23 Nisan 2007 Pazartesi

Artık kısa cümleler kuruyorum...


Eskişehir’den merhaba! Kah oraya, kah buraya savruluyorum gün be gün, savruluyorum da gidip gelişlerim neyse ki yalnızca iki şehir arasında… Gayet hiperaktif bir günümdeyim bugün, gün akşam oldu ama enerjim bitmedi nedense, bir havailik, bir yerinde duramama, bir “onu da yapacağım, bunu da bitireceğim” deme…Aklım bir karış havada, sen tut, perşembeye yetişmesi gereken analiz ödevini “taslak” bölümüne kaydetme gmail’in, dizüstü Huriye'de bırak. (Huriye benim dizüstü Toshiba'nın adı.) Neyse ki ne yazdıysam hala aklımda ve neyse ki sevdiğim bir dersin ödevi: Sinema Sosyolojisi. Bu yüksek doz “Beautiful Ones” halim geçmeden yeniden analizimi klavyelemem lazım. Neyse ki tezi unutmamışım, İstanbul'da 4-5 sayfanın hakkından gelmiştim zira...


Trende öyle 5,5 saat nasıl oturdum yerimde bilmiyorum doğrusu. Aslında kah yemekli vagonda soğuk bira içtim, kah trenin muhtelif camlarından akıp giden kasabalara, şehirlere baktım. Sonra oturdum, yarım kalan Bizansiyya’yı ve Mıgırdiç Magrosyan’ın “Biletimiz İstanbul’a Kesildi” adlı kitabını bitirdim. Mütemadiyen bileti iki şehir arasına kesilip duran bir göçebe olarak yazarın anlatım dilini, hergeleliğini, ince mizahını çok sevdim diyebilirim. Bir Diyarbakır Ermenisi olan yazar kendi yaşam öyküsünden kesitleri paylaşıyor kitabında. Diyarbakır’da Ermeni, Kürt, Türk, Zaza, Süryani ve pek çok mezhepten insanlarla büyüyen yazar yaşadıklarını samimi bir dille paylaşıyor. Kitabın her öyküsü çok keyifli olsa da beni asıl kıs kıs güldüren öykü “Elmalı Balayı” oldu. Adem ve Havva’nın yaradılışına değişik bir yorum getiren yazarın kaleminden benim gibi akıllı(!) kızlar çeşitli dersler de çıkarabilirler. Şimdi bu ibret verici paragrafı hep birlikte okuyalım ve akabinde ne ders alabilirmişiz görelim:

“Ademciğim! Bakıyorum da günlerden beri sanki kafanı kurcalayan bir şey var. Dalıp dalıp gidiyor, sorularıma hep kısa cevaplar veriyorsun: “Hı…Evet! Yo! Hayır! Belki… Galiba…Zannetmiyorum…Olabilir… Mümkündür…” Böylesi kaçamak cevaplarına, geçiştirmelerine bir anlam veremiyorum. Nedense fazlasıyla sinirli ve gerginsin. O kadar ki seninle hiç dost değilmişiz, iki ayrı dünyanın insanıymışız sanki…Hayır! Yoksa benden gizlediğin ve söylemeye çekindiğin, benim bilmemem, benim duymamam ve de sadece kendine ait, yalnızca ve yalnızca seni ilgilendirdiğine inandığın, bu ölümsüz alemde içini kemiren bir şey mi var?Ancak, anlatıp boşalmak, deşarj olmak, stres atıp rahatlayarak derin bir “oh” çekmek için zaman ve zemin müsait olduğunda, şunu kesinlikle bilmeni isterim ki seni can-ı gönülden dinleyeceğimi ve tabi ki elimden gelirse, kafanı meşgul eden sorunlarını çözmek için elimden geldiğince, karınca kararınca yardımcı olacağımı tüm samimiyetimle belirtmeyi görev addediyorum. Bütün bu içtenliğimle yeniden soruyorum: Tanrı aşkına söyler misin, neyin var?”

“Hiçbir şeyim yok, sana öyle gelmiş…”

Buyrun buradan yakın… Konuş, konuş, konuş, bütün iyi niyetini sözcüklere, cümlelere dök, karşılığında aldığın cevap iki sözcükten ibaret olsun. İbret al ey kadın! Erkek denilen türün dikkati 15 saniyedir, daha sonrasını bir filmdeki hızlanmış çekim gibi bıızzzıbızızzzzzvıdıdıdıdıdırdırdır… şeklinde duyarlar. O nedenle “Neyin var kardeşim? Anlatacaksan anlat, anlatmayacaksan sen bilirsin!” deyip kısa kesmek gerekir. Bunu zamanında yukarıdaki gibi cümleler kurmuş ve empati yaptığını, iyi bir dinleyici olduğunu sanmış biri olarak ben söylüyorum. Artık bıraktım, geçmiş olsun, artık kısa cümleler kuruyorum…(şebnem buraaaya, şebneeem buraayaaa!)

Son olarak; kitabı edinip okuyun derim naçizane... Zaten ben de kitap ile ilgili yeni birşeyler karalayacağım. Bu yazıda beni gülümseten bir bölümünden bahsetmek istedim yalnızca. "Biletimiz İstanbul'a Kesildi" her ne kadar İstanbul'daki azınlıklardan ziyade Anadolu'da yaşayanları anlatsa da içinden İstanbul geçen kitaplara meraklı okuyucular için de atlanmaması gereken bir eser.

Son bir öneri: Patrick Wolf: The Railway House. Bütün tren yolculuğu boyunca bunu başa alıp alıp dinledim. Dinleyin derim. Patrick Wolf. O da ayrı bir vaka... The Railway House 2005 tarihli Wind In The Wires albümünden. Diğer bir güzel şarkısı The Gypsy King'in videosunu için de buraya tıklayabilirsiniz. Bu videoda beni benden alan şarkı kadar şu arkadaki Wolkswagen Bus oldu, Patrick'i sevmek için bir neden daha buldum. Eliniz değmişken diğer videoları da izleyin, neden vaka dediğimi anlayacaksınız. :) Bakın bakalım bu videodaki hippy Patrick ne gibi hallere bürünmüş başka?

2 yorum:

linda dedi ki...

ezgiiiii.... burda gecen dıyalogu gunluk hayatta hepımız yasadıgımız ıcın ve hayatımızdaki gelişmelerin ortaklıgından yola cıkarak tesekkur edesım geldı. bır de sankı burda yazanların aynısını cok yakın bır arkadasımdan bırebır duymus gıbı hıssedıyorum :) herseye ragmen; soylemenın yapmaktan daha kolay oldugunu hatırlatmak ıstıyorum.

Ezgi dedi ki...

Evet, söylemek yapmaktan daha zor, hele ki bizim gibi analizci ve çenesinin zembereği boşlukta dolananlar için.

Konuştukların, anlattıkların en nihayetinde karşındakinin anladığı kadar. Hem o paragrafı okurken ben bile yoruldum, biz kadınlar edebiyata ve dramatikliğe meyilli miyiz ne? Biz yine kızkızayken uzun cümleler kuralım daha dogrusu kısa cümleler kurulacak yerler var kurulmayacak yerler var.

Bak iki cümlede anlatacağım işi nasıl uzattım gene...

Yorum Gönder

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | Best Web Hosting Coupons