15 Ekim günü, dünyanın çeşitli ülkelerindeki bloglar, sayfalarını "Çevre" konusuna ayıracaklar. İşbu yazı, Blog Action Day kapsamında klavyelenmiş olup dijital ortamda üretilmiş olduğundan, çok beğenip de çıktı almadığınız sürece, kağıt israfına sebebiyet vermeyecektir. Okuduğunuz için şimdiden teşekkür ederiz.
Rainer Ganahl'in "Susturulmuş Sesler:İstanbul’un Gazeteci Cinayetleri Topografyasını Bisikletle Dolaşmak" adlı işi.
10. İstanbul Bienali’nde Avusturyalı sanatçı Rainer Ganahl’ın Antrepo 3’de sergilenen “İstanbul’un Gazeteci Cinayetleri Topografyasını Bisikletle Dolaşmak” adlı videosu dikkatimi cezbeden işler arasındaydı. Sanatçı, çektiği kısa filmde Türkiye’de farklı tarihlerde öldürülmüş 21 gazetecinin anısına hürmeten öldürüldükleri yerlere bisikletle gidiyor ve elindeki tebeşirle öldürülen gazetecinin ismi, cinayet tarihi ve muhtemel cinayet sebebi gibi bilgileri not düşüyor. Sanatçı, bireysel protestosunda neden bisikleti kullandığını ise şöyle açıklıyor: "Bisiklet sadece kitlesel hareketliliğe ve motorlu araç kullanımına ön ayak olan önemli bir modernist makine değildi, bugün ise yine daha temiz ve daha sağlıklı hareketlilik ve ulaşım talep eden ütopyacı bir araç."
Dünya’da, motorlu araçların neden olduğu çevre ve gürültü kirliliğini protesto etmek için yapılan eylemlerde (söz gelimi 22 Eylül’deki World Car Free Day) alternatif araç olarak bisikletin kullanılması tesadüf değil. Havaya ve çevreye zararlı hiçbir yakıt tüketmeden, tamamen insan gücüyle çalışan bisikletin çevre eylemlerinde sıkça kullanılması kadar doğal ne olabilir ki? Bisiklet, yalnızca bir spor aracı veya gidilecek yere ulaştıran pratik bir araç olarak kullanılmıyor, çeşitli protesto eylemlerinde de başrol oynuyor. Bisikletin eylemlerde kullanımına belki de en güzel örnek, 6 Ekim’de Ankara’da gerçekleştirilen Trafikte Bisiklete Saygı Turu adlı etkinlikti. Türkiye Bisiklet Hareketi Platformu tarafından yapılan açıklamada “Bisikleti seven; doğayı, çevreyi, huzuru, özgürlüğü, barışı, dayanışmayı seviyor. Bisikleti seven ülkesini seviyor. Onun için bisiklete daha fazla yer verilmesini istiyor.” denilerek bisikletin bir ulaşım aracından çok daha fazlası olduğu vurgulanıyor.
Peki, İstanbul gibi tabiri caizse bisiklet katili bir metropolde bu aracın kullanılması ne kadar mümkün? Araç fiyatlarının ve banka kredilerinin ulaşılabilir olduğu çağımızda, herkes kesesine uygun bir araba satın alarak trafiğe katılabiliyor. Rainer Ganahl’ın da altını çizdiği üzere, bisiklet kullanmak ya da gideceğimiz yere yürüyerek gitmek, sinirli ve saldırgan sürücüler tarafından sürekli engellenen tercihler olmaya başladı. Büyükşehirlerde bırakın bisikletle gideceğiniz yere ulaşmayı, yürümeyi tercih etmeniz demek gün sonunda yedi sülalenizin hatırı sayılır miktarda anılmış olması ve sinir harbi demek. Bisiklet yolları deseniz, yalnızca sahil şeritlerinde, spor amaçlı kullanım için, o da bir elin parmaklarını geçmeyecek sayıda hizmette. Bisiklet, henüz bir ulaşım aracı olarak görülmediğinden olsa gerek, şehrin içinde ayrı bisiklet parkurları yok. Otomobillerin vergisi, benzini, taksiti, köprü geçiş ücreti, ıvırı- zıvırı ile hazine için önemli bir gelir kaynağı olduğu düşünülürse bunda şaşılacak pek bir şey yok aslında. Oysa ki kalabalık nüfuslu ülkelerin vatandaşlarının bisiklet kullanımına özendirilmesi, sürdürülebilir çevre politikaları adına atılacak en önemli adımlardan biri. Hürriyet gazetesi’nde yer alan bu haber, savımı destekler nitelikte sanıyorum ki.
