25 Mart 2011 Cuma

İstanbul'un Orta Yeri Bahçe



Yeryüzü Derneği, İstanbul'da kendi kent bahçesini kurmak isteyenlere yardımcı olmak amacıyla yeni bir proje başlatıyor. Küçük de olsa bir bahçe ya da teras sahibi olan İstanbullular, projeye gönüllü destek sağlayan köylülerin bağışladığı fideleri ekerek kendi sebzelerini yetiştirebilecekler. Proje kapsamında Mayıs'a kadar bilgilendirme toplantıları gerçekleştirilerek bahçe oluşturmak isteyenlere teknik bilgi desteği sağlanacak. Mayıs ayında dikimi yapılan fidelerden ilk hasat ise Temmuz ayında elde edilecek. Geçtiğimiz günlerde başlayan projeyi yaratıcılarından Ceyda Falay ile konuştuk...




Kent Bahçeleri - 'Kendin yetiştir, kendin pişir' adını verdiğiniz bu proje hangi ihtiyaçtan doğdu? Proje neyi amaçlıyor?


Kent Bahçeleri Projesi’ni doğuran temel faktörlerden en önemlisi nüfusumuzun dünyanın diğer ülkelerinde olduğu gibi kentsel alanlarda hızla yoğunlaşarak sağlıklı gıda ihtiyacının belirgin şekilde artış göstermesinden doğdu. Projenin temel amacı kentimizin taze gıda ihtiyacının kent içerisinde karşılanmasına destek olmak ve ürettiği ürünü tüketmek isteyen ilgili kişilere ulaşmak.

Dünyada ve Türkiye'de kent bahçeciliği ne durumda?

Konu ile ilgili dünya örneklerine göz atacak olursak; Kanada'nın Montreal kentinde 11 bin kişi geçen yıl onlarca ton meyve-sebze üretti. Küba'nın başkenti 2,2 milyonluk Havana'da, şehirlilerin tükettiği besin maddelerinin % 80'i kent bahçelerinde üretilmiş. Çin'in en büyük şehri Şanghay'da 2,500 kilometrekarelik alan yine kent bahçesi. Moskova'da yaşayanların üçte ikisinin kent bahçesi var.

Neden endüstriyel tarım değil de, organik ve sürdürülebilir tarım?

Ekolojik dengeyi koruyarak toprağı kimyasal maddeler ve suni gübrelerle kirletmediği için organik tarım.


Kent Bahçeleri projesinin süreçleri nasıl ilerleyecek? Projeye başvurmak isteyenler nasıl bir yol izleyebilirler?

Kent Bahçeleri projesine kayıtlarımız devam etmektedir. istanbul'da yaşayan ve bahçesi yada terası olan herkes katılabilir. www.yeryuzudernegi.org sitesinde konu ile ilgili bir başvuru formumuz mevcuttur. Katılımcılarımızın bu formu doldurup devin.bahceci@gmail.com adresine göndermeleri yeterlidir.

Projenin destekçileri kimler?

Bu projede STGM(Sivil Toplum Geliştirme Merkezi) afiş, broşür gibi basılı evraklarımızı destekliyor. Asıl önemli destek, hiç bir karşılık beklemeden bizimle fidelerini paylaşan çiftçi-köylü dostlarımızdan geliyor.


Proje kapsamında kent bahçelerinde kullanılacak tohum ve fideler nerelerden temin edilecek?

Projede mayıs ayı ortasından itibaren dağıtılacak fideler bu projeye destek olan gönüllü köylü dostlarımızdan temin edilecek.

Projenin temiz ve adil gıda tüketimine ne gibi katkıları olacağını öngörüyorsunuz? Dağıtılacak fide ya da tohumların GDO, sağlığa zararlı zirai ilaçlar gibi etmenlerden arınmış, güvenilir malzemeler olmasını göz önünde bulunduracak mısınız?


Özellikle kentlerde yaşayan dar gelirlilerin gelirlerinin % 20 ile % 40'ı beslenmek için harcanırken, kent bahçeleri sayesinde aile bütçelerine önemli bir katkı sağlanmasını hedefliyoruz. Fidelerimiz, yerli tohumlardan elde edilen fideler olacağından GDO'lu tohumlar projemizde yer almayacaktır.


Kent Bahçeleri projesinin şehirlilerin yaşam kalitesine ne gibi katkıları olacağını düşünüyorsunuz?


Evsel atıklardan üretilecek kompostun doğal gübre olarak kullanımı şehirdeki kirlilik oranının azaltılmasında yardımcı oluyor. Yine şehirlerde oluşturulan her yeşil alan yağmur miktarının artmasına ve barajlardaki su miktarının yükselmesine neden oluyor. Yeşil alanların artışıyla oksijen miktarı da artarak şehrin havasının temizlenmesine katkı sağlayacak.



Şehirleşmeden kaynaklı kirlilik sorunlarının hadsafhada yaşandığı büyükşehirlerin durumunun kent bahçelerinde ekilecek ürünlerin seçiminde etkisi var mı? Özellikle hangi ürünlerin ekilmesini teşvik edecek ya da önereceksiniz?


Kirlilik önemli bir sorun. Burada açıklanması gereken bir nokta var, biz bu bahçelerde hiç bir kimyasal kullanmayacağız ve toprağı-havayı-suyu kirletmeyeceğiz. Ekilmesini planladığımız ürünler tek yıllık sebzeler ve yeşillikler.



Projenin tüm süreçleri tamamlandığında ne gibi faydalar elde etmiş olmayı umuyorsunuz?

Öncelikle şehir merkezlerinde üretilen sebze meyve miktarının artışının ekonomik bir fayda yaratmasını, bu sebep şehir dışından gelen gıda miktarında azalışa yol açacağından (nakliye, depolama vs.) ülke kaynaklarının ekonomik ve verimli kullanılmasında doğaya saygılı bir adım olacağını düşünüyoruz. Konuya sosyal faydalar açısından baktığımızda ise çocuklarımızın ve gençlerimizin sofralarımıza giren sebzelerin büyüme ve gelişme süreçlerini görmeleri ve çevreye saygılı birer birey olmalarını diliyoruz. Aynı semtte yaşayan ve şehirleşme süreciyle birbirinden uzaklaşmış hemşehrilerin kent bahçeleri projesiyle ortak bir amaç için birbirleriyle tanışmalarını ve bu projenin komşuluk ilişkilerini geliştirme ve sosyalleşme açısından bir fırsat olarak görülmesini istiyoruz.

İstanbul'un Orta Yeri Bahçe



Yeryüzü Derneği, İstanbul'da kendi kent bahçesini kurmak isteyenlere yardımcı olmak amacıyla yeni bir proje başlatıyor. Küçük de olsa bir bahçe ya da teras sahibi olan İstanbullular, projeye gönüllü destek sağlayan köylülerin bağışladığı fideleri ekerek kendi sebzelerini yetiştirebilecekler. Proje kapsamında Mayıs'a kadar bilgilendirme toplantıları gerçekleştirilerek bahçe oluşturmak isteyenlere teknik bilgi desteği sağlanacak. Mayıs ayında dikimi yapılan fidelerden ilk hasat ise Temmuz ayında elde edilecek. Geçtiğimiz günlerde başlayan projeyi yaratıcılarından Ceyda Falay ile konuştuk...




Kent Bahçeleri - 'Kendin yetiştir, kendin pişir' adını verdiğiniz bu proje hangi ihtiyaçtan doğdu? Proje neyi amaçlıyor?


Kent Bahçeleri Projesi’ni doğuran temel faktörlerden en önemlisi nüfusumuzun dünyanın diğer ülkelerinde olduğu gibi kentsel alanlarda hızla yoğunlaşarak sağlıklı gıda ihtiyacının belirgin şekilde artış göstermesinden doğdu. Projenin temel amacı kentimizin taze gıda ihtiyacının kent içerisinde karşılanmasına destek olmak ve ürettiği ürünü tüketmek isteyen ilgili kişilere ulaşmak.

Dünyada ve Türkiye'de kent bahçeciliği ne durumda?

Konu ile ilgili dünya örneklerine göz atacak olursak; Kanada'nın Montreal kentinde 11 bin kişi geçen yıl onlarca ton meyve-sebze üretti. Küba'nın başkenti 2,2 milyonluk Havana'da, şehirlilerin tükettiği besin maddelerinin % 80'i kent bahçelerinde üretilmiş. Çin'in en büyük şehri Şanghay'da 2,500 kilometrekarelik alan yine kent bahçesi. Moskova'da yaşayanların üçte ikisinin kent bahçesi var.

