Bir sabah uyanırsınız ve bilgisayarınız şifrenizi tanımaz. Giriş yaptığınız bir hesap e-posta adresini tanımlayamaz. Telefonunuz size yan bakar. Kahve makinası huysuzluk çıkarır. Kombi sürekli 'erör' verir. Şalter atar. Aksi gibi midenizin de size bu berbat günde yamuk yapacağı tutar, filan. Herşey üstünüze gelir gibidir, bir köşeye çekilir, elinizde bir Atilla Atalay kitabı, Sıkılhan'la Bunalgül'ün diyalog çabalarını okur, gülersiniz. Bazı gülmeler keyiften, neşeden değil, düpedüz ruh arızasındandır.
Böylesi hallerde bilmem ki siz ne yaparsınız? Etraf, çizdiğiniz sarı çizgiyi ısrarla görmek istemeyenlerle dolu. Bilmem nasıl başedersiniz? Silip atamadığınız, çekip gitmeye mecalinizin olmadığı hallerde yani? Müziğin, kitabın, filmin, muhabbetin yetemeyeceği hallerde?
Beyoğlu Sahaf Festivali'ni dolaşıyorum. İç sıkıntısı kitapların tozla karışık karamelimsi kokusuyla bir nebze hafifliyor. Ama sonra bir kahve içimlik zamanda yeniden hortluyor. Aklıma tanesi 50 kuruştan satılık eski siyah beyaz fotoğrafların tezgahta öylece beklerkenki hali geliyor. Evlerinden bir şekilde kopup, bu tezgahlara konmuşlar. Bir albüme sıkışmış, kalmışlar. Asker üniformalı bir adam bakışlarını sertleştirmiş, iki kadın omuz omuza fotoğraf çektirmiş, küçük bir kız belli ki bir bayram günü poz vermiş. Hepsi kendi öyküleri içinde değerli, ama 'siyah beyaz fotoğraf alıyor millet harıl harıl' diyenlerin elinde alıcılarını beklemeleri... Sinirimi bozuyor.
Yıllar sonra evlerden fotoğraf yerine bol bol katalog, broşür, fatura çıkacak eskiye ait. Öyle bir 'al al, doyamama hali' çünkü. Twitter'da biri her akşam Topağacı'nda bir köşeyi fotoğraflıyor mesela. Çöpte tanesi 35 TL'den burger torbası, I-Pad kutusu, en lüksünden çikolata paketi. Hepsi tertemiz ve fiyakalı evlerden çıkma. Ve fakat bir çöp torbasına konulmayı bile haketmeden atıatıverilmişler öylece. Alt metin: Hödüğüm ama para bende. Fotoğrafları çeken kişi de çok doğru laflar ediyor zaten. Siz bunu beni okuyacağınıza O'nu bulup okuyun bence.
İçinizi kafi derecede bunalttığımı düşündüğüm için Designweek'in kapıda olduğunu, Şehir Fırsatı'nda kombine biletlerinin 10 TL'den satıldığını, Linda'nın el yapımı defterlerinin Designweek'te Boğaziçi Üniversitesi Güzel Sanatlar Kulübü öğrencilerinin açacağı standda sergileneceğini, Sahaf Festivali'nde Barış Manço'nun İngilizce şarkılarından oluşan plağın pek nefis olduğunu ekleyip satırlarıma son veriyorum.
Küçüklerin gözlerinden, büyüklerin yanaklarından öperim.
Bunalgül.
Dip Sos. 'Ah yine İstanbul'da konser vereydi' dediğiniz Kangroove, 'Çıbık' şarkısıyla kan kaynatan Multitap, artık İstanbul'a yerleştiğinden şüphe ettiğim güzel müzisyen Parlov Stelar... Hepsi Ekim'de Ghetto'dalar ve hepsi için bizim davetiyemiz var. Yan sütundan aklınıza yatanı seçip haber uçurmanız kafi.
0 yorum:
Yorum Gönder