Sabah: Savaş. Kuzey Kore, Güney Kore'yi bombalamış. Bazen yorganı başınıza çekip orada öylece kalasınız geliyor. Yaşam sevincini elde tutmak zor zanaat.
Dün gece Midlake konserinde sizi izledim. Müziğin etkisiyle kendinden geçmiştiniz. Gözlerinizi dumanlı sahneye dikmiş, kimbilir ne düşünüyordunuz? Kiminizin kafası güzeldi, Midlake basslarla salonu iyice hipnotize ettikçe, siz birbirinizin sırtını göğsünü yumrukluyordunuz. Bazılarınız şarkılara eşlik ettiniz. Yukarıdan en güzel görünen sizdiniz. 'Winter Dies'ın sözlerine dalıp gideniniz, Ian Anderson'ın flütüne kapılanınız oldu. 'Act of Man'de yaşamınızın bir parçası gözünüzün önünden aktı gitti. Sıra Van Occupanther'ın 'Let me not be too consumed with this world / Sometimes I want to go home / and stay out of sight for a long time' bölümüne geldiğinde 'Me, too!' diye sahneye bağırmak istediniz. Boğaziçi'ne 'River' dedikleri için içerlediniz. Midlake afacan bir tavırla işi espriye vurunca affettiniz. En çok 'Roscoe' diye bağırdınız sahneye doğru. Müzik bitip de pembe ışıklar ve sisler yerini spotlara bırakınca 'keşke bu kadar son albüm ağırlıklı olarak çalmasalardı' diyenleriniz de oldu, 'acaba yarın yine gelip dinlesek mi?' diye içinizden geçireniniz de.
Sonra belki yürürken İstiklal'de oyun havasıyla kendinden geçen Romanları gördünüz. Müzikle kendilerinden geçişlerine imrendiniz. Ed Harcourt afişleri gözünüze çarpınca bu akşam Babylon'da performansı olduğunu hatırladınız. Malatyalı midyeciden bol limonlu midyeleri afiyetle yediniz. 100 gr. kestane, bir paket Beyoğlu çikolatası, Bambi'de tost, Lale'de bir kase çorba, belki geceyi cilalayacak bir kadeh bir şey. Sabahı karşılamaya hazırlanan Beyoğlu ritüellerinden herhangi birini yaptınız işte. Sonra ev, uyku.
0 yorum:
Yorum Gönder