9 Eylül 2009 Çarşamba

Ekolojik Kıyamet, Kentsel Felaket


Aslında yaklaşan 11. Bienal'in heyecanıyla kentin bienal alanı kullanımına dair, kendi gözlemlerimden de yararlanarak bir yazı döşenecektim. Dün erken saatlerden itibaren gelen sel haberleri ve akabinde evimin bulunduğu mahallede fotoğrafladığım aymazlık bienal konusunu geri plana itti.



Bu fotoğraflar, İstanbul'un Altıntepe mahallesi'nde çekildi. Söz konusu mahalle, Maltepe Belediyesi'nin hizmet alanı içinde. Dün çekilen fotoğraflarda gördüğünüz bu taş ve kum yığınları ise, iyiden iyiye şantiye alanına dönmüş bu sokakta hafta başından beri duruyor. Neredeyse yolun ortasına kadar yayılmış bu yığın yüzünden henüz bok yoluna giden olmadı doğrusu, ama sular altındaki İstanbul'da çekilen onlarca sel fotoğrafından yansıyan kadar olmasa da, bu fotoğraflar adamsendeciliğin, ben yaptım olduculuğun açık birer belgesi bence.


Kimi yayınlara göre 26, kimi yayınlara göre ise 31 kişinin ölümüne neden olan sellerden sonra Kadir Topbaş'ın televizyon ekranına çıkıp İstanbul'u sel basmasının faturasını küresel iklim değişikliğine kesmesi ve yaşananları "ekolojik felaket" olarak nitelendirmesi, doğanın yokoluşu gerçeğine farkındalık yaratmak adına yılllar yılı gösterilen insanüstü çabanın bir çıktısı olarak kabul edilebilir belki. Tabi eğer iyimserseniz. Topbaş, yaşanan dramın kendileri de dahil, tüm yerel yönetimlerin hatası olduğunu da kabulleniyor hani. Yaşanılan felaket ortamının yarattığı bir vicdan sızıldaması durumu var belli ki. Ancak, hatanın çok küçük bir payını kerhen kabul edip topu "diğerlerine" ve daha da komiği "doğa" ya atmaya çabalamak akla mantığa sığabilecek bir durum değil.

Sel suları yarın öbür gün çekilir gider. Ortalık durulduğunda şimdilik 31 ölümüz, çalışanlarını penceresi bile olmayan servis araçlarına mahkum edip çırpına çırpına ölmelerine neden olan kalantorlarımız, yüzlerce milyon lira harcanarak "akıllılaştırılan" ama dere yatağına kurulduğu için bir selde allak bullak olan fabrikalarımız, hastalıklarımız ve ormanda, barınakta ya da çiftliklerde telef olan binlerce hayvanımızla başbaşa kalırız. Sonra? Sonra da pek bir şey olmaz aslında.

Dün akşam ellerinde haritaları ve rehberleri ile İstanbul'un en "dokunulmaz", en "keyfe keder" caddesinde bir aşağı, bir yukarı dolanan turistlere baktım ve arka sokaklarda ne olup bittiğine dair bir "umurları" olup olmadığını düşündüm. Eğer varsa, çoğu 11. İstanbul Bienali için gelmiş bu güruhun kent -mekan ilişkisini irdelerken İstanbul'un sular altında tüm boyaları akıveren tarafını da tartışmasını dilerim. Bu tartışmanın iki yıl önceki o tepeden inme "Kemalist" tartışmalarından çok daha aydınlatacı olacağı kanaatindeyim.

Ne yalan söyleyeyim, İstanbul Kültür Başkenti olmaya layık mı? klişesine girmek hiç mi hiç içimden gelmiyor. Zaten tüm o "sanat, kültür ve iş çevresi" tüm bu sürece proje/bütçe ekseninden farklı bakabildiği ve bu konuları açık yüreklilikle tartışabildiği anda sel çamuru yerini güzel bir şeylere bırakır.

1 yorum:

Gökşen Ç. dedi ki...

Yaşananlar "derenin intikamı" Ezgi, başka birşey değil !

Yorum Gönder

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | Best Web Hosting Coupons