Rüyamda Siena sokaklarında tek bir sırt çantasıyla dolanmaktaydım. Elimde beyaz Leica M8'im, arnavut kaldırımı küçük ve telaşsız adımlarla arşınlıyordum. Aklımda az sonra lüp lüp yiyeceğim Panforte'ler, lıkır lıkır içeceğim şaraplar... Günlerden Cumartesi, zamanlardan akşamüzeri suları... Toskana güneşi sırtıma vurmuş. Aylağım işte, bildiğiniz aylak. Ne kira derdi, ne iş tasası, ne o, ne bu. Rüya bu ya.
Gün ışığı gözüme vurunca uyandım. Gri bir İstanbul sabahına. Toskana güneşini geçtim, İstanbul dışında hiç bir yerde olmayan o maviliği veren güneş dahi henüz yok. Hava soğuk, rüzgar poyraz. Ev kirası, iş tasası, taşınma telaşı hepsi üstümde. Heyheylerim de öyle...
Yok. Kötü hissetmiyorum. Gerçek yoksa rüya var. Leica'm yoksa Nikon'um var. Siena'da değilsem, canım İstanbul'dayım. Panforte yoksa, bademli domates reçeli var. Aşk yoksa müzik var. Para yoksa umut var. Güneş yoksa bulut var. Ama o da ne? Az da olsa, ısıtmasa da güneş de var.
Takvime döndüm baktım: 27 Mart Cumartesi. Nisan'a dört gün, doksanaltı saat, beşbinyediyüzaltmış saniye var. Aklımda
Diyorum ki, Cumartesi sabahı sıkı bir yürüyüş yapayım. Gidişim sahilden, dönüşüm Bağdat caddesi'nden. Belki Suadiye'deki o sahile sıfır çaycıda papuçlarım denizin kıyısında bir çay içerim. Belki fotoğraf çekerim. Aklımda bir fikir var, İstanbul'un barlarının önündeki ilginç afişleri fotoğraflamak niyetindeyim. İlk çekilen kare Kankigiller'den Nuri'nin bol fondötenli gül cemali. Yeterince malzeme olmazsa, ezeli ve ebedi ilgi alanım duvar yazıları. Kadıköy bu iş için ideal mekan. Belki kendimi sinemaya atarım. Makinist perdeye Ferzan Özpetek'in son filmini yansıtır: Mine Vaganti / Serseri Mayınlar. Canım isterse, Mabel'den ev yapımı Frigo alırım.
Karşıya geçişim akşamı bulur. Asmalı Cavit'te 2 tek atarım, bir tabak deniz börülcesi, bir dilim beyaz peynir ve az biraz topikle. Ghetto'ya varışım 22:30'u bulur, hafif çakırkeyif. Sahnede Gülden Karaböcek, aklımda ben gazino zamanlarına yetişmeliydim hissi. İçim buruk olacak kesin, çünkü dostlarım Dunia'da pikap başında Jesus He Knows Me gecesini kotarmakta olur aynı saatlerde. Sen işte o doğru yer ve zamanda Dunia'da olursan, 60’lar gibi havalıysan, 70’lerle çok eğleniyorsan, 80’ler kadar seksiysen, 90’lardan daha umursamazsan, 00’lere geldik sanıyorsan. Martini ya da Angelina Jolie değilsen.The Doors’tan Winona Riders’a-Ace of Base’ten The Knife’a kadar; kim varsa aklında, karşında olacak.
Dokuz yaşımdan beri etrafta hiç bir şey olmasa bile kendimi eğlendirebildiğime göre, koca bir gün nasıl geçer diye tasalanmak boşuna. Nasılsa bu, şu, o derken zaman geçer, Pazar olur, Pazartesi olur, sonra yine yeniden Cumartesi olur. Olur işte, zamanın hızına gem vuracak halimiz yok ya...
Cumartesi Sabahı Eklemesi
- Hem balık-ekmek yiyeyim, hem caz dinleyeyim, hem de denizin üzerinde salınayım diyenlere müjde: Boğaziçi'ne yüzen caz kulübü gelmiş. Bosphorus Princess günbatımında Kuruçeşme Limanı'ndan açılacak, mutfakta uskumrular cızırdarken güvertede cazcılar döktürecek. İlk konser bu akşam, sahnede, pardon güvertede Neşet Ruacan House Band ile birlikte Kerem Görsev, Kent Mete, Feyza Eren, Selen Beytekin, Önder Focan, Ferit Odman, Kürşat Deniz, Ozan Musluoğlu ve Nilüfer Verdi olacak. Biletler 100 liradan satılacak, az biraz lüks tarifeden yol alacak teknenin son durağı Karaköy olacak. (Ayrıntılı Bilgi: http://www.balikekmekcaz.com/ )
0 yorum:
Yorum Gönder