23 senelik kısacık hayatım boyunca iki defa kocakarısal uygulamalara maruz kaldım. 13-14 yaşlarındayken ananem üzerimde nazar olduğuna kanaat getirip evinde temizliğine yardımcı olan kadından benim için kurşun dökmesini istedi. Beni bir koltuğa oturttular, başıma bir örtü örttüler. Ben "Ulan ya kadının eli kayar da kaynar kurşunla haşlanırsam" diye paranoyaklık halindeyken "cısss" sesini duydum ve örtünün altından kadının konuşmasına kulak misafiri oldum: "Üüüüüf, İ. Hanımcım(ananem oluyor, adını tam yazmadım nazar değer diye) bu kızın üzerinde göz var, bak görüyor musun? Gözleri çıksın inşallah!" Kurşunumu ve üzerimdeki gözleri merak edip ben de bakacağım diye tutturdum, bir de ne göreyim:Türkiye'nin delik deşik otobanlarından bile daha çukurlu, bir nevi krater kayası! Teyze birkaç duamsı mırıldanıp meşhur "Elemtere fiş, kem gözlere şiş" tekerlemesini söyledi, ben de içimden "kimin ki bu gözler?" diye geçirdim.
İkinci mevzu yine kurşunu döken teyzenin ananeme "bu kızın kamburu çıkık, belini kıtlatalım düzelir." demesi sonucu başıma geldi. Yere yatırdılar, kurşuncu teyze bir eliyle belime bastırır, bir eliyle de sırtımı tutarken ben de: "Ya anane bu devirde kırıkçı-çıkıkçılara inanılır mı?" diye fuzuli söylenme halindeydim, ne de olsa annemiz sağlıkçı, babamız eğitimci, ah bir duysalar belimizin kıtlatıldığını, kurşun döküldüğünü falan, rezalet. Bir yandan da "Bu kadın ya belimi kırarsa?" diye evhamlanıyordum, neyseki belimden yalnızca "çıtırrrttt" sesi geldi sadece. Yerine oturmuşmuş. Şimdi bavul taşımaktan eğri paranteze dönen bedenim için de bir kırıkçı-çıkıkçı arıyorum, bilginize.
Ne dediniz duyamadım? Bu devirde hala bu safsatalara inanan kaldı mı mı? Sanırım asıl bu devirde ihtiyaç duyuyor insanlar. Herkes farklı yollarla uyuşturuyor kendisini...Kimimiz magazin, kimimiz karabüyü, kimimiz aşamadığımız değer yargılarımızla, kimimiz acı ve gözyaşı vadeden televizyon programlarıyla...Ancak bir farkla: geçmişe bakınca arabeskliğin dahi çok daha kaliteli olduğunu görüyorum kendi adıma. Eski zamanlarda insanlar müziğinden filmine o acıların çocuğu imajında hayatlarından kesitler bulurlar, kendileri ile özdeşleştirirlerdi. Günümüzde ise "karımı dövdüm ama bir sor neden dövdüm?", 15 yaşındaki F. 30 yaşındaki C. ile kaçtı, F.'nin babası H. "Nikahsız yaşıyorlar, bir yakalarsam vuracağım!" diye açıklama yaptı menşeli programlar "Allahıma binlerce şükür, dünyada ne dertler var...Evlerden ırak, çoluğumdan çocuğumdan uzak olsun." denerek başkalarının acılarının verdiği garip bir haz ile izleniyor. Benzer bir durum Radikal Cumartesi'de Merve Erol'un "Gaffur" yazısında işlenmiş. Geçenlerde Avrupa Yakası'nı izlemediğimi beyan edince de "Çok şey kaçırıyorsun!" demişlerdi. Hatırlıyorum da ben lisedeyken arkadaşlarıma ödev yapmaya gitmiştim. Teybe Cengiz Kurtoğlu kasedi koydular. Bana da "Dinle bak ne güzel müzik" gibisinden birşeyler söylediler. Ben de bu tarz müziklerden hoşlanmadığımı beyan ettim. (gençken daha rafine bir müzik zevkim varmış, şimdi arada sırada Ümit Besen falan dinliyorum, işin garibi hoşuma da gidiyor.) Sonra mutfağa mı ne gitmek için odadan çıktım. Bizim akıllı(!) kız takımı küçükken kulak ameliyatı geçirdiğimden(kulağıma tüp takıldı, koca mutfak tüpünü nasıl sığdıracaklar kulağıma diye düşünüp endişelendiğimi hatırlarım) ve zehir gibi duyduğumdan habersiz "Salak, Cengiz sevilmez mi be!" diye fısıldaştılar arkamdan. Herkes ortak bir beğeniye, sabit bir düşüne sistemine, aynı değer yargılarına sahip olmalıdır diye kanun çıkardılar da benim mi haberim yok? Gaffur diyince konu nerden nereye uzadı. Gayet Freudinyen, Medyum P.'den girip çocukluğumdan çıktığım bir yazı oldu. Uzun uzadıya yazmakta üstüme yok, dikkati dağılıp paramparça olanlardan özür dilerim.
0 yorum:
Yorum Gönder