Aynı sorunun cevaplarını İstanbul için düşündüm. Sahi, İstanbullu olmanın olmazsa olmazları neydi? Mesela, kırık bir kaldırım taşına takılıp kan oturacak şekilde ayağını burkmadıysan, ikramiye çıkmayacağını bile bile her özel günden önce Nimet Abla gişesinde kuyruğa girmediysen, metrodaki 'sarı çizgiyi geçmeyiniz' yazısını alnına yapıştırıp etrafına uyarı işareti çakmak hiç istemediysen, yağmurun bardaktan boşalırcasına yağdığı bir gecede sırılsıklam ıslanman yetmiyormuş gibi bir de şemsiyeni otobüs durağında unutmadıysan, bindiğin minibüs sıkışık trafikte direksiyonu benzin istasyonuna kırıp boş yolda 100 mt. gitmeyi marifet saymadıysa, sadece iki adım kalmışken vapuru kaçırıp, ardından hüzünlü bakışlarla el sallamadıysan, herhangi bir sahil kenarında durup, sisten görünmeyen öte yakayı seyretmediysen, susamların mideni yakacağını bile bile ofis hengamesine karışmadan önce derin bir nefes alır gibi Beşiktaş simidi alıp yemediysen, çakma saat satan Afrikalı göçmenle pazarlık etmediysen, iyi meyhane dediğinin otlu meze olmadan olmayacağını bilmiyorsan, elektroniğin ucuzunun nereden alınacağını keşfetmemişsen, dolmuşta arabesk dinlemediysen, metrobüste sağ kalmanın yolunu öğrenemediysen, Perşembe'den Pazar'a Asmalımescit'e paralel boş sokakları ezberlememişsen, istemenin her zaman başarmak demek olmadığı gerçeği kafana dank etmediyse ya da bu gerçeğin ansızın İstanbul'un bir duvarında karşına çıkabileceğini öngöremiyorsan...
Sana tavsiyem odur ki, ben sapına kadar İstanbulluyum ve bu şehri avucumun içi gibi bilirim deme. Otur ve mütemadiyen sürecek bir öğrenciliğin keyfine var, öğretmenin İstanbul.
0 yorum:
Yorum Gönder