29 Haziran 2010 Salı

Toplu Bunalmalar Eşliğinde Bir Sabah

Kaotik

Dolmuştayım. Sağ tarafta, pencere kenarında oturmuş, yola değil, gökyüzüne bakıyorum. O sırada bir kadın biniyor. Nişan elbisesine benzeyen, benzeyen lafı fazla, tam tamına bir nişan elbisesi giymiş. Saçları kabarık. Dudakları kıpkırmızı boyanmış. Göz kapaklarını ise maviye bulamış. Buram buram bir parfüm kokusu salıyor. Bu denli ağır bir hava karşısında gülmemek adına dudaklarımı kemiriyorum. İçimden bir ses "insanların giyimleriyle eğlenilmez, Ezgi" diyor. Ama olacak gibi değil. Saat henüz sabah 10 ve yanımdaki kadın az sonra sahne alacak Bülent Ersoy gibi. Nihayet tüm yolcular iniyor ve kadınla başbaşa kalıyoruz. Kocaman, maviye bulanmış gözlerini bana dikip gülerek "diz dize, yan yana kaldık işte" diyor. Kafamı hafif çevirip, "ya, evet öyle oldu" diye mırmırlanıp pencereden dışarıya bakıyorum. İneceği durağa dek kendi kendine bir şeyler mırıldanıyor. Şoföre ineceğini söyleyip, kolumu sıkıyor ve "hadi güzelim, iyi günler sana" diyor. Arabayı durduran şoföre de herşeyin ama herşeyin gönlünce olmasını dileyerek topuk şıkırtıları eşliğinde uzaklaşıyor. Adam da bir "la havle" çekip vites değiştiriyor.




3 kadın. Yan yana kaldırımda yürüyorlar. Arkalarından gelene aldırış etmeden tin tin, yavaş yavaş. Arkalarından gelen benim. Yol istediğimi söylüyorum, kadınlardan biri dönüp "yol senin bebeğim, geç tabi" diyor. Gülüşmeler. Arkamı dönüp "ne oluyor yahu? diyesim gelmiyor. Arıza çipimi devreye girmeden durduruyorum. Gülüşmeler sürüyor. Tın tın topuk sesi. Kol kola kaldırım işgalleri. Ayağımdaki mavi kurdaleli vintage espadrillerimi kafalarına geçirmemek için kendimi zor tutarak yoluma gidiyorum.



Fotoğraf çekiyorum. Şu yukarıdakini. Ard arda sıralanmış festival afişleri, önünde de çimento torbaları. Karmaşa. 4 genç adam. Aralarından birinin ağzında sakız. Saçlar jöleli. Sürünün başındaki reisleri laf atıyor. Dediğini duymuyorum. Yan yan bakarak yanımdan geçiyorlar. Cak cak sakız sesi. Makinamın deklanşörü ard arda işliyor. Mendilci kadın "allah rızası için mendil almamı" söyleyip yüzüme yalvarır gibi bakıyor. Yoluma gidiyorum.


Toplumca tuhaf bir bunalma halindeyiz sanırım. Konuşmuyor, yalnızca bağırıyoruz. Dinlemiyor, yalnızca konuşuyoruz. Geçenlerde bir dostumla bu görüşümü paylaştığımda "konu tamamen ekonomik sıkıntılar. Çoğumuz akli dengemizi kaybettik de haberimiz yok." deyip eklemişti: "Artık her şey suyun üzerinde. İnan bu hiç bir şey değil. Daha kötü zamanlar bekliyor bizi. Daha sıkıntılı, bunalımlı, delirgen. Hazırla kendini."


Kendimi hazırlamalıymışım. Daha bunalımlı günlere. İlk işim, gidip saçımı kestirmek oluyor. Siyah gözlüklerimin ardına sığınıyorum. Kalabalığa karışmak, yok olmak istiyorum. Olmuyor, bırakmıyorlar. Bir an mavi kurdaleli espadrillere kayıyor gözüm. Onların bu delik deşik kaldırımlar için fazla naif olduklarını düşünüyorum. Bir kitapçıdan Füruzan'ın "Benim Sinemalarım" kitabını alıyorum.


Benim Sinemalarım. Benim panzehirlerim.



0 yorum:

Yorum Gönder

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | Best Web Hosting Coupons