1 Ocak 2007 Pazartesi

En kötü gün böyle olsun...

Hala İstanbul'a olumlu bir bakış açısı ile bakmaya çalışıyorum, çok kalabalık ve artık yaşanmaz hale geldi diyenlerle dişe diş tartışıyor, hala bütün olumsuzluklarına rağmen benim için vazgeçilemez olduğunu anlatıyorum. Sokaklarında üç maymunu oynamayı çok istemekle birlikte bu kentin pek sakin olamayan sakinleri buna izin vermiyor. "Ahh nerde o eski İstanbul" diyebilecek kadar yaşamadım bu kenti, ben doğduğumda çoktan başlamıştı kirlenme, ama yine de ilk gençliğimden şimdiye bile fazla hızlı bir değişim halinde. Yok, kesinlikle trafik insanı öldürüyor, insanlar saygısız, çok kalabalık, insanın evden çıkası gelmiyor vs. den bahsetmeyeceğim, onlar malumunuz zaten. Bugün Ortaköy denen ve bir zamanlar okuldan kaçıp kaçıp ayağımızı kayalardan sarkıtarak simite çay bandığımız o mendebur yerde yaşadığımız sinir harbinden bahsetmeye de lüzum yok, kendi paramızla rezil olmak yeterli bir açıklama olacaktır sanıyorum. Gene aynı yerde tavşan kürkünden yapılmış atkı-kulaklık-şapka vs. satıp da Çin'den ucuza geldiğini, 5 katına sattığını ve kapış kapış gittiğini, kendisi satmasa bir başkasının satacağını, bu modasal fırtınanın maddi getirilerinden elbetteki geri kalmaması gerektiğini söyleyen ama katliamı görmezden gelen dükkan sahibinin düşünce yapısı ile zaten herkes tükürüyor diye ciğerindeki bütün balgamı söküp tam ayağınızın dibine sallayan şehirlinin(!) mantalitesi arasında fark yok ama bundan da bahsedecek değilim doğrusu.


İster inanın ister inanmayın ama ben dün dolmuşta giderken vasiyetimi yazdım. Ama bu vasiyet başka vasiyet, dolmuş şöförü gaza bastıkça ve hayatım gözümün önünden film şeridi gibi geçerken dinlemek istediğim son şarkıların hangileri olabileceğini şöyle bir düşündüm. Çantamda Corto Maltese'in Tango serüveni vardı, acaba benden sonrakilere bir hatıra kalsın,okudukça beni hatırlasınlar diye ilk sayfasına bir şeyler karalayıp bıraksam mı diye bile düşündüm. Ne tesadüf, kendi hazırladığım CD de yanımdaydı, şöför şaha kalktıkça Mötley Crüe' den "Too Young to Fall In Love" un "why don't you just set me free" serzenişi beynimde çınlıyor, arabanın hızı arttıkça sözü Joy Division'dan Failure alıyor, "in his way he was the only one" diyerek biraz yüreğime su serpiyordu doğrusu, kaptan şöförümüz hakikaten iyiydi, aracı ara yollardan sürerek Göztepe'den Acıbadem'e 15 dakikada ulaştırmayı başardı. Johnny Cash ki pek severim, "I'm So Lonesome, I Could Cry" demeye kalktı ama derhal pas geçildi. Kusura bakma Cash, melankoli zamanı değil... Ne de olsa "Time is On My Side". Mı acaba? Zamanı yakalama gibi bir dert olmamalı galiba, ama zamanlamalar önemli hani...Yoksa Ian Curtis "Love Will Tear Us Apart" ile nasıl bam teline dokunur? "... A cripple walks in a straight line/an imitation of dignity/ from despair to where..." diye başladı Manics sonra, gerçekten nereye kadar yahu, son durak neresi? "High on diesel and gasoline/psycho for drum machine..." diye Suede alınca sazı eline eş zamanlı olarak bizim sarı dolmuş harika salvolarla birinci köprüyü geçmekteydi, boğazın rengi pek güzel ama trafiği pek yoğundu. Vasiyetin en görkemli son şarkısındaydı sıra, "Babe, I'm Gonna Leave You." Siz kinayeyi hemen anladınız biliyorum...Bu şarkıdaki "babe" sözcüğünden kastedilen dünya pek tabi ki..."Şöför bey biraz daha gazlarsanız hep birlikte mevlamızı bulacağız..." diye çevirebiliriz kısaca...


