Bakın ne kadar hoş, yetkili makamlarımız doğadan aldıklarını doğaya geri verecekler diyip karnımda kelebekler uçuşturup, içimdeki Heidi'yi yanına Peter'i de katıp bayır aşağı koşturmak üzereydim ki, çınarın ne menem bir ağaç olduğu aklıma geldi. Benim gördüğüm, hayat bilgisi derslerinden öğrendiğim, kitaplardan okuduğum çınar, köklerini salan, geniş toprak isteyen, dallarını ve yapraklarını olabildiğince yayan bir ulu ağaç türü. Ondandır ki, dokunulmaz gibi gözüken, abideleştirilen, kutsallaştırılan bir yönü var. Dı. Korkunç şehirleşme, şehirdeki bir avuç çınarı göstermelik olarak bırakıp, diğerlerinin üzerinden buldozer gibi geçti, gitti. Şimdi, doğadan alınanın doğaya geri verileceğini söyleyen bir çevre otoritesinin olmasının beni mutlu etmesi lazım gelirdi ama etmiyor. Neden etmiyor? Çünkü, evimin önündeki ağaçları görüyorum. İçinde bir avuç toprak bırakılmış ufacık bir kare içinde nereden su alacakları belli olmadan kurumamaya çalışıyorlar. Güya insanlardan korunmaları için zincir çekilmiş etraflarına. Kabukları kuru, dalları yanlış budamadan eğilmiş, hastalıklı, yalnız ve üzüntü vericiler.
Çınarıyla meşhur Beyazıt Meydanı'nda parke taşlarının arasına döşenen beton yağmurla toprağın iletişimini kesmiş. Çınar, doğanın bir parçası olarak değil, altında çay içilir bir şehir süsü olarak görülüyor. Ve bütün bu çirkinlikler ayan beyan ortadayken, eğer çınarı böyle dikecekseniz, bir avuç toprağa ve zincirlere mahkum edecekseniz, hiç dikmeyin daha iyi demek geliyor içimden. 'Varolanlara dokunmayın, onlara iyi bakın, dallarını umarsızca kırıp dökmeyin yeter' demek istiyorum. Çınar gibi toprağa kök salan ağaç yerine daha arsız ağaçlar seçin. Sizin reva gördüğünüz metrekarede bile yaşayabilecek kadar arsız, ama yine de o kadar güzel ağaçlar...
Çınarın hakkını verecekseniz dikin, yoksa canım ağaçlara kıymayın efendiler!
0 yorum:
Yorum Gönder