İkisinin de ortak yönü Fransız filmi olmaları, birincisyle ilk defa Eskişehir’de, okulun en, en, en sevdiğim mekanlarından biri olan Sinema Anadolu’da tanışmıştım: La Fille Sur Le Pont (Köprüdeki Kız). Siyah-beyaz filmde görülen gökkuşağı, köprüler, Sein Nehri, intiharlar, kafasında bıçakla piyano çalan adamlar, Marianne Faithful, Brenda Lee, sevgisini bıçak atarak anlatan bir adam ve bütün aşkına rağmen kaçıp gitmeyi, terk etmeyi tercih eden avanak bir kadın (avanak diyorsam birine, sevgimdendir.), telepati, hicaz oyun havası, nargile, İstanbul, Galata Köprüsü, hayret kavuştular! şaşkınlığı. Fin.
İkinci film ise Jeux D'enfants (Cesaretin Var mı Aşka?) Büyüyünce zorba olmak isteyen bir erkek çocuğu, büyüyünce kayısılı turta olmak isteyen bir kız çocuğu, var mısın/ yok musun? oyunu,
Sinema Günleri’nin websitesindeki flashta şöyle bir mizansen yaratmışlar: Arka planda Odunpazarı evleri, önde mavi sularıyla Porsuk Nehri ve içinde rengarenk balıklar zıplıyor. Ama o balıklar siz dokunmadıkça gözükmüyorlar. Demek istiyorum ki bazı şeyler onları sizden bir parça yapmadıkça anlam kazanmıyor. La Fille Sur Le Pont’un gökkuşağı sahnesi siz bahçedeki fıskiyelerden yansıyan güneş ışınlarının oluşturduğu minik gökkuşağını farkedemedikçe yalnızca romantik bir Fransız filmindeki bir sahne olarak kalıyor. Eğer gökkuşağının yalnızca gökyüzünde olduğuna inananlardansanız zaten bu filmler için yapıştıracağınız yafta hazırdır: sürreal.
*Var mısın, yok musun?
-Ek: Bir zamanlar "Rebeka" diye bir şarkı vardı ya, hani küçüktük... Neden bahsettiğini anlamadan fıkırdardık televizyonda çıkınca. Onu buldum ben, hatırlamak isteyenler tıklayabilir bu linki.
0 yorum:
Yorum Gönder