Neden endüstriyel tarım değil de, organik ve sürdürülebilir tarım?

Ekolojik dengeyi koruyarak toprağı kimyasal maddeler ve suni gübrelerle kirletmediği için organik tarım.


Kent Bahçeleri projesinin süreçleri nasıl ilerleyecek? Projeye başvurmak isteyenler nasıl bir yol izleyebilirler?

Kent Bahçeleri projesine kayıtlarımız devam etmektedir. istanbul'da yaşayan ve bahçesi yada terası olan herkes katılabilir. www.yeryuzudernegi.org sitesinde konu ile ilgili bir başvuru formumuz mevcuttur. Katılımcılarımızın bu formu doldurup devin.bahceci@gmail.com adresine göndermeleri yeterlidir.

Projenin destekçileri kimler?

Bu projede STGM(Sivil Toplum Geliştirme Merkezi) afiş, broşür gibi basılı evraklarımızı destekliyor. Asıl önemli destek, hiç bir karşılık beklemeden bizimle fidelerini paylaşan çiftçi-köylü dostlarımızdan geliyor.


Proje kapsamında kent bahçelerinde kullanılacak tohum ve fideler nerelerden temin edilecek?

Projede mayıs ayı ortasından itibaren dağıtılacak fideler bu projeye destek olan gönüllü köylü dostlarımızdan temin edilecek.

Projenin temiz ve adil gıda tüketimine ne gibi katkıları olacağını öngörüyorsunuz? Dağıtılacak fide ya da tohumların GDO, sağlığa zararlı zirai ilaçlar gibi etmenlerden arınmış, güvenilir malzemeler olmasını göz önünde bulunduracak mısınız?


Özellikle kentlerde yaşayan dar gelirlilerin gelirlerinin % 20 ile % 40'ı beslenmek için harcanırken, kent bahçeleri sayesinde aile bütçelerine önemli bir katkı sağlanmasını hedefliyoruz. Fidelerimiz, yerli tohumlardan elde edilen fideler olacağından GDO'lu tohumlar projemizde yer almayacaktır.


Kent Bahçeleri projesinin şehirlilerin yaşam kalitesine ne gibi katkıları olacağını düşünüyorsunuz?


Evsel atıklardan üretilecek kompostun doğal gübre olarak kullanımı şehirdeki kirlilik oranının azaltılmasında yardımcı oluyor. Yine şehirlerde oluşturulan her yeşil alan yağmur miktarının artmasına ve barajlardaki su miktarının yükselmesine neden oluyor. Yeşil alanların artışıyla oksijen miktarı da artarak şehrin havasının temizlenmesine katkı sağlayacak.



Şehirleşmeden kaynaklı kirlilik sorunlarının hadsafhada yaşandığı büyükşehirlerin durumunun kent bahçelerinde ekilecek ürünlerin seçiminde etkisi var mı? Özellikle hangi ürünlerin ekilmesini teşvik edecek ya da önereceksiniz?


Kirlilik önemli bir sorun. Burada açıklanması gereken bir nokta var, biz bu bahçelerde hiç bir kimyasal kullanmayacağız ve toprağı-havayı-suyu kirletmeyeceğiz. Ekilmesini planladığımız ürünler tek yıllık sebzeler ve yeşillikler.



Projenin tüm süreçleri tamamlandığında ne gibi faydalar elde etmiş olmayı umuyorsunuz?

Öncelikle şehir merkezlerinde üretilen sebze meyve miktarının artışının ekonomik bir fayda yaratmasını, bu sebep şehir dışından gelen gıda miktarında azalışa yol açacağından (nakliye, depolama vs.) ülke kaynaklarının ekonomik ve verimli kullanılmasında doğaya saygılı bir adım olacağını düşünüyoruz. Konuya sosyal faydalar açısından baktığımızda ise çocuklarımızın ve gençlerimizin sofralarımıza giren sebzelerin büyüme ve gelişme süreçlerini görmeleri ve çevreye saygılı birer birey olmalarını diliyoruz. Aynı semtte yaşayan ve şehirleşme süreciyle birbirinden uzaklaşmış hemşehrilerin kent bahçeleri projesiyle ortak bir amaç için birbirleriyle tanışmalarını ve bu projenin komşuluk ilişkilerini geliştirme ve sosyalleşme açısından bir fırsat olarak görülmesini istiyoruz.

Yeni Çağın Fikir Üretim Merkezleri




Geçtiğimiz son birkaç yıl medya sektörü açısından yapı taşlarını etkileyebilecek ölçekte değişikliklere sahne oldu. Yazılı basında azalan tirajlar gerekçesiyle pek çok dergi ve gazete yayın hayatına son verirken, internet haberciliği etkinliğini başdöndürücü bir biçimde arttırdı ve arttırmaya devam ediyor. Giderek daha fazla dijitalleşen medyada kişilerin kendi içeriklerini üretecekleri platformlar, kendine özgü bazı problemler ve cevaplanması gereken sorular üretti.


Bilginin son derece hızlı bir biçimde yayıldığı dijital çağ, türlü nedenlerle basında yer alan haberlerle yetinemeyenlere içerik üretme olanağı sağladı. Ve insanların diledikleri konuda yazdıkları yazıları kolay kullanımlı bir web arayüzü ile yayınlayabilecekleri bloglar doğdu. Doğdu ve olan oldu! Son dönem moda trendlerinin ne olduğundan pırasa köftesi tarifine, pazarlama dünyasında fark yaratan fikirlerden Hindistan'ın el değmemiş köşelerine yapılan gezilere kadar geniş ölçekte pek çok yazıya tek tıkla ulaşabilir olduk. Kimi bloglar, rutin olarak takip ettiğimiz gazeteler gibi sabah kahvaltısının vazgeçilmezi oldu. Haberi geleneksel medyadan alıyor, ama yorumlarını bizler gibi hayatın içinden amatörlerden okumak istiyorduk. Önceleri kişisel öykülerle başlayan bu serüven büyüdü ve bloglar geleneksel medyanın kayıtsız kalamadığı ve giderek gelişen bir haber kaynağına dönüştü.


Bugün Türkiye'de blog yayıncılığı büyük ölçüde ilgi alanları üzerinden ilerlese de, dünyada bloglar politik tartışma ortamı yaratıyor, gazetelere ve televizyonlara sığmayan haberleri kitlelere yayıyor, sivil inisiyatifin ve aktivistlerin hiçbir engele çarpmadan kendisini duyurmasına olanak sağlıyor ve fikir üretimini hareketlendiriyor. Bütün bunlar medyanın da dikkatini çekmekte gecikmedi. Bugün gazeteler internet sayfalarında okuyucularının kendilerine ait sayfalarda diledikleri konuda yorum yapmalarını teşvik ediyor. Gazete ve dergi sayfalarında blogların tanıtımları yapılıyor. Yayınlanan haberlerde sosyal medyanın etkisi gittikçe daha fazla hissediliyor. Röportajlara 'Kendinizi Twitter usulü 140 kelimeyle nasıl tanımlarsınız?' gibi soruların eklenmesi, yeni medyanın iyi ya da kötü fenomenler yaratması, içeriği güçlü bir blogun önemli etkinliklerde gazetecilerle birlikte boy göstermesi rüzgarın sosyal medya tarafından esişini en güzel anlatan örnekler.


Ben dünyada ve Türkiye'de haber alma alışkanlıklarından tutun da, kitle iletişimine kadar pek çok konuyu etkileyen, hatta değiştiren blog olgusunu yakından takip ediyor ve belli konulara odaklanmış, düzenli ve kaliteli içerik üreten blogların düşünce üretiminde ve kültür hareketlerinin oluşumunda etkili olacağına inanıyorum. 2006 yılında Alternatif-İstanbul'u kurarken amacım, o dönemde fazla örneği görülmeyen bir şehir blogu yaratarak şehirde olup biten kültür sanat olaylarını kendi üslubum ve yorumlarımla aktarabilmekti. O günden bugüne bloglar çeşitlendi, kaliteleri arttı. Her zaman blog okumayı çok severdim, ama son zamanlarda gazete okumadan önce readerımdaki blogların güncellemelerine göz atar oldum. Pek çok blogda gazetelerin özenle hazırlandığını bildiğim eklerinden çok daha kaliteli içeriğe ulaştım.


