13 Mayıs 2007 Pazar

Başka Bir Dünya Mümkün...


Ian Curtis ve James Dean

Birkaç gündür Tom Waits ile Ian Curtis’i birbirinin peşi sıra dinleyip duruyorum: bakalım canımı hangisi daha iyi acıtacak? Bu yarış özellikle iki şarkı arasında vuku buluyor: “Love Will Tear Us Apart” ile “Alice”. Ama baktım olacak gibi değil, bu iki ağır topa birincilik kürsüsünü bir şekilde paylaşmalarını buyurdum, “nasıl sığacağınız beni hiç alakadar etmiyor doğrusu…” diye ekleyerek. Bazı günler bile bile içinize kapanmak, çıldırmak istersiniz, “hadi gelin üstüme korkmuyorum!” diye bağırırsınız. Gelirler. Sorular üretir aslında başka şeye çalışması gereken beyniniz masanızın üzerine yığılmış kağıtlar arasında. “Tom Waits ile James Dean’in ortak yönü nedir?” gibisinden sorulardır bunlar: “İkisi de Lucky Strike içer(di).” Tom için geniş zaman kullanmakta fayda var elbette, ömrü uzun olsun. James Dean de intihar mı etmek istemişti acaba? İleri derece miyop olduğu halde gözlüklerini takmadan direksiyon başına geçerek kaza yaptığında yalnızca 24 yaşındaydı ve henüz 3 filmde oynamıştı. Ian Curtis ise kendini astığında 23 yaşındaydı. Sahi intihar edenler nereye gider?


“Wristcutters: A Love Story” (Bilekkesenler: Bir Aşk Hikayesi) filmine göre tuhaf ve en az gerçek dünya kadar zorlu bir yere gidiyorlar. Film, Tom Waits’in “Dead and Lovely” adlı şarkısıyla açılıyor. Zia bileklerini jiletle keserek intihar edince yalnızca kendi canına kıyanların dolaştığı bir “öte dünya” da açıyor gözlerini. Bu dünyada bar ve kafelerden Ian Curtis ve Kurt Cobain’in sesi yükseliyor. Boğuk sesiyle “Love Will Tear Us Apart”ı söylüyor Ian tıpkı mezar taşında yazdığı gibi. Sahi mezar taşları neden dikilir? Arkada kalanlar onlarca ölünün arasında sizi bulabilsin diye. Ian’ın dünyaya bıraktığı en güzel eserin mezar taşında yazması ne ironi… Konumuza geri dönersek, gayetle iç burkan bir konu üzerinde dönmesine rağmen sonuna kadar iyimserliği elden bırakmayan, mucizelerin en az ihtiyacımız olduğu zamanlarda ortaya çıktığını vurgulayan, araba koltuklarının arkasına düşen eşyaların kara delik tarafından yutulduğuna dair öyküler anlatan (ben de kaybolan eşyalarımın bir kara delik tarafından yutulduğuna inanırdım) bir film “Wristcutters: A Love Story” (Bilekkesenler: Bir Aşk Hikayesi).


Hakkında okuduğum yazılarda “pek şeker bir film” diye bahsedilmiş hep. Halbuki hiç de şeker olma kaygısı taşımıyor film bana göre. Ian’a ve Kurt’a selam çakan ve intihardan bahseden bir film şeker olamaz. Ama öykünün kendi içerisinde konusuna tezat bir iyimserlik ve yaşama sevinci barındırdığına katılıyorum. İntihar ve yaşama sevincini bağdaştıramadınız mı? Başta dediğim gibi burası zorlu ama umutlu bir “öte dünya”, yani aslında insanların bedenlerini her nedense bırakıp gittikleri “fani dünya”ya çok benzeyen bir yer. Kuralları var, kurallara karşı çıkanları var (Mikal’in uyarıcı tabelalara açtığı savaş gibi) ve “kaybedenleri” var ama bir farkla: kimse kaybeden olduğu için ağlayıp sızlamıyor, aksine yollarına devam ediyorlar. Film bir yol hikayesi zaten. Kısaca konusundan bahsetmek gerekirse: Eugene (Filmin yönetmeni Goran Dukiç, Gogol Bordello’nun solisti Eugene’den esinlenerek yaratmış bu karakteri) sahnede konser verirken elektro gitarına bira döküp çarpılarak intihar ediyor. Zia ise sevgilisi tarafından terk edildiği için bileklerini kesiyor. Zia ile Eugene’in yolları bu “öte dünya” da kesişiyor. Sonra aralarına buralara yanlışlıkla gelmiş olduğunu söyleyip duran ve yetkilileri arayıp yanlışlığı düzeltmek isteyen Mikal katılıyor. Sonrası yıldızsız gökyüzüne uçup yıldız olan kibrit çöpleri, renk değiştiren balıklar, dilsiz olduğu halde genizden şarkı söyleyebilenler… Tom Waits’in filmin ilerleyen sahnelerinde bilge Kneller rolünde uzun uzun rol kestiğini söylemeden geçmeyeyim.


Tom Waits

15 Mayıs umutsuz Ian’ın 27. ölüm yıldönümü. 15 Temmuz ise doğum günü. İki gün önceden şarkılarla ve “Wristcutters” ile anmaya başlamış bulundum efsaneyi. Umarım gittiği yer filmdeki gibi bir yerdir ve “Love Will Tear Us Apart” ı dinlerken “herşeye rağmen dünyada iyi bir şeyler bıraktım” diyebiliyordur. Baştaki şarkılar "Dead and Lovely", “Alice” ve “Love Will Tear Us Apart”. Eğer linkleri tıklarsanız sırasıyla Tom Waits’in en sevdiğim şarkılarından biri olan Blow Wind Blow”un ve The Smiths’in doğurgan şaheseri “Suedehead”in kliplerini izleyebilirsiniz. Suedehead elbette James Dean için... Kısa film tadındaki Suedehead'ın bileşenlerine baktığımızda filmle benzerlikler kuruyoruz. Klibin başında "There Is A Light Never Goes On" yazısını görüyoruz, ilerleyen sahnelerde ise "You Can't Go Home Again" yazılmış duvarı gösteriyor kamera. Kimileri eve artık dönemeyecek de olsa arkalarında ışıklarını bırakıyor, kimilerine filmde olduğu gibi ikinci bir şans veriliyor.


2 yorum:

Anonymous dedi ki...

İntiharı yüceltiyorsunuz gibime geliyor...

Ezgi dedi ki...

Bu yazıyı yazdığım gün;

-David Bowie dinliyordum. Bowie, herkes 25 yaşına gelmeden intihar etmeli diye şarkı söylediğinde 25 yaşını çoktan geçmişti. Ian Curtis dinliyordum, Ian, Bowie'yi ikiyüzlü buluyor ve benim yaşımda kendini asıyordu.

-Kurt Cobain'in intiharından etkilenen gençleri anlatan bir dizi izlemiştim. Dizide karar veren gençlerden biri aşık oluyor ve ölmekten vazgeçiyordu.

-Wristcutters'ı izledim. Sonu umutlu bityordu.

Bu yazı bütün bunların verdiği duygularla yazıldı.

İntiharı yüceltecek en son kişi benim, bu insanları intihar ettikleri ya da üzerine yazıp çizdikleri için sevmiyorum.

Kurduğum cümleler hep iki yanlı, ben o cümlelerin 2. yanındayım.

Evet Anonim durum bundan ibaret.

Yorum Gönder

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | Best Web Hosting Coupons