8 Aralık 2006 Cuma

İstanbul Deyince Aklıma...



İstanbul sisli ve havada doğalgaz öncesi zamanlardan kalmış bir is kokusu, caddelerde çukurlar, insanlar telaşlı, zamanın acımadan akıp gittiği bir kış günü işte, öylesine bir aylaklık günü… Sadık dost Nikon’u alıp İstanbul sokaklarında sürtmeye çıktım, önce vapurla Kadıköy, sonra Tünel’den Taksim. Daha yolu yarılamamışken kulağıma gelen bir müzik durdurdu beni caddenin ortasında,Yann Tiersen’den Comptine d'un autre été’ydi çalan.



Eski İstanbul fotoğraflarının önünde şarkı bitene kadar bekledim, bitince yoluma devam ettim…

Objektifimi caddenin göz alıcı kalabalığında kenarda köşede kalmışlara yönelttim, onlardan gizli yüzlerini ödünç aldım, objektifimden yansıyan ışık fotoğraf kağıdına hüzünlerini, acılarını, çaresizliklerini, neşelerini, emeklerini, duruşlarını hapsetti.

Bir arkadaşımla buluştum, az vakitte sohbetin belini kıralım diye yazdan beri sahibesi sevgili Ayfer Hanım’ın davetine icabet ederek gitmek istediğim ancak bugün fırsat bulabildiğim Parsifal’e gittik. Parsifal, Beyoğlu Kurabiye sokak’ta (Aksanat’ın arka sokağı) küçük bir vejetaryen lokantası. Ahşap masalara yemeğinizden önce kekikli zeytinyağı ve mısır ekmeği servis ediliyor, menüsü hayli zengin. Seçiminiz ne olursa olsun, midenizde Kiremitte Pazı’ya mutlaka yer bırakmanızı öneririm. Menü yemek çeşitliliği açısından zengin, benim gibi kurtlar gibi acıkmış halde giderseniz yemeğinizi seçtiğiniz halde diğer seçeneklerde gözünüz kalabiliyor. Salata çeşitleri sevenlerini mutlu edecek kadar bol tutulmuş. Porsiyonlar doyurucu ama oldukça hafif. Yemek üzerine içilen orta şekerli kahve bu sefer yenilenleri hazmetmek için değil, tatlı sohbete eşlik etmesi için masada yerini alıyor. 10. yılını kutlayan Parsifal, lezzetli ve uygun fiyatlı yemekleri ve sohbetinize eşlik eden keyifli jazz nağmeleri ile tercih edilesi, adresi asla unutulmaması lazım gelen ve İstanbul’un en özel lezzet duraklarından biri.

Fransız Kültür Merkezi'ndeki "PANORAMİK BIR RÜYA: PARİS" sergisini gezdim ancak bir kokteyl nedeni ile epeyce kalabalıktı, fotoğraflar üzerinde uzun uzun durup düşünmeyi bir başka güne bırakarak ayrıldım. Açılış günlerinde ve kokteyllerde sergi gezmekten hazetmeyenlerdenim. Sergi gezerken elinde şarap kadehi olanları ve özellikle dram türündeki filmlerde kıtır kutur patlamış mısır yiyenleri ciddiyetsiz ve dahası sanata saygısız bulurum. :=) Hele savaş ya da siyasi filmlerde öpüşen çiftlere hiç katlanamam, daha uygun filmler seçmeleri gerektiğini anlatan bir nutuk çekmemek için çenemi zor tutarım ama dik dik bakmaktan geri durmam.:=)

Tatsız tuzsuz, sisli puslu İstanbul’un üzerine az biraz pudra şekeri koyup tatlandırdığım bir günü belleğimde Bedri Rahmi Eyüpoğlu’ndan dizelerle noktalıyorum: ”İstanbul deyince aklıma kuleler gelir/Ne zaman birinin resmini yapsam öteki kıskanır/Ama şu Kızkulesinin aklı olsa/Galata kulesine varır/Bir sürü çocukları olur…”


Kucağımda kitaplarım ve dizüstüm, hemen yanıbaşımda dizüstünü kıskanıp burnunu ısrarla altına sokan ve sonunda kucağıma kurulmayı başaran Beter kedimle radyo diceylerinin pek sevdiği tabirle bir cuma gecesini cumartesiye bağlamış bulundum... Darısı Cumartesi'nin başına...



Cumartesi Eki: Engin bizim BTK'nın kurucusu, danışmanı, eski başkanı vs. Bugün blogundaki bir yazının linkini mail atmıştı, yazıyı bitirdikten sonra okumaya devam ettim ve bir başka yazısında kahkahayı patlattım, hala da kriz halinde gülmeye devam ediyorum. "Türk Halkının Parçacıklara Yaklaşımı" başlıklı yazısını fıkra maiyetinde okuyabilirsiniz.

0 yorum:

Yorum Gönder

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | Best Web Hosting Coupons