Bloglarda üretilen kaliteli içeriği önemsediğim için gazeteci Zeynep Atikkan ve akademisyen Aslı Tunç tarafından yazılan Blogdan Al Haberi kitabını çıkar çıkmaz hemen okumak istedim. Bir blog yazarı olarak şüphesiz ki, Türkiye'de bloglar âlemi ve dijital çağın bireye ve yurttaşa sunduğu yeni olanaklar konusunda kaleme alınmış bir eserden çok şey öğrenebilirdim. Kitabı okudukça blogların ve sosyal medyanın yarattığı toplumsal değişimi çok daha net bir şekilde algıladım. Blogların kitlelerarası iletişimde tsunami boyutunda dev dalgalanmalar yarattığını biliyordum, ama Blogdan Al Haberi sayesinde bu dalgalanmayı yaratanların öykülerini de öğrenmiş oldum. Kitap, dünyadaki politik içerikli blogların hiyerarşi baskısından uzak, son dakika değişikliklerden bağımsız ve editöryal müdahaleler olmadan yaptıkları yayınlarla nasıl birer fikir platformu hâline geldiklerine de yer veriyor. Geleneksel medyanın yanında yükselen blogosferi anlayabilmek, blogların haber üretim biçimlerini nasıl manipüle ettiğini algılayabilmek ve geleceğin medyasının nasıl şekillendiğini görebilmek adına Blogdan Al Haberi muhakkak okunması gereken, iyi derlenmiş bir araştırma.


Blogdan Al Haberi, Aslı Tunç ve Zeynep Atikkan, YKY, Mart 2011, 236 s.



Blogların, geleneksel gazeteciliğin yanında giderek yükseldiği bir gerçek, ancak gelenekselin Demokles Kılıcı olan sansür mekanizması blogları hedef almakta gecikmedi. Mahkeme kararıyla 20 gündür ulaşılamayan blogları etkileyen sansür kararı yine mahkeme kararıyla kaldırıldı, ancak erişim hâl
â sıkıntılı. Birileri parmağını düğmeden çekmemiş olacak ki, bu yazıyı yazmak için blogumun kontrol paneline zor girmem yetmiyormuş gibi, yazıyı yayınlayabilmem de epey zamanımı aldı çünkü 'yayınla' tuşuna basmamla kırmızı ve sevimsiz 'bu bloga erişim engellenmiştir' yazısı çıktı. Beş dakika sonra sayfayı yenilediğimde panele yeniden ulaşabildim. Tekrar sayfayı yenilediğimde yine kırmızı yazı çıktı. Sonra bir daha açıldı. İronik, değil mi?

Yeni Çağın Fikir Üretim Merkezleri




Geçtiğimiz son birkaç yıl medya sektörü açısından yapı taşlarını etkileyebilecek ölçekte değişikliklere sahne oldu. Yazılı basında azalan tirajlar gerekçesiyle pek çok dergi ve gazete yayın hayatına son verirken, internet haberciliği etkinliğini başdöndürücü bir biçimde arttırdı ve arttırmaya devam ediyor. Giderek daha fazla dijitalleşen medyada kişilerin kendi içeriklerini üretecekleri platformlar, kendine özgü bazı problemler ve cevaplanması gereken sorular üretti.


Bilginin son derece hızlı bir biçimde yayıldığı dijital çağ, türlü nedenlerle basında yer alan haberlerle yetinemeyenlere içerik üretme olanağı sağladı. Ve insanların diledikleri konuda yazdıkları yazıları kolay kullanımlı bir web arayüzü ile yayınlayabilecekleri bloglar doğdu. Doğdu ve olan oldu! Son dönem moda trendlerinin ne olduğundan pırasa köftesi tarifine, pazarlama dünyasında fark yaratan fikirlerden Hindistan'ın el değmemiş köşelerine yapılan gezilere kadar geniş ölçekte pek çok yazıya tek tıkla ulaşabilir olduk. Kimi bloglar, rutin olarak takip ettiğimiz gazeteler gibi sabah kahvaltısının vazgeçilmezi oldu. Haberi geleneksel medyadan alıyor, ama yorumlarını bizler gibi hayatın içinden amatörlerden okumak istiyorduk. Önceleri kişisel öykülerle başlayan bu serüven büyüdü ve bloglar geleneksel medyanın kayıtsız kalamadığı ve giderek gelişen bir haber kaynağına dönüştü.


Bugün Türkiye'de blog yayıncılığı büyük ölçüde ilgi alanları üzerinden ilerlese de, dünyada bloglar politik tartışma ortamı yaratıyor, gazetelere ve televizyonlara sığmayan haberleri kitlelere yayıyor, sivil inisiyatifin ve aktivistlerin hiçbir engele çarpmadan kendisini duyurmasına olanak sağlıyor ve fikir üretimini hareketlendiriyor. Bütün bunlar medyanın da dikkatini çekmekte gecikmedi. Bugün gazeteler internet sayfalarında okuyucularının kendilerine ait sayfalarda diledikleri konuda yorum yapmalarını teşvik ediyor. Gazete ve dergi sayfalarında blogların tanıtımları yapılıyor. Yayınlanan haberlerde sosyal medyanın etkisi gittikçe daha fazla hissediliyor. Röportajlara 'Kendinizi Twitter usulü 140 kelimeyle nasıl tanımlarsınız?' gibi soruların eklenmesi, yeni medyanın iyi ya da kötü fenomenler yaratması, içeriği güçlü bir blogun önemli etkinliklerde gazetecilerle birlikte boy göstermesi rüzgarın sosyal medya tarafından esişini en güzel anlatan örnekler.


Ben dünyada ve Türkiye'de haber alma alışkanlıklarından tutun da, kitle iletişimine kadar pek çok konuyu etkileyen, hatta değiştiren blog olgusunu yakından takip ediyor ve belli konulara odaklanmış, düzenli ve kaliteli içerik üreten blogların düşünce üretiminde ve kültür hareketlerinin oluşumunda etkili olacağına inanıyorum. 2006 yılında Alternatif-İstanbul'u kurarken amacım, o dönemde fazla örneği görülmeyen bir şehir blogu yaratarak şehirde olup biten kültür sanat olaylarını kendi üslubum ve yorumlarımla aktarabilmekti. O günden bugüne bloglar çeşitlendi, kaliteleri arttı. Her zaman blog okumayı çok severdim, ama son zamanlarda gazete okumadan önce readerımdaki blogların güncellemelerine göz atar oldum. Pek çok blogda gazetelerin özenle hazırlandığını bildiğim eklerinden çok daha kaliteli içeriğe ulaştım.


Bloglarda üretilen kaliteli içeriği önemsediğim için gazeteci Zeynep Atikkan ve akademisyen Aslı Tunç tarafından yazılan Blogdan Al Haberi kitabını çıkar çıkmaz hemen okumak istedim. Bir blog yazarı olarak şüphesiz ki, Türkiye'de bloglar âlemi ve dijital çağın bireye ve yurttaşa sunduğu yeni olanaklar konusunda kaleme alınmış bir eserden çok şey öğrenebilirdim. Kitabı okudukça blogların ve sosyal medyanın yarattığı toplumsal değişimi çok daha net bir şekilde algıladım. Blogların kitlelerarası iletişimde tsunami boyutunda dev dalgalanmalar yarattığını biliyordum, ama Blogdan Al Haberi sayesinde bu dalgalanmayı yaratanların öykülerini de öğrenmiş oldum. Kitap, dünyadaki politik içerikli blogların hiyerarşi baskısından uzak, son dakika değişikliklerden bağımsız ve editöryal müdahaleler olmadan yaptıkları yayınlarla nasıl birer fikir platformu hâline geldiklerine de yer veriyor. Geleneksel medyanın yanında yükselen blogosferi anlayabilmek, blogların haber üretim biçimlerini nasıl manipüle ettiğini algılayabilmek ve geleceğin medyasının nasıl şekillendiğini görebilmek adına Blogdan Al Haberi muhakkak okunması gereken, iyi derlenmiş bir araştırma.


Blogdan Al Haberi, Aslı Tunç ve Zeynep Atikkan, YKY, Mart 2011, 236 s.



