Designweek 2010 aklımızda;
- Laurent Ney'in her şehirde, özellikle çok kötü tasarlanmış binalar ve ucubik köprülerle silüeti katledilen İstanbul gibi bir şehirde görmek isteyeceğimiz güzellikteki köprü tasarımlarıyla,
- Karim Rashid'in pembe egosuyla,
- Her daim çalışkanlıkları ve yaratıcılıklarına hayran kaldığımız Japonların standındaki minimalist ama kullanışlı obje örnekleriyle,
- Micheal Young imzalı çantayla,
- Başarılı Türk tasarım ofislerinden biri olan Demirden'in ilhamını doğadan alan 'Illio' markasındaki mobilya, cam ve porselen objelerle (Demirden ile ilgili aklımızda kalan başka komik şeyler de olmuş olabilir, ama bunu kendimize sakladık),
- Üniversiteler bölümünde yer alan ve 'henüz yaratıcılığımı yitirmedim, üstelik ünlü tasarımcılarda görülebilen o 'küçük dağları ben yarattım' diyen ego bende henüz yok' diye bağıran öğrenci işleriyle,
- Boğaziçi Üniversitesi Güzel Sanatlar Kulübü'nün aslında tasarım eğitimi almamış, fakat içlerinden geldiği gibi çeşitli objeler tasarlayan üyeleriyle,
- Yaratım sürecini arkadaş kontenjanından an be an takip edebildiğim lindanihan tasarımı yüzde yüz el yapımı defterlerle,
- Eski Galata Köprüsü'nün sürekli olarak hissettirdiği 7 şiddetinde deprem hissiyatıyla (öyle ki Pazar gecesi hissettiğim dört dörtlük depremde bile ilk düşüncemin 'herhalde tüm gün sallandıktan sonra oturduğum yerde de devam ediyorum' olmasına sebep oldu bu hissiyat) kalacak. Öncelikle.
Sonrasında ise, içlerinde konserve kutusu içindeki bilye gibi sarsıla sarsıla yolculuk ettiğimiz kırmızı Man otobüslerin hala bünyemden atamadığım baş dönmesiyle, çizmeleri Kasım'dan önce çıkarmayı reddeden bana bile bu inadımı bıraktıran Boğaz ayazıyla, uzun zamandan beri yediğim en nefis kakaolu ve üzümlü kekle (kenara yazın; Altınsaray Unlu Mamülleri, Fahri Korutürk Cad. No:26 Eyüp adresi üretimidir kek, tadın pişman olmazsınız. Hem kim demiş leziz şeyler herkesin pek meraklı olduğu ve bazen kasıntılığıyla insanı boğan o yerlerden çıkar diye, mahallenizdeki pastaneye daha yakından bakın!), biz nanemollalar tir tir titrerken beyaz donlarıyla kendilerini Haliç'in sularına bırakan Boğaz çocuklarıyla, Cumartesi gecesi Babylon'da durduğumuz yerde bize film çektirip üzerine de 'şu karede şimdi çalanı kullanırdım' dedirtecek kadar şahane bir performans sergileyen Calibro 35 ile hatırlayacağım geçirdiğimiz bu bir haftayı.
Fotoğraf; Desingweek websitesinden.
Şimdi biraz şehir dedikodusu;
- Filmekimi biletleri Cumartesi günü satışa çıktı. Gökşen görmüş, gişelerin önünde metrelerce kuyruk oluşmuş. İnternetten bilet alanlar ise sinema salonlarının en güzel koltuklarının şimdiden tükendiğini söylüyorlar. İyi haber mi verdim, kötü haber mi, kararını siz verin.
- Gözde Şarküteri. Kadıköy'ün en iyi mezecisiymiş. Dün konserve mezelerle çakma çilingir sofrası kurmuşken neden bizim buralarda bir Galata Şarküteri, bir Şütte yahut bir Tuşba yok diye söylendim. Twitter'dan yanıt gecikmedi: 'Ayıp sana, Gözde en kral mezeciye rahmet okutur!' dediler. Kabahatimi bildim, dizimi kırıp oturdum. Sen elin alemin Avrupa Yakası'ndaki mezecileri bil, ama kendi evinin yakınını tanıma. Pes, dedim kendime, pes Ezgi.
- Galata Şarküteri bir tane ama hala. Yeri kalbimizde sağlam. Hani Tünel civarından nasıl vazgeçemiyorsak, buradan da öyle vazgeçemeyiz. Müjde! Artık Pazartesi günleri de açıklar.
- Şehirde yeni adet civardaki tekel bayilerden birer ikişer bira alıp Tünel Meydanı'nda açık havada ateşin etrafında toplaşmak. Atilla İlhan 'İstanbul Ağrısı' şiirindeki gibi çılgınca bir aşkla değil belki bu toplanmalar, ama Tünel'de 'yaşam' var dedirtiyor; 'ulan bunu sen de bilirsin istanbul / kaç kere yazdım kimbilir / kaç kere kirpiklerimiz kasaturalara dönmüş diken diken / 1949 eylül'ünde birader mirc ve ben / sokaklarında mohikanlar gibi ateş yaktık / sana taptık ulan / unuttun mu / sana taptık...'
- Üsküdar Belediyesi sağolsun, hayatımızı renksiz bulmuş olacak ki, evimizin önünü metrelerce kazmış. Geceleri etrafını şeritle çevirdiklerinden olay yerine CSI ambiyansı hakim. Eve girerken uzun atlama yaptığımızdan bedenimiz, evde Müfettiş Gadget icatları düşündüğümüzden de zihnimiz çalışıyor. Bir de çevreye verdikleri rahatsızlıktan dolayı özür filan dilemişler, ne demek canım. Severiz biz sabahın köründe matkap sesiyle, gecenin köründe uzun atlama.
Bitti yazı. Hep böyle uzun yazmam, kıymetini bilin.
0 yorum:
Yorum Gönder