5 Şubat 2009 Perşembe

Türkiye Kyoto Protokolü'nü Kabul Etti

Kyoto'yu İmzala

Türkiye, Kyoto Protokolü'ne taraf olmasını sağlayan yasa tasarısını kabul etti. Türkiye'nin sona ermesine birkaç sene kalmış olsa da Kyoto Protokolü'nü imzalaması umut verici bir gelişme olarak düşünülebilir. Dünyada en fazla sera gazı üreten ABD ise ülke çıkarlarını gerekçe göstererek Anlaşma'ya imza atmayı reddetmeyi sürdürüyor. (Türkiye'nin de yıllarca imza atmamasının nedeni olarak da "milli çıkarlar" gösterilmişti.)


Güncelleme:


İşim gereği, her gün onlarca gazeteyi okuma imkanım oluyor. Rutin taramamın yanı sıra, dün özellikle Kyoto Protokolü ile haberlere de dikkat ettim. Çoğu gazete en arka sayfasında küçücük bir sütun ayırmıştı. Konu ile ilgili tek dişe dokunur haber, dünkü Cumhuriyet Gazetesi'nde yayınlandı. (küpürünü saklamıştım ama işyerindeki bilgisayarımda unuttuğumdan pazartesi ekleme yapabileceğim, mutlaka okunması gereken bir yazı.)


Kyoto Protokolü'nün sonunda imzalanmış olması çevrecileri memnun etti etmesine ama akıllarda soru işaretleri de kalmadı değil.

Çevre ve Orman Bakanı Veysel Eroğlu, tasarının mecliste kabul edilmesinden sonra yaptığı teşekkür konuşmasında "bundan sonra yapılacak uluslararası anlaşmalardaki pazarlıklarda elimiz güçlenecek." diyerek Türkiye'nin Kyoto Protokolü'ne katılımını açıkladı. Halbuki, küresel iklim değişikliği karbon borsalarında alınıp satılacak, yuvarlak masalarda pazarlık konusu olacak birşey değil. Türkiye'nin yerküreye bıraktığı karbon ayak izinin büyüklüğü gitgide artmayı sürdürüyor. Birkaç çarpıcı veri iletmek gerekirse; Türkiye'nin sera gazı üretimi 1990 yılından bu yana yüzde 82 gibi oranda artmış durumda. En çok karbon salımı yapan ülkeler arasında 23'üncü, AB ülkeleri arasında ise 7. sırada bulunuyoruz. Bu verileri daha da somutlaştırmak ve gündelik hayattan örnekler vermek gerekirse; Türkiye'deki konaklama tesislerinin yüzde 82'sinde arıtma tesisi bulunmadığı, 12 milyonu aşkın motorlu taşıtın trafiğe çıktığı ve ulaşımın büyük ölçüde karayolu üzerinden sağlandığı söylenebilir.



Bütün bunlara karşın, değil vatandaş ya da özel sektör, Protokol'e imza atan hükümetin bile durumun ciddiyetini anladığından endişe duyuyorum. Protokol hakkında yapılan konuşmalarda karbon borsası lafının sıkça geçiyor olması da bu tezimi doğruluyor sanki. Karbon borsası, "dünyaya en fazla sera gazı salan baba ülkeler" arasında olmayanların kullanmadıkları karbon emisyonunu hisse olarak satma olanağına sahip oldukları piyasa anlamına geliyor. Böylece gelişmiş sanayi ülkeleri karbon emisyonunu azaltacak teknolojiler geliştirmek ve bunlara yatırım yapmak yerine, borsada "az kirletici ülkeler"den kota satın alarak hesaplarını düze çıkarıyorlar. (konu ile ilgili detaylı bir yazıyı buradan okuyabilirsiniz.) Bu uygulama, Kyoto Protokolü'nün en çok tartışılan maddelerinden biri.





Yine de Kyoto Protokolü'nün uzun uğraşlar sonra imzalanmış olması, karbon salınımını ve küresel iklim değişikliğinin varlığını kabul etmek anlamına geliyor. Ampulleri tasarruflu olanlarla değiştirmek, enerjiyi verimli kullanmak ve toplu taşıma kullanmak lokal bazda çorbaya tuz sağlasa da, daha büyük adımların hükümetler ve endüstriler tarafından atılması şart. 2009 yılındaki Kopenhag zirvesi, herkesin samimiyetini/samimiyetsizliğini açıkça ortaya koyabileceği önemli bir mihenk taşı olacak gibi gözüküyor.


Not: Küresel Eylem Grubu, 25 Nisan 2009'da "Başka Bir Enerji Mümkün, Gezegeni Kurtar" talebiyle bir eylem düzenliyor. Eylemde yenilenebilir enerji gündeme getirilecek ve hükümet karbon borsasına çok bel bağlamaması ve küresel iklim değişikliğinin etkilerinin azaltılması için gereken önlemleri "gerçekten" alması yönünde bir kez daha uyarılacak.



İlgili Bağlantılar

0 yorum:

Yorum Gönder

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | Best Web Hosting Coupons