Blogların, geleneksel gazeteciliğin yanında giderek yükseldiği bir gerçek, ancak gelenekselin Demokles Kılıcı olan sansür mekanizması blogları hedef almakta gecikmedi. Mahkeme kararıyla 20 gündür ulaşılamayan blogları etkileyen sansür kararı yine mahkeme kararıyla kaldırıldı, ancak erişim hâl
â sıkıntılı. Birileri parmağını düğmeden çekmemiş olacak ki, bu yazıyı yazmak için blogumun kontrol paneline zor girmem yetmiyormuş gibi, yazıyı yayınlayabilmem de epey zamanımı aldı çünkü 'yayınla' tuşuna basmamla kırmızı ve sevimsiz 'bu bloga erişim engellenmiştir' yazısı çıktı. Beş dakika sonra sayfayı yenilediğimde panele yeniden ulaşabildim. Tekrar sayfayı yenilediğimde yine kırmızı yazı çıktı. Sonra bir daha açıldı. İronik, değil mi?

22 Mart 2011 Salı

Elektronik Müzik, Ama En Alternatifinden




Müzikseverler bugüne kadar elektronik müzik icra eden müzisyenleri çoğu zaman amacı yalnızca müzik dinlemek olmayan insanların arasında, kalabalık gece kulüplerinde ve geç saatlerde dinleyebildi. Hâl böyle olunca, ne müzisyenler müziğini istediği kitleye çalabildi, ne de dinleyici müziği tam manasıyla hissedebildi. Gece kulüplerinin hafta sonu programlarına uygun olmayan müzik yapan gruplar için sessiz sakin çalacakları mekân arayışındaki müzisyenler biraraya geldi ve Dielectric Sessions projesini yarattı. Dielectric Sessions'ın ilk icraatı bu cumartesi günü yalnızca 80 kişilik kapasitesi olan Kumbara 36'da gerçekleşecek. Şehrin en yeni müzik projesi hakkında biz sorduk, projeye katılan müzisyenler yanıtladı...



Dielectric Sessions'u kağıt üzerinde -lafın gelişi, aslında ekranda- biraz okuduk. Projenin çıkış amacı 'gece kulüplerinin hafta sonu programlarına uygun olmayan müzik yapan gruplar için, sessiz sakin çalacakları bir mekân ihtiyacı' olarak özetlenmiş. Projenin özet olmayan hikâyesini anlatın desek?


Klasik müzik veya caz dinlemeye giden insanlar bunun sessiz sakin bir ortamda dinlenebileceğini baştan kabul etmiş durumda. Bu tür müzikler de kendi içinde farklı alt tarzlar ihtiva etmelerine rağmen hemen hemen benzer ortamlarda icra edilip dinleniyorlar. Göz ardı edilen şu ki elektronik müzik de kendi içinde bir çok farklı alt tür içeriyor fakat ismi söylendiğinde akla ilk gelen şey kulüplerde dans edip deşarj olunacak müzik (Tabii ki dans müziğini de seviyoruz). Hepimiz benzer ortamlarda müzik yaptık ama 'insanları nasıl eğlendirsek' fikrinin müziğin önüne geçmesi sıkıcı bir durum. Bu yüzden insanların sadece müziğe odaklanabileceği bir oluşum olan Dielectric Sessions fikri ortaya çıktı.

Dielectric Sessions'ın kapısı hangi müzisyenlere açık? Dielectric Sessions'dan hangi müzikseverler hazeder?


Fikir elektronik müzik temelinden çıkmış olsa da, oturarak müzik dinleyecek bir kitleye müzik icra etmekten hoşlanacak, ve müziğini paylaşmak için daha uygun bir ortam bulamayacağını düşünen her tür müzisyene kapımız açık. Projeye dahil olmak isteyen müzisyenler bizimle internet sitemiz üzerinden irtibata geçebilirler. Dinleyicilere gelince; kulağı elektronik tınılara aşina olan, olmasa da müzikal anlamda açık fikirli olan dinleyicilerin performanslarımızdan hoşlanacağını düşünüyoruz.


'Nezih bir ortam' ihtiyacındaki sebep, İstanbul'da elektronik müziğin değerini bilmeyen, 'ortama dans müziği olsun' diyen işletme sahiplerine bir tür karşı çıkış mı?


Aslında bir tepkiden değil bir ihtiyaçtan doğdu bu proje. Müziği üretip icra edenlerin ihtiyacından. Hazır konu açılmışken şöyle de bakmak lazım, yığın müziğine daha yakın, daha geniş kitleler tarafından takip edilen bir çok elektronik müzik türü varken yine de bunların İstanbul gece hayatında kapladıkları yer çok az. Dans müziği kısmında bile hemen her mekan aynı tarz (disco, deep house) çalıyorken gerçekten bir elektronik müzik ortamı var mı acaba diye düşünmek lazım. Bildiğimiz takip ettiğimiz bir çok insan var İstanbul'da elektronik müziğin daha alternatif kısmında müzik üreten. Bu proje umarız onlara da istedikleri müziği icra etmeleri için bir fırsat olacak.


Dielectric Sessions ilk icraatını hangi gün, hangi mekânda, kimlerle gerçekleştirecek? İlk tanışmanın ambiyansı nasıl olacak?


Dielectric Sessions'ın ilk konseri Kumbara isimli mekanda, 26 Mart Cumartesi gecesi saat 20:00'da olacak (etkinlikle ilgili detaylar Facebook'taki event sayfasından ya da websitemizden öğrenilebilir) Gruplar sırasıyla Onor Bumbum, Fuji Kureta ve Fecr-i Ati. İlk tanışma, bizim açımızdan adrenalini yüksek bir ambiyansta gerçekleşecek. Bu gerçekten hem İstanbul alternatif sahnesi, hem de biz performans sergileyecek müzisyenler için yepyeni ve heyencan verici bir yaklaşım. Dolayısıyla alacağımız tepkiler bizim için önemli ölçüde yol gösterici olacak. Dinleyicilerimizin de bu heyecanımıza ortak olmalarını, destekleriyle bizi yüreklendirmelerini diliyoruz.




Dielectric Sessions şehrin en yeni müzik projesi olarak, kendi müziğini yapan tanınmamış müzisyenlerle arasını nasıl tutacak? Projelere yeni müzisyenler dahil edilecek mi?


Dediğimiz gibi, bizimle hemfikir olan ve bu projeye gecesini gündüzünü katarak dahil olmak isteyen müzisyenlere kapımız açık. İlerki konserlerin hepsinde illa ki bu ilk konserdeki üç grup yer almayacak; o yüzden elektronik altyapıları da kullanan, eski-yeni tüm gruplarla işbirliği yapmaya hazırız.


Dielectric Sessions'ın ajandası nelerle dolacak? Proje kapsamında önümüzdeki günlerde neler göreceğiz?


Bu ilk konserin sonucunda alacağımız tepkiler, nereye doğru evrileceğimizi bize gösterecek aslında. Şimdilik, Internet üzerinden çok pozitif yorumlar aldık, bir çok kişi projemizi çok meşru ve yerinde bulduğunu bize bildirdi. Volume I'den sonrasi için de gözümüz yükseklerde :) Dielectric Sessions Volume II, III vs için İstanbul'un ve hatta başka şehirlerin itibarlı sergi mekanlarını, sanat atölyelerini, konser-tiyatro salonlarını hedefliyoruz, tabii ki başka müzisyen arkadaşlarımızı da bünyemize katıp büyüyerek.

Elektronik Müzik, Ama En Alternatifinden




Müzikseverler bugüne kadar elektronik müzik icra eden müzisyenleri çoğu zaman amacı yalnızca müzik dinlemek olmayan insanların arasında, kalabalık gece kulüplerinde ve geç saatlerde dinleyebildi. Hâl böyle olunca, ne müzisyenler müziğini istediği kitleye çalabildi, ne de dinleyici müziği tam manasıyla hissedebildi. Gece kulüplerinin hafta sonu programlarına uygun olmayan müzik yapan gruplar için sessiz sakin çalacakları mekân arayışındaki müzisyenler biraraya geldi ve Dielectric Sessions projesini yarattı. Dielectric Sessions'ın ilk icraatı bu cumartesi günü yalnızca 80 kişilik kapasitesi olan Kumbara 36'da gerçekleşecek. Şehrin en yeni müzik projesi hakkında biz sorduk, projeye katılan müzisyenler yanıtladı...



Dielectric Sessions'u kağıt üzerinde -lafın gelişi, aslında ekranda- biraz okuduk. Projenin çıkış amacı 'gece kulüplerinin hafta sonu programlarına uygun olmayan müzik yapan gruplar için, sessiz sakin çalacakları bir mekân ihtiyacı' olarak özetlenmiş. Projenin özet olmayan hikâyesini anlatın desek?


