11 Aralık 2006 Pazartesi

Bu ne biçim iş, bu nasıl şehir ...




İşte İstanbul

yorgun şehir


işte canından bezmiş boğaz vapurları

kederli tramvaylar

ve Galata Köprüsü'nden

telaşlı insanlar geçmektedir

bir gizli sevinç mahzun gözbebeklerimde

eriyen bir sükun kaldırımlarda adım adım

işte İstanbul

İstanbul dedim de seni hatırladım.


Balıkçı tepsilerinde gümüş balıkları

tekir,barbunya,canım uskumru,levrek

işte İstanbul

kulaklarımda bir derin uğultu

hiç bitmeyecek

karşıda kızkulesi

gözleri yaşlı bir kadın gibi

ve minareler çaresizliğimizi haykırmakta Allah'a

caddelerinde başım dönüyordu

gecelerinde ağladım

İstanbul,o büyük şehir

o mahzun şehir

İstanbul dedim de seni hatırladım.

Ümit Yaşar Oğuzcan

...


Evin içinde bir oda, odada İstanbul



Odanın içinde bir ayna, aynada İstanbul

Adam sigarasını yaktı bir İstanbul dumanı

Kadın çantasını açtı, çantada İstanbul

Çocuk bir olta atmıştı denize, gördüm

Çekmeye başladı, oltada İstanbul


Bu ne biçim iş, bu nasıl şehir

Şişede İstanbul, masada İstanbul...


Ümit Yaşar Oğuzcan

...



Yardın be cancağzım

Yardın sonunda şu Beyoğlu trafiğini

İlkyardım pamuklarıyla

O ölümcül acelenden

Korna çiçekleri açıyor şimdi yaralarının üzerinde

Ölen yok sen gibi güzel

Sınıfsal ecelinden



Can Yücel

...



Ağlasam sesimi duyar mısınız mısralarımda,


Dokunabilir misiniz,

Göz yaşlarıma, ellerinizle?


Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,

Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu

Bu derde düşmeden önce.


Bir yer var, biliyorum;

Her şeyi söylemek mümkün;

Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;

Anlatamıyorum.

Orhan Veli Kanık

...



Not: Fotoğraflar Ezgi Aktaş'a aittir, şiirler ise http://www.antoloji.com adresinden alınmıştır.

0 yorum:

Yorum Gönder

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More