5 Eylül 2009 Cumartesi

İstanbul'dan Pencereler...

Kendimi bunalmış bir halde Beyoğlu'na atıyorum. Tüm günün ve bilinmeyen bir şeye karşı çıkan allerjik reaksiyonun da etkisiyle sıkılmış ve yorulmuş bir haldeyim. Ana caddenin kalabalığından uzaklaşıp arka sokaklardan yürüyorum tek başıma.



Saat 7'yi biraz geçe Cinemajestic'in sokağındayım. Birazdan haftalardır izlemek isteyip de nedense bir türlü fırsat bulamadığım Choke / Tıkanma filmini izleyeceğim. Biletine 5 lira ödüyorum. Benime bekleyen 3 kişi daha var filmin başlamasını. Sinemanın önündeki tahta masaya çöküp bir şişe su istiyorum. Fiyatını soruyorum elimi cebime atıp. Alışmışım "para peşin" diye tepemde dikilenlere ya. "Sonra verirsiniz" diyor güler yüzlü adam.



Uzaktan bir yerden Coldplay'in sevdiğim bir kaç şarkısından birinin melodisini duyuyorum. Şarkının adını unuttum, ama Parachutes albümünden ve hayır, Trouble, Yellow ya da Shiver değil. Ah, evet hatırladım. Don't Panic. "We liiiiive in a beautiful wooooorld..." Peh.




Saat yedi buçuğa bir kala, sinemanın en üst katına tırmanıp kendime ortalardan bir yer beğeniyorum. Elimde bir avuç bozuk para, yer göstericiye uzatıyorum. Ama cimriliğim üzerimde, hepsini bırakamıyorum paraların. İki metal para adamın avucuna düşüyor. Adam ne aldığını görmek için avucuna bakarken ben çoktan yerime yerleşiyorum bile.


Film başlıyor, film bitiyor. Saat 9. Galatasaray'a doğru yokuş aşağı bırakıyorum kendimi. Bir kitap tezgahı. Biraz eşeleme, akabinde hazine bulmuş korsan hazzı. "İstanbul'dan Pencereler" diye bir kitap, bir de Ursula Le Guin kitabı. Hemen yanındaki apartmanın eşiğine uzanmış bir adam var. "Kitaplar sizin mi?" "Hayır, değil." Boşu boşuna kulak tozuna çarpmışım adamın.


Kitapları çantama atıyorum. Bana göre kitap aşırmak hırsızlığa girmiyor. O anda tam görüş hizamdaki yazıyı görüyorum. "Arka bahçedeyiz". Ara sokağa giriyorum. Bir ses geliyor "dostum, 1 liran var mı, versene varsa..." diye. Dönüp "Galatasaray'da Harlem'deki bir herifi taklit etmesen alırdın 1 liranı evlat" diyorum. Evlat, evet. Biraz fazla haddimi ve yaşımı aşan bir hitap.


Sonra, içinden Deep Purple melodileri duyulan bir bara rastgeliyorum. Kitapları satan yer de burasıymış. Bir büyük bira, bir tahta masa, kitaplar, moleskine'm, dolma kalemim ve gece. Karşı masada 18 yaşına yeni basmış kızlar birbirinin fotoğrafını çekiyor. Aralarından sarışın olanı fotomodel edasıyla poz üstüne poz veriyor.


Tam karşı hizamda yalnız bir kadın oturuyor. Omuzlarını açıkta bırakan bir giysisi var. Telefonu çalıyor, konuşmaya tam başlamışken bir adam yanaşıyor yanına sessizce, omzuna bir öpücük konduruyor kadının. Telefonu kapatıyor ve "nerde kaldın?" diyor kadın cevap olarak. Ben bunu olanca iyimserliğimle hayra yoruyorum, kafamda evirip, çeviriyor ve kadın "nerde kalmıştın, özledim..." demiş gibi düşünüyorum. Huyumdur zaten, gerçekler yerine, "miş gibi olan" ile aram iyidir.



Oldum olası iki insan türünü çok kıskandığım gerçeğini geçiriyorum aklımdan: Biri, fotoğraf çektirmeyi seven insanları, diğeri ise... birbirlerinin dilinden anlayan aşıkları.


Ezgi'nin sarı sayfalı defterinden , Eylül 2009.

0 yorum:

Yorum Gönder

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | Best Web Hosting Coupons