Bizim mahallenin kıdemli kağıt toplayıcısı, çöp kutularını karıştırırken bir CD çantası bulmuş. Günlük selamlaşmamız esnasında "Abla bak şuna neler atmışlar" deyiverdi. Elindekine baktım, içinde internetten indirilmiş filmlerin CD'leri sıra sıra dizilmiş, belli ki büyük temizlik sırasında da gözden çıkarılmış. "Abla, Godfather bile var. Daha neler neler!" diye sevinçle şakıdı bizimki. Film izlemeyi pek severmiş, izleyecek yeri de varmış. "Hazine buldum sanki abla" diye diye neşeyle uzaklaştı.
Aklıma Muzaffer İzgü'nün Adana'da geçen çocukluğunu anlattığı kitabı ve aynı adla sinemaya uyarlanan "Zıkkımın Kökü" geldi. Akan damdan sızan suya bakıp "Aaa, Tarzan işiyor!" diyen Muzo'nun Adana'nın yazlık sinemalarında şekillenen hayal dünyası nasıl sıcacık bir öyküydü... Sonra bizim hiç yaşayamadığımız, ama anlatılanlardan 1960'lı yılların umut dolu İstanbul'unda idealist sinemacılar yetişmesine ortam sağlayan, özgürlükçü fikirlere kaynaklık eden Sinematek zamanları...
Sonra bugüne bakıyorum. Alkazar Sineması'nı alelacele elden çıkardılar. Emek Sineması'nın kapısı demir parmaklıklar ardında, kilitli. Penceresinde "Yıktırmıyoruz" yazısı. Yeşilçam Sineması, ufak ölçekte Sinematek gibi çalıştığı halde boş koltuklara oynamakta. Moda Sineması Cuma akşamında bile 25 kişilik salona film gösteriyor. Film izlemek, film festivalleri de olmasa, çoktandır alışveriş arası boş zaman aktivitesi muamelesi görüyor. İstanbul Film Festivali, alışveriş merkezi odaklı bir festival olmamak için büyük çaba harcıyor.
Herşeye rağmen, bizim sinema aşığı kağıt toplayıcısının, Emek Sineması'nın camına "Aşkına katkısı olan Emeğine Sahip çık" yazanların yüzü suyu hürmetine İstanbul için hala umut var mı dersiniz? Ne de olsa;
0 yorum:
Yorum Gönder