Sevgili Yay,
Bugün yine her zaman olduğu gibi kargalar zayıflatıcı tahıl gevreklerini yemeden uyanacaksınız. Günün ilk iki saati üzerinizde böyle bir dinginlik, bir tuhaf enerji ve de saçma sapan bir iyimserlik olacak. Ama siz dengesizin en önde gideni olduğunuz için saatler 9’u gösterirken günün geri kalanının iğrenç geçeceğine dair vesveselere çoktan kapılmaya başlamış olacaksınız. Saat 10’a gelirken evin duvarları üzerinize yıkılıyormuş gibi gelecek. Saat 11’de kendinizi dışarı zor atacaksınız. Ama belki de atmamanız sizin için daha hayırlı olacak çünkü saat 13.00 civarında kütüphanenin önündeki merdivenlerden inerken popo üstü yere yapışacak ve sol dirseğinizi yaracaksınız. Gerçi siz bu sakarlıkla bomboş bir odada dahi kafanızı kırmayı başarabilirsiniz. Neyse ki cami yıkılır ama mihrap yerinde kalır türünden bir yapınız olduğundan kalkıp yolunuza devam edecek, saat 15:30’a kadar sıcak bir bilgisayar laboratuarına tıkılacaksınız. Sonra saat 16:00’da kendinizi sinema koltuğunda bulacaksınız, keyfini çıkarın zira şu aralar yapmaktan daha fazla keyif aldığınız bir şey yok…
Günlük burç köşelerini okuyup evden çıkan bir tip olsaydım, bugünkü burcumda muhtemelen yukarıdakiler yazıyor olurdu. O nedenle saat 16:00’a kadar olan zaman dilimini hızla geçiyor ve kameralarımızı bir sinema salonuna çeviriyoruz. İ sırası, 17 numaralı koltukta oturan yorgun ve yaralı kıza kamerayı odaklıyoruz. Perde açılıyor, film başlıyor: Beynelmilel.
Filmin senaristi/ yönetmeni Sırı Süreyya Önder’ Beynelmilel’in öyküsünü şu cümlelerle anlatmış bir röportajında: “Filmimiz askeri yönetim dönemlerinin, günlük hayat ve sıradan insan üzerindeki etkileri ve kışla mantığının sosyal yaşama uyarlanması sırasında ortaya çıkan absürd ama çok trajik karmaşaları irdeliyor.” Filmin konusuna az çok kulak aşinalığınız olduğunu düşünüyorum. Bu yazıyı yazma amacım film gösteriminden sonraki söyleşide Sırrı Süreyya Önder’in bu filmin ne anlatmak istediğini daha iyi okuyabilmeye yardımcı olabilecek cevaplarını paylaşmak.
Filmin her sahnesi üzerinde ayrı ayrı konuşulacak türden. Askeri otoritenin halkın yerel müzisyenlere verdiği isim olan “gevende” yi beğenmeyip “orkestra” ya çevirme ve kılık kıyafetlere söylenip tek tip üniformaya dönüştürme çabası, gevendelere temsili düşman üniformalarının reva görülmesi, bu üniformayı sırtlarına geçiren gevendelerin mahallede daha bir cakayla yürümesi ve halktan eskiden olmadığı kadar saygı görmeleri, kapatılan eski halkevinin pavyona dönüştürülmesi, halkevinin duvarındaki Picasso tablosunun inceden alaya alınması (Ey okuyucu, uyarıyorum upuzun bir paragraf okuyacaksın şimdi. Radikal’in film eleştirmeni Fatih Özgüven bu sahneyi bir yazısında eleştirmişti. Bu konuda Özgüven’in söz konusu eleştirisini haklı bulduğunu söyledi alçakgönüllü yönetmenimiz Sırrı Süreyya Önder. Bense aynı eleştiriyi fazla elitist buldum. Özgüven, Picasso’nun İspanya İç Savaşı’nı anlatan Guernica tablosuna filmde saygı gösterilmediğini ve tabloyla alenen dalga geçildiğini yazmıştı. Mevzu bahis sahnede oyunculardan biri tablo hakkında “Bu ne la… Ne biçim resim bu. Kıçı bir yana, başı bir yana kaymış.” diye yorum yapıyor, ilerleyen sahnelerde ise bu tablo indirilerek yerine pavyonda