28 Mart 2008 Cuma

Ne harika bir hayat...

Sene 99. Onaltı yaşındayım. 5yıldızlıbirotelin sağlık kulübünün resepsiyonunda stajyerim. Gecenin bir yarısı. Ortalıkta cebindeki binlerce doları harcamak için resepsiyonistlerden eskort kız talebinde bulunan koca göbek Rus morukları ile allinkulusiv yiyip içen, çokça da içen ve içtiğini otel havuzuna kusan onaltılık kızlardan başkası yok. Arada süpervizör'ün eski karısı arıyor. Kadına "kendisi şu an burada yok, otomasyonda, kendisi yok, not alayım, kendisi yok, aradığınızı iletirim, kendisi yok, ulan salak karı, anla işte yok dedirtiyor karaktersiz!" demekten imanım gevriyor. Sonuncusu içimden tabi. Çoğunlukla paparayı yiyorum ve hırsla telefonu kapadıktan sonra derin nefes alıp etrafıma bakıyorum. Gri-beyaz bir yer. Çoğunlukla yıkamaya bile üşendiğimiz meyveler bir sepette duruyor. Yanında su makinası. Durum böyleyken, yani bu kadar karaktersizken, bir şarkı çalıyor otelin ortak müzik yayını sisteminden: Wonderful Life. Klibi aklıma geliyor şarkının. Klip görüntülerinin gri-beyazı otelinkine karışıyor, oteli biraz da olsa kişilikli kılıyor.






Saat 11'de mesai bitecek, 12'deki servis aracı ile eve gideceğim, yatıp uyumam 2. Ertesi gün 3'te aynı terane(ler). Etrafta sırtlarına yapışmış t-shirtlerle dolaşan adamlar, havuç suyu içip duran kadınlar. Belki o stajın hatırımda bıraktığı sıkıcı imgeler nedeni ile beşyıldızlıotelleri hala sevmem. Terli göbekler, onaltıyaş istifraları ve telefon yalanları gelir aklıma. Ve standartlar... Ve takımlar... Ve birbirinin aynı mekanlar...Falanlar filanlar...


0 yorum:

Yorum Gönder

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | Best Web Hosting Coupons