula giderken alsaymışım CD’yi yanıma, o kadar titrerken boş bir sınıfa girip dans eder, kendime gelirdim. Bir başka yağmurlu perşembeye artık…Nihayet üşümüyorum ve iyiyim. İyi. İ-yi… "Burn That Broken Bed, Sebastian! çünkü "Sinir Krizinin Eşiğindeki Kadınlarla Yaşamak" zor zanaat! (bu son dediğimi bir ben bir de bir-iki kişi daha anlarsa anlar, ne güzel...)
0 yorum:
Yorum Gönder