şarkı söyleyen şarkıcılardan birinin kitch posteri asılıyordu. Sırrı Süreyya Önder bu diyalog ile kendisini ressam ilan eden malum paşanın bir sergide gördüğü Picasso tablosuna yaptığı yoruma gönderme yaptığını söyledi. Evren Paşa Picasso’ya bakıp: “Bunu ben de yaparım, ne var ki…” demiş. Sonrası malumunuz: Marmaris’e kapanıp nü portreler yapmaya başladı darbeci Paşa. Koskoca Kenan Evren bile bu lafı ediyorken 1982 yılında Adıyaman’ın cahil gevendelerinden Picasso’yu tanımalarını beklemek ekmek yoksa pasta yesinler demeye benziyor biraz, tuhaf kaçıyor. Uzun lafın kısası Fatih Özgüven’e Anadolu, İstanbul’daki evinin camından Picasso’yu bir sanat tarihçisi gibi yorumlayacak düzeyde gözüküyorsa bilemem. Ama bana Picasso’yu “Piç Haso” diye telafuz eden gevendenin yorumu sergi sergi dolaşırken “ben biliyorum” edasıyla yorumlarını parçacık parçacık üzerimize salan entellerden daha samimi geliyor. Picasso duysaydı çok eğlenebilirdi bu durumla. Fatih Özgüven’in elitist bir tavırla bu yazıyı yazmadığına inanmak istiyorum ama olmuyor. Picasso’nun ülkemiz kıyılarına yaptığı popüer çıkartmadan bahsetmiş. 2006 İstanbul’u ile 1982 Adıyaman’ını mukayese etmek ne derece doğru tartışılır. Kaldı ki 2007 İstanbul’unun Cihangir’ iyle fazla gitmeye gerek yok Dolapdere’sini karşılaştırmak bile tuhaf kaçıyor, bırakın diğer Anadolu köylerinı. İstiyoruz ki cehalet kalmasın ama Picasso’dan başlamak okuma yazma bilmeyen birine Proust oku demeye benziyor. Parantez içi nihayet bitti.) ve tapu memurunun cenazesinde inceden geçilen klarnet taksimi ve “Allahümme Salli” icrası, iğne oyasıyla işlenmiş el emeği göz nuru “Cuntalar olmasın” pankartı, Haydar Arkadaş’ın Gülendam’ı sosyalist teorilerle eğitme çabaları ve Gülendam’ın öğrendiklerini pavyonda çalışan şarkıcılara satması, Komünist Enternasyonel marşının pavyon havası düzenlemesi gibi muhteşem detaylar barındırıyor “Beynelmilel.”
Filmin en can alıcı sahnelerinden biri Abuzer’in kızı Gülendam’a attığı tokattan sonra odasına gidip yaptığı konuşmaydı. “ Benim anam açlıktan öldü Gülendam. Açlık belasına babamla şehir şehir gezdik biz. Köçek kıyafetleriyle oynardım. Bazen babamla ikimiz giyinip oynardık. Az sarhoş mezesi olmadık. Ben senin o halkının tokadını doğduğumdan bu yana yiyorum. Sen tokat yeme diye uğraşıyorum. Ama gel gör ki o tokadı ben sana attım.” Bu tirad bana filmin bütün haklı da olsa klişeye kaçan söylemlerini bir çırpıda unutturdu. Seyircilerden biri yönetmene içinde halka karşı bir kırgınlık/ umutsuzluk olduğu için mi filme böyle bir plan eklediğini sordu. Önder: “O sahne Neşet Ertaş’a bir gönderme niteliğindedir. Neşet Ertaş il il dolaşıp köçeklik ettiği zamanları ağlayarak anlatmıştı bir televizyon programında. Ayrıca halka kırgınlık yok ama bu halk değil midir kendi haklarını savunanları ihbar eden? Bu sahne işte bunun eleştirisidir de aynı zamanda.”
Peki yönetmenimizin yeni projeleri neler? “Maraş katliamını anlatan bir film yapmayı planlıyorum. Bir diğer projem ise Müslüm Gürses’in biyografisini filmleştirmek.” Sırrı Süreyya Önder’i takibe devam etmek ve yeni filmlerini merakla beklemek boynumuzun borcu, bu bekleme esnasında Adıyamanlı Gevendeler’ in öyküsüne sıkça geri döner, unuttuklarımızı hatırlarız.