Ama "kötüye birşey olmaz" ne de olsa, Ezgi yılbaşında güzel insanların sofrasında nevaleye ortak oldu, iki şişe şarabın dibinin bulunmasına katkıda bulundu, Tania'nın milli mezesi olan Topik yedi, İlknur ile aylardır sayıkladıkları deniz börülcesi hususunda avuçlarını yaladılar zira börülce kışın olmazmış. Bol sızmalı pazı sapı kavurması, pazı ve zeytinyağlı dolma, haydari ve patlıcan salatası ile rüyaları gerçek oldu. Sirtaki dinledi, sohbet etti...Geri saydı...Canon'unu sayıkladı... Gözünden bir damla yaş akmadan derhal susturuldu. Bir yaş daha aldı... En kötü gün böyle olsundu yani. Sabah uyandığında odadaki çiçekli perdelerin desenini Tayyip'in suretine benzetti, şaraba suçu atmadan önce İlknur'a sordu, benziyor hakikaten cevabını alınca Taniş'i canından bezdirdi Tayyip'i gördük biz diye tutturarak..."Çiçek onlar, ne Tayyip'i? Yatak odasında onun suretinin ne işi var deli sarhoşlar..." menşeli bir zılgıt yenip oturuldu. Sonra eve dönerken Tayyip'i gerçekten de gördü Ezgi, "Ayına Yıldızına Gurban Olduğumun Ülkesi" afişinde poz vermeydi kendisi... Duke Ellington'dan "I'm Beginning to See The Light" çalmaya başladı bu sefer, ampulden olsa gerek...

4 yorum:

Tacim dedi ki...

İlkin, yazında Suede geçtiği için balıklama daldım, ardından baştan sona okudum (çokluk ilgim dağılır, yeri boylar.) Okudukça güzelleştiğimi hissettim, kaslarım daha belirgin, boynum daha ısırılası oldu... Hoş, sen inanmazsın ama, n'apalım!

İstanbul'da yaşanılan dehşet aşikar, en temel problem sex shopların her yerde bulunamaması. Adeta beni yoruyor!

Zor hem; yanımda kız varsa etrafa karşı daha bi' kolluyorum. Minibüsler, otobüsler iş için bekleyen insanlarla dolu. Yürümek zor, ha, bir de, biraz -genele göre- farklı giyiniyorsanız yediniz nanayı. Papara için sırada bekleyenleri yakinen tanıyorsunuz.

İşin aslı, memleketimin insanına laf atmak istemiyorum, taksiciler şöyle olur, yankesiciler böyle olur vb. Ama, gel gör ki herkes kendi kurallarını koyuyor, takside başka, minibüsde başkalaşıyoruz. Herkes çevresini o kadar kendine göre ayarlamış ki. İster istemez gün içinde 1001 farklı insan oluyoruz.

Ya, en azından pizzacıda elle mi yesem, çatal-bıçak mı kullansam derdine düşmüyorum. Bu bile bana yeter.

Gece oluyor, işlediğimiz suçlarla yatağa uzanıyoruz, kimbilir kimlerin canın yakmış, kimlere canımızı yaktımış olarak. Sabah olunca , insanlar maskelerini takıyor, günün şarkıları ruhumuzdan yüreğimize akıyor.

Ezgi, bak, senin yazın daha güzel olsun diye, bile isteye saçmaladım, kendimden utanmak pahasına bu satırları yazdım ;)

Ezgi dedi ki...

Tacim bu yorum mu şimdi? Şeytana uyup gel kardeşim, sarıl klavyene, madem İstanbul'un yaşa(ma)yanlarıyla sorunun var, yaz çiz, çoğalt bu siteyi diye teklif yapasım geliyor. Alacağım cevap pek belli aslında zaten yerin yurdun belli. Neyse teklif benden kabul/değil cevap senden.

Ben de senden utanıyorum ayrıca, benim yazımın eksiklerini tamamlicana kendi yazını yaz lütfen rica ederim. Olmuyor bayım.

Tacim dedi ki...

Bu işten kazancım ne olacak peki??? Bana bunun cevabını verebilir misin!!! Hakikaten de toplumumuzda noktalama işaretlerini abartan, 1 yerine 3 kullananlar var.

Ohh kebap benim için, iyi ki de yazmışım bugün -)
Hoş, evvel zamanda yazmıştım ama kaale alan yokmuş demek!?+

9-5 çalışmam ama, baştan söyleyeyim!!!!!!

Ezgi dedi ki...

Bir ünlem bile yeterince korkunçken üçünün ardı ardına sıralanmış olması...

Kazanç konusunda ne desem ki, ben misal Yaşar Usta'dan dondurma alırken dondurmanı sitede yazacağım dediğimde fazladan 2-3 kaşık dondurma kapabiliyorum. Birkaç tanıdık var bazen indirimli yemek vs.oluyor. Bir ara birkaç yerden sergi vs. davetiyesi geliyordu ama baktılar işe yaramıyor...bıraktılar. Sayende siteye çekilecek hatun hayranlarına abuksubuk kızsal fikirlerimi empoze edebilirim diye düşündüm.(bu benim kazancım tabi)

Aksi adamın tekisin, teklifimi refüze edersin diye korkumdan önceden söyleyemedim yani. Nedense yukardaki yazı cesaret verdi.

Mailine bakar mısın, davetiye gonderdim, orda bi linki tıkladığında artık hangi saat diliminde istersen o zaman yazarsın. Töbe birşey demeyeceğim zaman hususunda.

Yorum Gönder

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | Best Web Hosting Coupons