The Doors'un yukarıdaki parçasını pek severim ben, kalabalıklar içinde yalnız kalmayı anlatsa da melodisinden olsa gerek iyimserlik verir bana. Bu sene istediğim gibi kar yağmadı doğrusu, sokakları çamur içinde bıraktı, havayı soğutmaktan da başka işe yaramadı. Gene de yürünesi bir gündü bugün, bizim Canon'cuk biraz üşüdü ama bazı estanteler kaydetti bu şehirden...İnci bıraktığımda griydi Eskişehir diye yazmıştı yorumunda, bence buranın rengi bile yok, yaşam çok basit ayrıntılarda gizli işte... Gün geçtikçe daha da yapaylaştırılıyor ama anılar var işte...Onların hatırına...
Örneğin bu şehir barındırdıklarına pek iyi davranmıyor, hele de başka bir şehirden gelmişse... 4 senedir burada bulunuyorum ve bu sene itibari ile kira fiyatlarının ulaştığı nokta tek kelime ile: korkunç! Çok kötü evlere fahiş fiyatlar isteniyor, ev sahipleri sinirleri ciddi anlamda yıpratıyor ve sonuçta böyle muzır kareler ortaya çıkıyor. Yavaştan yavaştan gelenleriniz geliyor, ilanlarla karşılıklı diyalog kurmaya, sorularını böyle cevaplamaya başlıyorsunuz!:)
Ama yine de arasıra parıltılı bir eğlence yaşamı da sunduğu oluyor size bu şehrin, yılbaşı şovumsularına karnımız tok ve de en nihayetinde 2006'yı arkadaş kanepesinde tüneyerek geçirecek de olsak Canon'a ayıp olmasın diye ekleyelim bu fotoğrafı da, çekmiş çocuk o kadar... Özel durumlardan kastedilen üzerinde yarın bolbol düşünecek vaktim olacak, yolcudur Ezgi, bağlasan durmaz hesabı yarın öğlen saatlerinde İstanbul yollarına düşmüş olacağım. Şimdilik son diyeceğim şudur ki: 2004 senesinin Troya şarapları pek lezzetliydi ama yıllandırmaya uygun değil, 2 yıl ömrü var, o da 31 aralık tarihi itibari ile sona erecek. Şu aralar Radyo Eksen'de sıkça çalmakta olan Helldorado'nun The Ballad of Nora Lee albümü ve ayrıca Dolapdere Big Gang'in Local Strangers albümü sırada bekliyor. Arada ne kadar mesafe olursa olsun müzik yapan grup ve kişilerin son yıllarda Balkan Ezgileri'ne yönelmeleri beni oldukça mutlu ediyor doğrusu, Helldorado da güzel melodiler memleketi Norveç'ten ama müziği bizim buralara daha bir yakın sanki, iyi ki de öyle. Yapacak birşey yok, seviyorum insanın yüreğine dokunan melodileri, ondandır bu merak. Hani "Çingeneler Zamanı"nın Perhan'ını kendinden geçiren müzik gibi, Kazancakis'in "Zorba"sını delirtip oynatan müzik gibi olmalı dinlediğim, kadehteki rakıyı bir dikişte fondipletecek kadar sarabilmeli insanı. Hangi dilde...Hangi zaman diliminde...Kimlerle söylendiği önemli değil, sözlerini anlamak da şart değil. İstanbul'un müziği gibi olmalı belki de...
Bir dahaki yazı İstanbul'dan ne de olsa, görüşmek üzre...
Bir dahaki yazı İstanbul'dan ne de olsa, görüşmek üzre...
0 yorum:
Yorum Gönder