4 yorum:
post ile tamamen alakasız bana yazdığın yorum üzerine:
benim rahatsız olduğum şey, 'onlar' çıktıkça buna steril bir sempati ie yaklaşıp "kibariye'yi çok seviyoruz" diyor oluşları. ahırkapı'da " aman bayılıyoruz göbek atmaya" diyenler, armada hotel'de dior çantasını bırakamadığı için oynayamayanlar, onu 'izleyen' ama içeridenmiş gibi davranan tavır.
kultur shock çıkabilir, gogol kendi kimliği üzerinden müzik yapabilir, shantel başkasıyla birleşebilir, smadj burhan öcal ile müzik yapabilir. füzyon diye bir şey çıkarıldı çünkü. onu füzyonun içinden okumak lazım. oryanalizmden de okunanlar bolca mevcut.
ama alt kültür burası değil. yani burhan öcal beymen brasyerinde kahve içerken kadınlarla o zaman orada onun alt kültüre ait duruşundan kendini pozlayanları görebiliriz, alt kültürü okuyanları değil.
alt kültür nasıl oluşuyor görmek istiyorsak sadece göbek atmadıkları zamanlarda da onlarla vakit geçirmek gerekiyor.
diyorum ben.
post ile tamamen alakasız//bana yazdığın comment üzerine diye oku, yukarıdaki gibi okuyunca bana yazdığının benim yazdığımla alakası yokmuş gibi okunuyor. pardon.
fatih hoca'nın eksik anlaşılan tarafı şudur:
kendisi de tüm bu göndermenin kuşkusuz farkında.. "ama sanatçı sorumluluğu, kendi yaklaşımının altını çizmeliydi" demekte.. biz bunu gözden kaçırdık.. İtibarını iade etmedik..
Filmin yönetmeni yazdıklarınızı izleyip mutlu olmakta..
Sevgi selam
Sevgili Sırrı Hocam,
Öncelikle Anadolu Üniversitesi'ndeki film gösteriminden sonra salonda bulunan genç öğrencileri yazmaya ve film yapmaya yönlendirici sözleriniz bir Punk grubunun konserinden sonra "Hadi herkes evine gidip bir grup kursun" demesine benziyordu. Nasıl ki Sex Pistols grubunu izledikten sonra müzik yapmaya başladıysa insanlar bizim Sinema Anadolu'dan da Beynelmilel'i izleyip Anadolu'yu anlatmak isteyen nice yazar ve nice yönetmen çıkacak. O güzel söyleşi için size teşekkür ederim. Tabi yazıma göndermiş olduğunuz yorum için de.
Sayın Fatih Özgüven benim takip ettiğim 3-5 sinema eleştirmeninden biridir. Asla boş yazmayan ve ufuk açıcı bir yazardır. Ancak mevzu bahis eleştirisinde sizin altını çizdiğiniz noktayı eksik vurguladığını düşünüyorum. Filmde yapılan göndermeler ancak söyleşilerde, film üzerine yapılan tezlerde, yazılan eleştirilerde ortaya çıkıyor. Yönetmenin kendi dili oluştukça seyirci bunlara ihtiyaç duymadan da göndermeleri algılamaya başlıyor. Bir ilk film için Beynelmilel mesajını doğru anlatabilmiş bir filmdi bana göre. Sayın Özgüven'in yazısındaki eksik bana göre sizin belirtmiş olduğunuz "sanatçı sorumluluğu" konusunu yazmamak. Siz muhtemelen kendisiyle bu konuyu ve yazıyı konuşmuş ve bir anlamda hak vermişsiniz. Ben okuyucu olarak bunu sizden, çok sonra öğreniyorum. Picasso'ya itibar vermek iyi hoş ama orada bahsedilen köyde yaşayan bir insanın görüşü, sanatçının kendisinin değil. "Aaaa, Picasso'nun Guernica tablosu, iç savaşı anlatır bu tablo." deseydi karakteriniz, zorlama durmaz mıydı?
Ben filmi izlerken çok güçlü bir öykü buldum. Ama sizi filmden sonra dinleyince eksikler kafamda oturdu. Bu anlamda sinema söyleşilerinin, sinemaya emek vermiş yazarların, araştırmacıların, tarihçilerin, akademisyenlerin değerini iyi biliyor ve saygı duyuyorum. Maraş Katliamı ile ilgili filminizi dört gözle bekliyorum.
Yorum Gönder