Klasik müzik veya caz dinlemeye giden insanlar bunun sessiz sakin bir ortamda dinlenebileceğini baştan kabul etmiş durumda. Bu tür müzikler de kendi içinde farklı alt tarzlar ihtiva etmelerine rağmen hemen hemen benzer ortamlarda icra edilip dinleniyorlar. Göz ardı edilen şu ki elektronik müzik de kendi içinde bir çok farklı alt tür içeriyor fakat ismi söylendiğinde akla ilk gelen şey kulüplerde dans edip deşarj olunacak müzik (Tabii ki dans müziğini de seviyoruz). Hepimiz benzer ortamlarda müzik yaptık ama 'insanları nasıl eğlendirsek' fikrinin müziğin önüne geçmesi sıkıcı bir durum. Bu yüzden insanların sadece müziğe odaklanabileceği bir oluşum olan Dielectric Sessions fikri ortaya çıktı.

Dielectric Sessions'ın kapısı hangi müzisyenlere açık? Dielectric Sessions'dan hangi müzikseverler hazeder?


Fikir elektronik müzik temelinden çıkmış olsa da, oturarak müzik dinleyecek bir kitleye müzik icra etmekten hoşlanacak, ve müziğini paylaşmak için daha uygun bir ortam bulamayacağını düşünen her tür müzisyene kapımız açık. Projeye dahil olmak isteyen müzisyenler bizimle internet sitemiz üzerinden irtibata geçebilirler. Dinleyicilere gelince; kulağı elektronik tınılara aşina olan, olmasa da müzikal anlamda açık fikirli olan dinleyicilerin performanslarımızdan hoşlanacağını düşünüyoruz.


'Nezih bir ortam' ihtiyacındaki sebep, İstanbul'da elektronik müziğin değerini bilmeyen, 'ortama dans müziği olsun' diyen işletme sahiplerine bir tür karşı çıkış mı?


Aslında bir tepkiden değil bir ihtiyaçtan doğdu bu proje. Müziği üretip icra edenlerin ihtiyacından. Hazır konu açılmışken şöyle de bakmak lazım, yığın müziğine daha yakın, daha geniş kitleler tarafından takip edilen bir çok elektronik müzik türü varken yine de bunların İstanbul gece hayatında kapladıkları yer çok az. Dans müziği kısmında bile hemen her mekan aynı tarz (disco, deep house) çalıyorken gerçekten bir elektronik müzik ortamı var mı acaba diye düşünmek lazım. Bildiğimiz takip ettiğimiz bir çok insan var İstanbul'da elektronik müziğin daha alternatif kısmında müzik üreten. Bu proje umarız onlara da istedikleri müziği icra etmeleri için bir fırsat olacak.


Dielectric Sessions ilk icraatını hangi gün, hangi mekânda, kimlerle gerçekleştirecek? İlk tanışmanın ambiyansı nasıl olacak?


Dielectric Sessions'ın ilk konseri Kumbara isimli mekanda, 26 Mart Cumartesi gecesi saat 20:00'da olacak (etkinlikle ilgili detaylar Facebook'taki event sayfasından ya da websitemizden öğrenilebilir) Gruplar sırasıyla Onor Bumbum, Fuji Kureta ve Fecr-i Ati. İlk tanışma, bizim açımızdan adrenalini yüksek bir ambiyansta gerçekleşecek. Bu gerçekten hem İstanbul alternatif sahnesi, hem de biz performans sergileyecek müzisyenler için yepyeni ve heyencan verici bir yaklaşım. Dolayısıyla alacağımız tepkiler bizim için önemli ölçüde yol gösterici olacak. Dinleyicilerimizin de bu heyecanımıza ortak olmalarını, destekleriyle bizi yüreklendirmelerini diliyoruz.




Dielectric Sessions şehrin en yeni müzik projesi olarak, kendi müziğini yapan tanınmamış müzisyenlerle arasını nasıl tutacak? Projelere yeni müzisyenler dahil edilecek mi?


Dediğimiz gibi, bizimle hemfikir olan ve bu projeye gecesini gündüzünü katarak dahil olmak isteyen müzisyenlere kapımız açık. İlerki konserlerin hepsinde illa ki bu ilk konserdeki üç grup yer almayacak; o yüzden elektronik altyapıları da kullanan, eski-yeni tüm gruplarla işbirliği yapmaya hazırız.


Dielectric Sessions'ın ajandası nelerle dolacak? Proje kapsamında önümüzdeki günlerde neler göreceğiz?


Bu ilk konserin sonucunda alacağımız tepkiler, nereye doğru evrileceğimizi bize gösterecek aslında. Şimdilik, Internet üzerinden çok pozitif yorumlar aldık, bir çok kişi projemizi çok meşru ve yerinde bulduğunu bize bildirdi. Volume I'den sonrasi için de gözümüz yükseklerde :) Dielectric Sessions Volume II, III vs için İstanbul'un ve hatta başka şehirlerin itibarlı sergi mekanlarını, sanat atölyelerini, konser-tiyatro salonlarını hedefliyoruz, tabii ki başka müzisyen arkadaşlarımızı da bünyemize katıp büyüyerek.

21 Mart 2011 Pazartesi

Sen Öğrenci Ol, İstanbul Öğretmen...

S6300707

Dün 'How I Met Your Mother'ı izliyordum. Diziyi 'Ne yapmadan tam manasıyla New York'lu sayılmazsın?' sorusu üzerine kurmuşlardı. Sözgelimi, Robin Kanada'dan geleli 6 yıl olmasına rağmen bir kafede otururken Woody Allen'ı hiç görmemiş, trafiğe takılmadan bir yerden bir yere gitmenin en zahmetsiz yolunun metro olduğunu anlamamıştı. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, zavallıcık metroda kalabalığı umursamadan hıçkıra hıçkıra ağlamamıştı bile. Kanadalı olduğu için dalga geçilmesi yetmezmiş gibi, gerçek bir New York'lu olarak da kabul edilmiyordu. Bölümün sonunda Robin Woody Allen'ı bir kafede görmek dışında tüm aşamaları geçerek gerçek bir New Yorker olarak nihayet kabul görüyordu.


Aynı sorunun cevaplarını İstanbul için düşündüm. Sahi, İstanbullu olmanın olmazsa olmazları neydi? Mesela, kırık bir kaldırım taşına takılıp kan oturacak şekilde ayağını burkmadıysan, ikramiye çıkmayacağını bile bile her özel günden önce Nimet Abla gişesinde kuyruğa girmediysen, metrodaki 'sarı çizgiyi geçmeyiniz' yazısını alnına yapıştırıp etrafına uyarı işareti çakmak hiç istemediysen, yağmurun bardaktan boşalırcasına yağdığı bir gecede sırılsıklam ıslanman yetmiyormuş gibi bir de şemsiyeni otobüs durağında unutmadıysan, bindiğin minibüs sıkışık trafikte direksiyonu benzin istasyonuna kırıp boş yolda 100 mt. gitmeyi marifet saymadıysa, sadece iki adım kalmışken vapuru kaçırıp, ardından hüzünlü bakışlarla el sallamadıysan, herhangi bir sahil kenarında durup, sisten görünmeyen öte yakayı seyretmediysen, susamların mideni yakacağını bile bile ofis hengamesine karışmadan önce derin bir nefes alır gibi Beşiktaş simidi alıp yemediysen, çakma saat satan Afrikalı göçmenle pazarlık etmediysen, iyi meyhane dediğinin otlu meze olmadan olmayacağını bilmiyorsan, elektroniğin ucuzunun nereden alınacağını keşfetmemişsen, dolmuşta arabesk dinlemediysen, metrobüste sağ kalmanın yolunu öğrenemediysen, Perşembe'den Pazar'a Asmalımescit'e paralel boş sokakları ezberlememişsen, istemenin her zaman başarmak demek olmadığı gerçeği kafana dank etmediyse ya da bu gerçeğin ansızın İstanbul'un bir duvarında karşına çıkabileceğini öngöremiyorsan...


Sana tavsiyem odur ki, ben sapına kadar İstanbulluyum ve bu şehri avucumun içi gibi bilirim deme. Otur ve mütemadiyen sürecek bir öğrenciliğin keyfine var, öğretmenin İstanbul.

Sen Öğrenci Ol, İstanbul Öğretmen...

