22 Ekim 2007 Pazartesi

Ian Tanrı Değil...




1 saat kadar önce, sağanak yağmurun altında hızla giden bir araçta cam kenarına oturmuş, son ses “She’s Lost Control”ü dinliyordum. Yağan yağmur, hele de sağanak halindeyse, melankoliden çok bir rahatlama duygusu yaratır üzerimde. Hava sanki saatler boyunca tuttuğu gözyaşlarını salıvermiş ve rahatlamıştır, ortalık temizlenmiş ve tenhalaşmış gibidir. Çoğu kişinin, yapay ya da gerçek, içine düştükleri bunalımların eşlikçisi Joy Division yağmurla aynı etkiyi bırakır üzerimde. Genelin aksine, melankoli duygusundan ziyade, gerçeklerle yüzleşmek, gerektiğinde hıçkırarak ağlamak ama sonunda rahatlayarak her şeye yeniden başlama gücünü toplamak gibi bir duygudur bu.

Son günlerde izlediğim en iyi filmlerden biri olan Control/ Kontrol, adı itibariyle hem Ian Curtis’in kimilerince sahne show’u (!) sanılan epilepsi hastalığına, hem de kendi gibi epilepsi hastası bir kız için yazdığı “She’s Lost Control” adlı muhteşem şarkıya atıfta bulunarak daha başlamadan kendini sevdiriyor. Ian’ın bir bakıştan, bir duruştan ya da pozdan ibaret olmadığını sürekli vurgulayan filmin en iyi tarafı, Ian’ı bir rock yıldızından öte hatalarıyla sevaplarıyla, çelişkileriyle ve bunalımlarıyla, yani insan yönüyle anlatması. Joy Division’dan 16 yaşından beri vazgeçememiş ve hayatının önemli dönüm noktalarının fonunu Joy Division şarkılarıyla kurmuş biri olarak Anton Corbijn’in filminin öncelikle Ian Curtis’in basit birer taklidi olmaktan öteye gidememiş “fucker loser” edalı yeni yetmelere sert bir tokat çarptığını da söylemem gerek. Kabul, o meşhur konserde Sex Pistols'lı kızıl şeytan "bu geceden sonra ananızın mutfak parasıyla kendinize gitar alıp bir grup kurun" demişti ama safi pozdan, siyah göz kaleminden ve modadan ibaret olun, idolünüz olan grupların 3.sınıf kopyası olup gerisini koyverin önerisinde bulunmamıştı. Joy Division da bu konserden sonra kendilerini sahnelere atan gruplardan biriydi ama kendilerine özgüydüler. Kontrol, Joy Division'un özgünlüğünde payı olan o arada almışlık duygusunu ve Ian'ın kaleminden dökülen çelişkileri gerektiği gibi izleyicisine aktardığı için bir tam puan daha alıyor benden.

Film süresince birbirinden güzel konser sahneleri ve Joy Division şarkıları akıp gidiyor. Ian’ı oynayan Sam Riley, 80’lerin kült ozanını başarıyla canlandırmış. Bu rol için Jude Law’in seçilmediğine ne kadar sevinsek azdır doğrusu. (Law, tipi itibariyle Curtis'den ziyade Justin Timberlake'i hatırlatıyor bana yoksa kendisiyle bir alıp veremediğim yok.) Diğer oyuncular da rollerinin hakkından başarıyla gelmişler. 80’lere dair pek çok ayrıntı filmde hakkıyla kullanılmış. Anton Corbijn, Ian Curtis’in ve Joy Division’un bütün plak görsellerinin ve fotoğraflarının siyah beyaz olmasını göz önüne alarak filmi de baştan sona siyah beyaz olarak çekmiş. Bunun yerinde bir karar olduğunu filmin üzerinizde bıraktığı etkiden anlıyorsunuz. Filmin olay örgüsü kurulurken büyük ölçüde Ian'ın eşi Deborah'ın "Touching From A Distance" adlı kitabından yararlanılmış.


Kontrol, elbette Ian’ın 18 Mayıs 1980’de hayatına son vermesiyle bitiyor. Karısı Deborah “Yardım edecek kimse yok mu?” diyerek çırpınırken, Ian’ın yalnızlığı daha da artıyor. Filmde anlatılana göre Ian, Joy Division'un bu kadar ünlenmesini asla istememişti zaten.Tanrı ya da ilah olmak yerine gözden uzak olmayı yeğlediğini hep söylüyordu. Bu açıdan bakıldığına, aynı yeni yetmeliğinde plaklarını elinden düşürmediği Bowie'nin bir şarkısında söylediği gibi 30'una gelmeden, kendisi için en uygun bulduğu sonla çekip gitti hayatımızdan.

0 yorum:

Yorum Gönder

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | Best Web Hosting Coupons