17 Ekim 2006 Salı

Çok Yoğunum...

Cuma eki: 4 senedir ayın ilk maaş günlerinde kampüsteki Ada Müzik'e ait minik dükkana uğruyorum. Zamanında uzun raf didiklemelerim sonucu "Cats" müzikalinin CD'sini çok uygun fiyata almıştım.(sonradan biri aşırdı) Bugün bir başka albümü ve Roll dergisini sormak için uğrayıp hemen raf fareliğine başladım. Orayı burayı karıştırırken büyük bir şıngırtıyla raflardaki 3-5 CD'yi düşürdüm, ilk başta bulunan CD'nin kabı bir tarafa, kendisi öte yana gitti. Bu CD denen şeyler tekerlek formunda oldugundan açık olan kapıya doğru yuvarlandı, peşinden de ben. Neyse ki görevli çocuklar tanır, nazımı çekerler. Dağılmış CD kutusunu düzeltip yerine koydum, sonra da kasaya dönüp: "Amaaan, zaten Coldplay'miş, kırılsa da pek bir kayıp değil" deyip, zeytinyağı gibi su üstüne çıktım. Raf fareliğim sayesinde şu anda Manu Chao dinliyorum, "Clandestino" yu. Aldığım CD 'yi öderken "Şimdi siz bana sormadan ben söyleyeyim, rafları bu kadar çok karıştırıyorum çünkü Manu Chao gibi adamı en arka rafa koymuşsunuz, Coldplay önde. Ya Manu kırılsaydı?" diyerek yüzsüzlüğümü sürdürdüm, "Clandestino"yu ödedim ve aman pek bir mutluyum, adam resmen benim şarkımı söylüyor:" i went to the big town/where there is a lot of sound/from the jungle to the city/looking for a bigger crown/so i play my boogie/for the people of big city/but they don't go crazy/when i'm bangin' in my boogie... "Böyle haydi eller havaya, dans, dans, dans diye çığırasım geliyor Bongo Bong çalarken.

Bir de ne olur söyleyin, kızlar özelllikle, siz şu jean üzeri uzun çizme modasını seviyor musunuz ya? Şehir Calamity Jane'leri gibi, hortladı gene iğne topuk çizme modası. Korkunç, hiç sevmiyorum.

Efenim, beş sene önce ilk okula başladığımda nispeten yoğun geçen sınav dönemlerinde "Son sınıfta rahat olacaksın, dayan" diye motive ederdim kendimi. Şimdi beklenen son senenin içindeyim. Beş senedir ilk defa bu kadar kağıt işine (paperwork oluyor ecnebicesi) boğulmuş durumdayım. Ödevleri bir tarafa bırakırsak 7,5 aylık bir süre içinde yazılacak bitirme tezi, iki haftaya teslimi şart staj raporu, Kongre ve Fuar yönetimi dersi için 16 Kasım'da yapılacak sunum ve 50 sayfalık çeviri gibi angaryalarım var yüklendiğim. Yaklaşmakta olan sınavlara çalışmayı say(a)mıyorum bile.

Ortaokuldayken özellikle matematik kitabımın içine Tommiks koyup okumaya bayılırdım. Şimdi tepemde "Ders çalış kızım, ödev yap yavrum" diye çığıran ebeveynler yok. İstersem İstatistik çalışmak yerine çizgi roman okuyabilirim. Kimse "neden okuyorsun?" demez. Zaten zaman yönetimi denen bir takım zırvalar öğrettiler, uygulaması size kalmış diyerek.

Personal Komputerimin başında Word formatında yapmam gerekenleri klavyelerken bir yandan ev arkadaşı arşivinden alınmış albümleri veyahut film dinlemekteyim. Yanlış yazmadım, izlemiyor, dinliyorum. Örneğin daha dün Trainspoting dinlerken Ewan Mc Gregor'un ne güzel "Jesus" dediğini farkettim. "Cisas" diye telafuz ediliyormuş İskoç aksanıyla.

Arkadaş arşivinden apartılmış albümlerin dışında uzun kış öncesi gecelerine Media Player'ımdaki eski şarkılar da eşlik ediyor. Suede "
The Asphalt World" çığırıyor.

i know a girl she walks the asphalt world
she comes to me and i supply her with ecstasy
sometimes we ride in a taxi to the ends of the city
like big stars in the back seat like skeletons ever so pretty
i know a girl she walks the asphalt world

but where does she go?
and what does she do?
and how does she feel when she's next to you?
and who does she love in time-honoured fur?
is it me or her?

i know a girl she walks the asphalt world
she's got a friend, they share mascara i pretend
sometimes they fly from the covers to the winter of the river
for these silent stars of the cinema
it's in the blood stream, it's in the liver
i know a girl, she walks the arse felt world

but where does she go?
and what does she do?
and how does she feel when she's next to you?
and who does she love in time-honoured fur?
is it me or is it her?

with ice in her blood
and a dove in her head
well how does she feel when she's in your bed?
when you're there in her arms
and there in her legs
well i'll be in her head

cos that's where i go
and that's what i do
and that's how it feels when the sex turns cruel
yes both of us need her, this is the asphalt world

İşte tam bu noktada bende dikkat falan kalmıyor. O zaman "Zorba" yı açıyorum, başlıyorum onlarca kez okuduğum satırları yeniden hatmetmeye:

"İnsan ruhu sırf çamurdur, işlenmiş, hala kabakıyım doğranmış becerilere sahip bir çamur ve temiz, sağlam olan hiçbirşeyi farkedemez, eğer yapabilseydi bunu ayrılık ne kadar başka olurdu!"