Belki bir gün, şehirde bisikletlerin, uçurtmaların ve düşüncelerin özgürce dolanabildiği, kimsenin tercihleri yüzünden ayrımcılığa uğramadığı günleri görürüz. Belki bir gün, genel ve yerel yönetimler, geçici-yatıştırıcı çözümler yerine, geleceğe yönelik sürdürülebilir çevre koruma planlamaları geliştirir ve bisiklet yollarını bu planlamaya dahil ederler. O zamana kadar yakın mesafeleri yürüyerek veya toplu taşıma araçlarını kullanarak bireysel önlemlerimizi alabiliriz düşüncesindeyim, siz ne dersiniz?
Bir Kilo Etin Çevreye Ettiği...
Yazıyı okurken benden sonra yaşayan en seksi etyemez olan Morrissey'in grubu The Smiths'in "Meat is Murder" adlı güzide şarkısını dinlemenizi öneririm.
Peta'nın "Et Cinayet'tir" protestolarından bir fotoğraf.
“Çevre” konulu bu postun ilk bölümünde bisikletin kullanımına değindim. Şimdi bireysel bir tercihimden yola çıkarak çevreyi korumak adına önemli bir katkı olduğunu düşündüğüm etyemezliğimden söz edeceğim. 4 sene önce, bir canlının sırf bana besin olması için öldürülmesi fikrini mide bulandırıcı bulduğum için et yememeyi seçtiğimde verdiğim kararın aslında çok daha derinlere inebileceğini aklıma getirmemiştim. Konu hakkında makaleler okudukça, video ve filmler seyrettikçe işin ahlaki, felsefi ve çevresel boyutlarını da gördüm ve belki de hayatım boyunca aldığım en önemli kararın et yememek olduğuna inandım. Bugün konumuz “Çevre” olduğu için konuyu bu başlık altında aktarmayı uygun gördüm.
NewScientist.com adresinde, 18 temmuz’da ve Radikal gazetesi’nde, 20 temmuz’da yayınlanan bir haberde et tüketiminin çevreye verdiği zararlar şöyle anlatılıyor: “Et üretiminin küresel ısınma, su asitliği ve enerji tüketimiyle ilişkisini değerlendirmek üzere yola çıkan araştırmacılar, bir kilogram et üretimiyle,
Asit ve diğer kirleticilerin temel kaynağı dışkı; enerjinin üçte ikiden fazlasıysa yem üretimi ve nakline harcanıyor. Araştırmacılar. daha iyi bir atık yönetimi ve buzağılama dönemlerim yeniden ayarlama uygulamalarıyla. değerleri kısmen de olsa düşürmenin mümkün olabileceğini söylüyorlar. Tabii İngiliz Vejetaryen Derneği gibi sonuçlardan haberdar bazı vejetaryen grupların da bir önerileri var: "Hayvanı düşünmüyorsanız, kendinizi düşünün. Bu konuda yapabileceğiniz en basit şeylerden biri et yemeyi kesmek...”
Bu konuya giriş yapmışken et endüstrisi’nden bahsetmeden olmaz. Meat.org adresindeki videodaki görüntüler, üzücü olmakla birlikte et üreten işletmelerin sağlık dışı koşullarını ve çevreye verdiği zararları anlatıyor. Et endüstrisi’nin otomobil sektöründen sonra küresel ısınmanın nedenleri arasında ikinci sırada gösterilmesi ise dikkat çeken bir başka veri olarak göze çarpıyor.
Et yememe tercihini burjuva alışkanlığı ya da şımarıklık olarak görenlere karşı eldeki bu bilgilerle çıkmak, çoğu zaman akıllarda bir soru işareti oluşmasına yarıyor. Ve hepimiz biliyoruz ki, bütün düşünce ve sorgulamaların temelinde kafanın içinde oluşmuş bir küçük kuşku yatar. Lütfen insanları tercihleri nedeniyle yargılamadan ve dahası en iyi bildiğinizi iddia etmeden önce anlattıklarını dinleyin ve ondan sonra yorum getirin.
0 yorum:
Yorum Gönder