S6300707

Dün 'How I Met Your Mother'ı izliyordum. Diziyi 'Ne yapmadan tam manasıyla New York'lu sayılmazsın?' sorusu üzerine kurmuşlardı. Sözgelimi, Robin Kanada'dan geleli 6 yıl olmasına rağmen bir kafede otururken Woody Allen'ı hiç görmemiş, trafiğe takılmadan bir yerden bir yere gitmenin en zahmetsiz yolunun metro olduğunu anlamamıştı. Bütün bunlar yetmezmiş gibi, zavallıcık metroda kalabalığı umursamadan hıçkıra hıçkıra ağlamamıştı bile. Kanadalı olduğu için dalga geçilmesi yetmezmiş gibi, gerçek bir New York'lu olarak da kabul edilmiyordu. Bölümün sonunda Robin Woody Allen'ı bir kafede görmek dışında tüm aşamaları geçerek gerçek bir New Yorker olarak nihayet kabul görüyordu.


Aynı sorunun cevaplarını İstanbul için düşündüm. Sahi, İstanbullu olmanın olmazsa olmazları neydi? Mesela, kırık bir kaldırım taşına takılıp kan oturacak şekilde ayağını burkmadıysan, ikramiye çıkmayacağını bile bile her özel günden önce Nimet Abla gişesinde kuyruğa girmediysen, metrodaki 'sarı çizgiyi geçmeyiniz' yazısını alnına yapıştırıp etrafına uyarı işareti çakmak hiç istemediysen, yağmurun bardaktan boşalırcasına yağdığı bir gecede sırılsıklam ıslanman yetmiyormuş gibi bir de şemsiyeni otobüs durağında unutmadıysan, bindiğin minibüs sıkışık trafikte direksiyonu benzin istasyonuna kırıp boş yolda 100 mt. gitmeyi marifet saymadıysa, sadece iki adım kalmışken vapuru kaçırıp, ardından hüzünlü bakışlarla el sallamadıysan, herhangi bir sahil kenarında durup, sisten görünmeyen öte yakayı seyretmediysen, susamların mideni yakacağını bile bile ofis hengamesine karışmadan önce derin bir nefes alır gibi Beşiktaş simidi alıp yemediysen, çakma saat satan Afrikalı göçmenle pazarlık etmediysen, iyi meyhane dediğinin otlu meze olmadan olmayacağını bilmiyorsan, elektroniğin ucuzunun nereden alınacağını keşfetmemişsen, dolmuşta arabesk dinlemediysen, metrobüste sağ kalmanın yolunu öğrenemediysen, Perşembe'den Pazar'a Asmalımescit'e paralel boş sokakları ezberlememişsen, istemenin her zaman başarmak demek olmadığı gerçeği kafana dank etmediyse ya da bu gerçeğin ansızın İstanbul'un bir duvarında karşına çıkabileceğini öngöremiyorsan...


Sana tavsiyem odur ki, ben sapına kadar İstanbulluyum ve bu şehri avucumun içi gibi bilirim deme. Otur ve mütemadiyen sürecek bir öğrenciliğin keyfine var, öğretmenin İstanbul.

Özel Tasarım ve El Yapımı Defterler Kazanmak İster misiniz?




Linda Nihan Lafcı, Marmara Üniversitesi Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü mezunu bir tasarımcı. Şu anda aynı üniversitede yüksek lisans öğrencisi olan Lafcı, aynı zamanda '% 100 Hand Made by lindanihan' markasının da yaratıcısı.

White Bird on Yellow


Eski dergi , poster, gazete , kumaş ve kullanılmayan kağıt gibi malzemeleri yeniden kullanılır hale getirmenin en güzel yollarından birisinin onları defter olarak yeniden tasarlamak olduğunu keşfeden Linda Nihan Lafcı, aldığı eğitimin temeli olan "Tasarladığınız ürün çevreye dost, kullanıcısına dost bir ürün olmalı!" anlayışını benimsemiş.



100 percent Hand Made Journal by lindanihan


Tasarımcının '% 100 Hand Made by lindanihan' adını taşıyan markası da bu anlayışın bir ürünü. '%100 Hand Made by lindanihan' defterlerinin üretim aşamasında mümkün olduğunca geri dönüşümlü malzemeler kullanılıyor. Defterler, geri dönüşüm ile üretilmiş 2. hamur kağıtlardan üretiliyor. Beyaz kağıtlar ise kağıt yapımı için özel yetiştirilmiş ağaçlardan elde ediliyor. Defter kapaklarında kullanılan mukavvalar ise geri dönüşüm ile üretilmiş malzemeler.


handmadelinda

Defterlerin kapaklarında hayvanlardan, bitkilerden ve yaşadığı çevreden esinlenerek oluşturduğu özgün çizimlerini kullanan tasarımcı, baskılarını kendi atölyesinde özgün baskı tekniklerinden biri olan linol baskı tekniği ile alıyor. Her baskı tek tek el ile alındığı için sonuçlar her zaman bir önceki baskıdan biraz daha farklı oluyor ve bu durum defterlerin her birinin özel olmasını sağlıyor. Defterlerin forma dikişlerini, kapak ciltlemelerini, kesimini, paketlenmesini ve dağıtımını Linda Nihan Lafcı gerçekleştiriyor.



'% 100 Hand Made by lindanihan' defterleri, doğaya ve kullanıcısına dost ürünler arayan özel tasarım meraklılarının ilgisini bekliyor.


Tasarımcı ve
'% 100 Hand Made by lindanihan' ile ilgili detaylı bilgiyi bu adresten alabilirsiniz.




Bu da Bizden Olsun!





Alternatif-İstanbul, özel tasarım ürünlere meraklı bir okuyucusuna Linda Nihan Lafcı tarafından üretilen ve yukarıda fotoğrafını gördüğünüz iki el yapımı defteri armağan ediyor. Defterler A6 boyutunda ve çantada rahatlıkla taşınabilir. Galata Kulesi baskılı mor renkli defterin iç sayfaları kitap sayfası olarak da bildiğimiz 2. hamur kağıt. Kuş baskılı buz mavisi defter ise, beyaz kağıttan üretilmiş.


Linda Nihan Lafcı tasarımı bu özel defterlerin satırları sizin kaleminizle dolsun isterseniz, yapmanız gereken sağ menüde yer alan 'İzle' butonuna basarak Alternatif-İstanbul'u takibe almak ve 25 Mart Cuma günü saat 17:00'ye kadar ezgi@alternatif-istanbul.net adresine 'Linda Nihan Lafcı Tasarımı Defter' başlıklı ve adınızı, soyadınızı ve adres bilgilerinizi içeren bir e-posta göndermek. Kazananı random.org aracılığı ile yapacağımız çekiliş belirleyecek.

İyi şanslar!



Özel Tasarım ve El Yapımı Defterler Kazanmak İster misiniz?




Linda Nihan Lafcı, Marmara Üniversitesi Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü mezunu bir tasarımcı. Şu anda aynı üniversitede yüksek lisans öğrencisi olan Lafcı, aynı zamanda '% 100 Hand Made by lindanihan' markasının da yaratıcısı.

White Bird on Yellow


Eski dergi , poster, gazete , kumaş ve kullanılmayan kağıt gibi malzemeleri yeniden kullanılır hale getirmenin en güzel yollarından birisinin onları defter olarak yeniden tasarlamak olduğunu keşfeden Linda Nihan Lafcı, aldığı eğitimin temeli olan "Tasarladığınız ürün çevreye dost, kullanıcısına dost bir ürün olmalı!" anlayışını benimsemiş.



100 percent Hand Made Journal by lindanihan


Tasarımcının '% 100 Hand Made by lindanihan' adını taşıyan markası da bu anlayışın bir ürünü. '%100 Hand Made by lindanihan' defterlerinin üretim aşamasında mümkün olduğunca geri dönüşümlü malzemeler kullanılıyor. Defterler, geri dönüşüm ile üretilmiş 2. hamur kağıtlardan üretiliyor. Beyaz kağıtlar ise kağıt yapımı için özel yetiştirilmiş ağaçlardan elde ediliyor. Defter kapaklarında kullanılan mukavvalar ise geri dönüşüm ile üretilmiş malzemeler.


handmadelinda

Defterlerin kapaklarında hayvanlardan, bitkilerden ve yaşadığı çevreden esinlenerek oluşturduğu özgün çizimlerini kullanan tasarımcı, baskılarını kendi atölyesinde özgün baskı tekniklerinden biri olan linol baskı tekniği ile alıyor. Her baskı tek tek el ile alındığı için sonuçlar her zaman bir önceki baskıdan biraz daha farklı oluyor ve bu durum defterlerin her birinin özel olmasını sağlıyor. Defterlerin forma dikişlerini, kapak ciltlemelerini, kesimini, paketlenmesini ve dağıtımını Linda Nihan Lafcı gerçekleştiriyor.



