21 Kasım 2010 Pazar

Bu Yaşlı Şehirde Bir Başka Sisli Gün Daha...

iskemble3

İstanbul'da plastik sandalyeler değil de, eski sahil ve kır kahvelerindeki gibi tahta iskemble bulmak artık zor. Her yer beyaz ve petrol yeşili, çekince gıcırdayan, hiç müşteri yokken masa üzerine kapatılınca rüzgarda uçuveren o kötü sandalyelerle doldu. Bundan sebep; bir sahil kahvesi beyaz badanalı ve mavi pencereliyse, plastiğe değil, tahta iskemblelere oturulup hasbıhal ediliyorsa, üzerinde uyuklayan bir kedi varsa, çayında karbonat acılığı değil, kendi deminden kaynaklı o güzel burukluk hissediliyorsa ve derin bir 'oh' çekilip günlük gazeteleri kıraat edilebiliyorsa, o sahil kahvesi candır. 'Nerede öylesi?' diyorsanız, kulak verin: Salacak Sahili'nde böyle bir yer var. Hemen yanıbaşında Doğancılar - Üsküdar'a doğru giden yolun tabelası görünüyor. Kapısında ise Su Ürünleri Kooperatifi Lokali yazıyor. Deniz kıyısında minderlere oturup çayına 2,5 tl. bayılınan yerlerle aynı manzarayı, yani Kızkulesi'nden bir kuş uçumu mesafedeki Topkapı Sarayı'nı görüyor. Üstelik, bir 'Merhaba' esirgenmiyor ve çay 1 lira. Uyuklayan kedi, gazete hışırtısı, çayın burukluğu, gelen geçenlerin selam alıp vermesi; kısa bir İstanbul sabahı öyküsü gibi. Gibi değil, öyle.



Öykü demişken, hep merak etmişimdir: 'Neden hangi tür kitapları okursun?' sorusunun yanıtı çoğunlukla romandır? Çetrefilli ve uzun olay örgüsü olan bir şeylerle uğraştığımızı karşımızdakine hissettirmek hoşumuza mı gidiyor acaba? Su gibi akan, dupduru yazılmış öykülerinin; sözgelimi bir Katherine Mansfield ya da Salinger ya da Sait Faik'in okur dimağında 'Rus edebiyatına takıldım' kadar olamamasının, öykünün hakkının verilmeyişinin nedeni ne olabilir?


Iskemble1


Günler delirmiş gibi akıyor. Dokuz günlük o karmaşa sokaklarda kemikler bırakarak geldi geçti. Sisli ve nefes almayı zorlaştıracak kadar kötü kokan bir havaya karışıyor kalabalık. Zor bir gün, zorlaştırılacak bir gün. Denizyolu ulaşımı iptal, dolmuş-otobüs duraklarında metrelerce kuyruk, köprüler şimdiden içine inşaat artığı girmiş lavabo gibi. Bankalar en kalabalık günlerinden birini yaşayacak, devlet dairelerinde sistem çökecek, hastanelerde iniltiler yankılanacak, trafik birbirine girecek, kaotik bir şehir insanından ne bedbahlıklar istiyorsa hepsi olacak. Bilmem ki nasıl başetmeli? Müzikçalarda Midlake dönse, akşamına da Salon IKSV'de Winter Dies şarkısı bir de canlı canlı dinlense? Gün akşama dönüp de kapı karanlığın üzerine kapatılınca bir Fellini filmi izlense? Sadece metrodan metroya okunan kitap bu seferlik kanepede yerini alsa ve bu kitap bir öykü kitabı olsa?


Sis bulutu en azından yarına kadar dağılıp gider mi dersiniz?


0 yorum:

Yorum Gönder

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | Best Web Hosting Coupons