"Çok ihtiyar, doksanlık bir adam badem ağacı dikiyordu. "Eee, dede," dedim, "badem ağacı mı dikiyorsun?" O eğilmiş olduğu halde bana baktı ve: "Ben oğlum," dedi, "Ölümsüzmüşüm gibi davranırım." Karşılık verdim: "Ben de her an ölecekmişim gibi hareket ederim!" İkimizden hangimiz haklıydık, patron?" (Zorba, N.Kazancakis, Can Yayınları)

Bakıyorum, artık ders çalışmak, rapor yazmak için artık çok geç. İşte tam bu an Panait İstrati zamanı. İstrati'ye İncesaz melodileri eşlik ediyor.

"Dediklerine bakılırsa bir zamanlar Sereth'in de tıpkı bizler gibi bir ruhu, hem de ateşli bir ruhu varmış. Bukovin'den yola çıkıp geçtiği yerlerden birinde güzel ve genç bir kızın gönlünü çelen kendini beğenmiş Sereth , Bistristsa adındaki bu güzel kızı kollarına alıp yeryüzünün en güzel şeyleri olan ama yavuklusunun karşısında saygıyla eğilecek portakal ve nar bahçelerini göstermek üzere Karadeniz'e, ordan da çok daha uzaklara götürmeye karar vermiş.

Bu tasarıyla kendinden geçen, aklı başından giden Bistristsa sevgilisinin önerisini kabul etmiş, koşup elini tutmuş, birlikte bizim oralara dek gelmişler ama Tuna ansızın karşılarına dikilip "Hey, durun bakalım!" diye bağırmış, "Yalnız yollar kesişebilir, akarsular değil! Hem küçük bir ırmak koskoca bir nehrin ortasından asla ve kat'a geçemez."

Ve Tuna böyle dedikten sonra bizimkilerin yolunu kesmiş.

Bu işe sinirlenen Sereth, başlamış yatağını genişletmeye. Yavuklusunu altın sarısı meyve bahçelerinin eteklerini yalayan denize ulaştırma sevdasıyla kazdıkça kazmış, Tuna'nın genişliğine erişmiş, hatta geçmiş bile.

Ancak yarış pek orantısız, yaşlı nehrin boyu bizim sevdalılarınkinden çok çok fazla uzunmuş. Sereth ve Bistristsa el ele vermelerine karşın yenilmişler.Tuna ikisini de yedeğine alıp götürmüş.

Bununla birlikte Irmakağzı halkı, yani bizler, onların bu tutkulu direnişi sonrasında dünyanın en verimli toprağına sahip olmuşuz, çünkü Sereth ve Bistristsa önüne çıkan herşeyi silip süpüren şu suratsız Tuna'ya teslim olmadan önce işte burada sevişmişler doyasıya."

Panait İstrati-Minka Abla



Dikkatim dağılmaya pek müsait anlaşılacağı üzere. Ama yine de tam motive olmamışlığımı seviyorum. Tek bir konuya konsantre olup gelişmeleri kaçırmaktansa 2 saat daha az uyuyorum. Bu böyle olmasa Eti çikolata reklamlarına nasıl katıla katıla gülebilirim? Favorim Soho reklamı mesela. Çikolatanın içindekinin karamel mi Nuga mı olduğunu tartışan iki hatun kişi ti'ye alınıyor. Zamanında dolmuşta gözüme bu tarz konuşan bir hatun tarafından parfüm sıkılıp reklamdaki ses gibi yaya yaya özür dilenmiş olmasa abartmışlar diye efelenebilirdim feminist feminist. Az bile dalga geçmişler bence..."Polimik yoook amaaaa..." Çok sevdim, çook. Yeni 5 kat etkili Domestos reklamı ise favorim. "Kötüyüüüm ben kötüyüüüm, kötüyüm, kötüyüm, ishal yapar kustururum..." diye şarkısını söyleyen mikrop çok sevimli bence. Çamaşır suyu onu yokedince üzülüyorum doğrusu. Bu mikrop bana çocukluğumu hatırlatıyor. Yemekten önce elimizi yıkamamız gerektiğini anlatan resmili bir öykü kitabım vardı. Bu kitaptaki mikrop karakteri kıllı, tüylü yeşil bişeydi. Korkunç olsun diye kaşını çattırmışlardı ama ben çok sevimli bulurdum bu yaratığı. Hatta "Evde mikrop besleyelim mi anne?" diye sormuştum. Sineğe inek, ineğe sinek dememden sonra en çok konuşulan çocukluk andavallığım budur. Annem mikrobun kötü, ama çok kötü birşey olduğunu anlatırdı bana. Peki Okan Bayülgen'in sevimli sesiyle sevimli çizilen mikropcuktan çocuklar nasıl korkacak? O kısmı beni alakadar etmiyor.

Bu videoya da çok güldüm dün akşam misal. MTV Tr Reklam Videosu.

http://youtube.com/watch?v=BcZcdDrsOF8

Yeşilçam TV öğleden sonra saat 3 civarı siyah-beyaz filmler yayınlıyor, akşam Bussiness Channel adlı kanalda güzel filmler var, orjinal dilinde ve altyazılı olarak. Wonderland, Hillary and Jackie ve Full Metal Jacket'ı yayınladılar mesela. Bu Cumartesi CNBC-E'de Atları da Vururlar ve Tootsie gösterilecek, bu da böyle bir dipnot.

Sevgili Handan Demiralp'in http://www.tirmikizi.blogspot.com adresindeki bilgilendirici ve birbirinden hoş yazıları okumanızı öneririm. Son yazısı "Meme Kanseri" ile ilgili bilgilendirici bir yazı, didaktik olmadan, yaşamın bizzat kendisiyle dalga geçebilen bu kadını okumaktan büyük keyif duyuyorum ben.

Çok yoğunum evet.:))

0 yorum:

Yorum Gönder

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | Best Web Hosting Coupons