'% 100 Hand Made by lindanihan' defterleri, doğaya ve kullanıcısına dost ürünler arayan özel tasarım meraklılarının ilgisini bekliyor.


Tasarımcı ve
'% 100 Hand Made by lindanihan' ile ilgili detaylı bilgiyi bu adresten alabilirsiniz.




Bu da Bizden Olsun!





Alternatif-İstanbul, özel tasarım ürünlere meraklı bir okuyucusuna Linda Nihan Lafcı tarafından üretilen ve yukarıda fotoğrafını gördüğünüz iki el yapımı defteri armağan ediyor. Defterler A6 boyutunda ve çantada rahatlıkla taşınabilir. Galata Kulesi baskılı mor renkli defterin iç sayfaları kitap sayfası olarak da bildiğimiz 2. hamur kağıt. Kuş baskılı buz mavisi defter ise, beyaz kağıttan üretilmiş.


Linda Nihan Lafcı tasarımı bu özel defterlerin satırları sizin kaleminizle dolsun isterseniz, yapmanız gereken sağ menüde yer alan 'İzle' butonuna basarak Alternatif-İstanbul'u takibe almak ve 25 Mart Cuma günü saat 17:00'ye kadar ezgi@alternatif-istanbul.net adresine 'Linda Nihan Lafcı Tasarımı Defter' başlıklı ve adınızı, soyadınızı ve adres bilgilerinizi içeren bir e-posta göndermek. Kazananı random.org aracılığı ile yapacağımız çekiliş belirleyecek.

İyi şanslar!



19 Mart 2011 Cumartesi

Dayanışma Ruhunu Kaybetmeden ve Doğanın Değerini Bilerek Yaşamak

Türkiye'de 2001 yılından itibaren hız kazanan altın üretimi, 2010 yılında 17 tona ulaştı. Türkiye'de 5177 sayılı Maden Yasası'nın yürürlüğe girmesiyle birlikte sadece2006-2008 yılları arasında verilmiş ruhsat sayısı kırk bin. 2007 itibariyle Türkiye'de faaliyet gösteren yabancı şirketlerin sayısı ise, 143 olarak açıklanıyor. Bu şirketler yeni ve bakir altın yatakları bulabilmek amacıyla Türkiye'nin çeşitli bölgelerinde çalışmalar yürütüyor. Altın üretiminde en fazla kullanılan yöntem ise, eski ve doğal yaşamı tehdit eden ama ekonomikliği ve verimliliğinden dolayı siyanür liçi adı verilen yöntem.


Kışladağ, Uşak'ın Eşme ve Ulubey ilçeleri arasında kalan bir dağın/yerin adı. Bir ton kayada ortalama 1.23 gram altın ve bir miktar gümüş tespit edilmesiyle beraber bölgede hareketlilik başlıyor. Toronto Borsası'na kayıtlı, yüzde 99.56 hissesi Hollandalılar'a ait olan Eldorado Gold ve bu şirketin Türkiye'deki iştiraki Tüprag tarafından işletilen Kışladağ Altın Madeni'nin ruhsatını alıyor ve 2006 yılından itibaren 1000 metre çapında bir alanda 70 bin ton siyanür kullanarak altın üretimine geçiyor. Altın üretimi başlar başlamaz da, Kışladağ çevresinde yaşayan köylüler yaşam alanlarının ve doğal kaynaklarının yok edildiği gerekçesiyle Bergama'da vuku bulan direnişi örnek alarak örgütleniyor ve madene tepki gösteriyor. Bu tepkiye İnay köyü tüm sakinleriyle katılırken, diğer köylerden kısmen katılımlar oluyor ve kitlesel bir direniş başlıyor.


Geçtiğimiz günlerde Yeni İnsan Yayınevi tarafından yayınlanan Kışladağ'dan Mektup Var adlı kitap, sistemli halkla ilişkiler faaliyetlerine ve çeşitli baskılara rağmen altın madenine karşı örgütlenen köylülerin anlamlı direnişini anlatıyor. Kitabı kaleme alan Muammer Sakaryalı, bu direnişin kamuoyuna duyurulmasında büyük emeği geçmiş bir isim. Sakaryalı, 'Akılda kalmaz, satırda kalır.' düşüncesiyle köylüleri direnişe götüren aşamaları ve direnişin ruhuna dair tespitlerini her türden insana aktarmak amacıyla Kışladağ'dan Mektup Var'ı kaleme aldığını belirtiyor. Okuyucu, bir yandan yörenin su kaynaklarının altın madeni tarafından kullanılmasına karşı çıkan köylülerin 'İnay Vicdan Hareketi'ni kurarak gerçekleştirdiği mücadeleyi görürken, öte yandan direnişten rahatsız olan otoritenin baskılarına ve yıldırma çabalarına tanık oluyor.


Kışladağ'dan Mektup Var, yaşam hakkına saygı duyan, üzerinde yaşamakta olduğu toprağın, bu topraktan elde ettiği ürünün ve soluduğu havanın değerini bilen vicdanlı insanların muhakkak okuması gereken zorlu ve hiç bitmeyecek bir mücadele öyküsü. Bu öyküde adı geçen köylüleri kahraman olarak adlandırmak abesle iştigal olmaz, zira bu denli bilgi kirliliğinin yaşandığı, farklı düşünenlerin baskı altında yok edilmeye çalışıldığı ve dinin imanın para olduğu bir çağda insanca, vicdanını ve onurunu yitirmeden, dayanışma ruhunu kaybetmeden ve doğanın değerini bilerek yaşamayı bilmeyi yeniden anımsatıyorlar.


"Kışladağ'dan Mektup Var", Muammer Sakaryalı, 237 s., Yeni İnsan Yayınevi, 2011.

Dayanışma Ruhunu Kaybetmeden ve Doğanın Değerini Bilerek Yaşamak

Türkiye'de 2001 yılından itibaren hız kazanan altın üretimi, 2010 yılında 17 tona ulaştı. Türkiye'de 5177 sayılı Maden Yasası'nın yürürlüğe girmesiyle birlikte sadece2006-2008 yılları arasında verilmiş ruhsat sayısı kırk bin. 2007 itibariyle Türkiye'de faaliyet gösteren yabancı şirketlerin sayısı ise, 143 olarak açıklanıyor. Bu şirketler yeni ve bakir altın yatakları bulabilmek amacıyla Türkiye'nin çeşitli bölgelerinde çalışmalar yürütüyor. Altın üretiminde en fazla kullanılan yöntem ise, eski ve doğal yaşamı tehdit eden ama ekonomikliği ve verimliliğinden dolayı siyanür liçi adı verilen yöntem.


Kışladağ, Uşak'ın Eşme ve Ulubey ilçeleri arasında kalan bir dağın/yerin adı. Bir ton kayada ortalama 1.23 gram altın ve bir miktar gümüş tespit edilmesiyle beraber bölgede hareketlilik başlıyor. Toronto Borsası'na kayıtlı, yüzde 99.56 hissesi Hollandalılar'a ait olan Eldorado Gold ve bu şirketin Türkiye'deki iştiraki Tüprag tarafından işletilen Kışladağ Altın Madeni'nin ruhsatını alıyor ve 2006 yılından itibaren 1000 metre çapında bir alanda 70 bin ton siyanür kullanarak altın üretimine geçiyor. Altın üretimi başlar başlamaz da, Kışladağ çevresinde yaşayan köylüler yaşam alanlarının ve doğal kaynaklarının yok edildiği gerekçesiyle Bergama'da vuku bulan direnişi örnek alarak örgütleniyor ve madene tepki gösteriyor. Bu tepkiye İnay köyü tüm sakinleriyle katılırken, diğer köylerden kısmen katılımlar oluyor ve kitlesel bir direniş başlıyor.


Geçtiğimiz günlerde Yeni İnsan Yayınevi tarafından yayınlanan Kışladağ'dan Mektup Var adlı kitap, sistemli halkla ilişkiler faaliyetlerine ve çeşitli baskılara rağmen altın madenine karşı örgütlenen köylülerin anlamlı direnişini anlatıyor. Kitabı kaleme alan Muammer Sakaryalı, bu direnişin kamuoyuna duyurulmasında büyük emeği geçmiş bir isim. Sakaryalı, 'Akılda kalmaz, satırda kalır.' düşüncesiyle köylüleri direnişe götüren aşamaları ve direnişin ruhuna dair tespitlerini her türden insana aktarmak amacıyla Kışladağ'dan Mektup Var'ı kaleme aldığını belirtiyor. Okuyucu, bir yandan yörenin su kaynaklarının altın madeni tarafından kullanılmasına karşı çıkan köylülerin 'İnay Vicdan Hareketi'ni kurarak gerçekleştirdiği mücadeleyi görürken, öte yandan direnişten rahatsız olan otoritenin baskılarına ve yıldırma çabalarına tanık oluyor.


Kışladağ'dan Mektup Var, yaşam hakkına saygı duyan, üzerinde yaşamakta olduğu toprağın, bu topraktan elde ettiği ürünün ve soluduğu havanın değerini bilen vicdanlı insanların muhakkak okuması gereken zorlu ve hiç bitmeyecek bir mücadele öyküsü. Bu öyküde adı geçen köylüleri kahraman olarak adlandırmak abesle iştigal olmaz, zira bu denli bilgi kirliliğinin yaşandığı, farklı düşünenlerin baskı altında yok edilmeye çalışıldığı ve dinin imanın para olduğu bir çağda insanca, vicdanını ve onurunu yitirmeden, dayanışma ruhunu kaybetmeden ve doğanın değerini bilerek yaşamayı bilmeyi yeniden anımsatıyorlar.


"Kışladağ'dan Mektup Var", Muammer Sakaryalı, 237 s., Yeni İnsan Yayınevi, 2011.

16 Mart 2011 Çarşamba

Türkiye'nin Genç ve Usta Caz Yorumcuları Caz Ağacı'nda Ella Fitzgerald'ı Anacak



Türk cazının ustaları ve yeni isimleri, ‘Caz Ağacı’ şemsiyesi altında, Billie Holiday’den sonra bu sefer caz tarihinin unutulmaz seslerinden Ella Fitzgerald’ı, 30’lu ve 40’lı yıllarının büyülü ambiyansında, hayranlıkla selamlıyor.


Garanti Bankası’nın ana sponsorluğunda ve Garanti Caz Yeşili konserleri kapsamında, Vedat Özdemiroğlu’nun keyifli sunumuyla, eski Casablanca Gazinosu, yeni Romeo&Juliet’te, 18 Mart günü 22.00’de gerçekleşecek gecede, cazın güçlü seslerine piyanoda Burak Bedikyan, saksofonda Engin Recepoğulları, kontrbasta Ozan Musluoğlu ve davulda Ediz Hafızoğlu eşlik edecek.




Bu da Bizden Olsun


Caz Ağacı Vol.2 konserine davetiye kazanmak için 17 Mart Perşembe günü saat 17:00'e kadar yan menüdeki "izle" butonuna basarak Alternatif-İstanbul'u takibe almak ve ezgi@alternatif-istanbul.net adresine adınız ve soyadınız ile birlikte davetiye istediğinizi bildiren bir e-posta iletmek. E-posta gönderen okuyucularımız arasında random.org ile gerçekleştireceğimiz çekilişle belirlenecek iki talihli çift kişilik davetiyenin sahibi olacak.


Türkiye'nin Genç ve Usta Caz Yorumcuları Caz Ağacı'nda Ella Fitzgerald'ı Anacak



Türk cazının ustaları ve yeni isimleri, ‘Caz Ağacı’ şemsiyesi altında, Billie Holiday’den sonra bu sefer caz tarihinin unutulmaz seslerinden Ella Fitzgerald’ı, 30’lu ve 40’lı yıllarının büyülü ambiyansında, hayranlıkla selamlıyor.


Garanti Bankası’nın ana sponsorluğunda ve Garanti Caz Yeşili konserleri kapsamında, Vedat Özdemiroğlu’nun keyifli sunumuyla, eski Casablanca Gazinosu, yeni Romeo&Juliet’te, 18 Mart günü 22.00’de gerçekleşecek gecede, cazın güçlü seslerine piyanoda Burak Bedikyan, saksofonda Engin Recepoğulları, kontrbasta Ozan Musluoğlu ve davulda Ediz Hafızoğlu eşlik edecek.




Bu da Bizden Olsun


Caz Ağacı Vol.2 konserine davetiye kazanmak için 17 Mart Perşembe günü saat 17:00'e kadar yan menüdeki "izle" butonuna basarak Alternatif-İstanbul'u takibe almak ve ezgi@alternatif-istanbul.net adresine adınız ve soyadınız ile birlikte davetiye istediğinizi bildiren bir e-posta iletmek. E-posta gönderen okuyucularımız arasında random.org ile gerçekleştireceğimiz çekilişle belirlenecek iki talihli çift kişilik davetiyenin sahibi olacak.


11 Mart 2011 Cuma

30. İstanbul Film Festivali Seçkisi


İstanbul Film Festivali programı 9 Mart Çarşamba akşamı gerçekleştirilen bir basın toplantısı ile açıklandı, lakin bizim cephede yaşanan toplu bunalma halleri nedeniyle yazmak bugüne kaldı. Kişisel ya da kitlesel, küçüklü ya da büyüklü depremlerle sarsılan yaşamımızda derin bir nefes alma gereksinimi ayyuka çıkmışken beliriveren kaçış hallerini seviyorum ben. Bu sene 30. yılını kutlayan İstanbul Film Festivali'nin programındaki 230 filmi incelemek ve aralarında seçim yapmak da bu 'derin bi nefes alıyoruz yükümüz ağır' durumunda sığınılacak en yakın acil çıkış kapısı.



Bu seneki festivalin içeriğinin dolu dolu olmasının yanında, 30 koca yılı devirmiş olması vesilesiyle özel bölümler ve seçkiler de programda yer alıyor. Bu bölümlerden en dikkat çekeni 19 yönetmenin Festivalin 30. Yıl kitabı için seçtiği 19 film seçkisi. Bu seçki kapsamında sinemaseverlerin festival sayesinde yakından tanıdığı yönetmenlerin İstanbul Film Festivali’nde keşfettiği usta yönetmenlerin filmleri izlenebilecek. Bu seçkide yer alan 19 film şunlar; Çığlık / Michelangelo Antonioni (Zeki Demirkubuz’un seçimi), Güz Sonatı / Ingmar Bergman (Yeşim Ustaoğlu’nun seçimi), Yaban Çilekleri / Ingmar Bergman (Pelin Esmer’in seçimi), Kötü Kan / Léos Carax (Durul ve Yağmur Taylan’ın seçimi), Keyif Evi / Terence Davies (Çağan Irmak’ın seçimi), 8½ / Federico Fellini (Uğur Yücel’in seçimi), Edmond / Stuart Gordon (Ümit Ünal’ın seçimi), Dantelci Kız / Claude Goretta (Handan İpekçi’nin seçimi), Narayama Türküsü / Shohei Imamura (Kazım Öz’ün seçimi), Mavi / Derek Jarman (Aslı Özge’nin seçimi), Cennetten De Garip / Jim Jarmusch (Mahmut Fazıl Coşkun’un seçimi), Çöl İşaretçileri / Nacer Khemir (Tayfun Pirselimoğlu’nun seçimi), Rüzgâr Bizi Sürükleyecek / Abbas Kiarostami (Seyfi Teoman’ın seçimi), Öldürme Üzerine Küçük Bir Film / Krzysztof Kieslowski (Reis Çelik’in seçimi), Shoah / Claude Lanzmann (Derviş Zaim’in seçimi),
Bataklık / Lucrecia Martel (Reha Erdem’in seçimi), Kanlı Düğün / Carlos Saura (Serdar Akar’ın seçimi), Mefisto / Istvan Szabo (Hüseyin Karabey’in seçimi), Andrey Rublev / Andrei Tarkovski (Semih Kaplanoğlu’nun seçimi).


Yapıtları ve yaklaşımıyla başta Gus Van Sant olmak üzere çağdaş ve bağımsız sinemayı etkileyen, sinemanın filozofu Bela Tarr'ın festival kapsamında İstanbul'a gelecek olması, The Turin House isimli filminin festival programında yer alması ve Tarr'ın 3 Nisan'da bir ustalık sınıfı düzenleyecek olması sinemaseverleri heyecanlandıran bir diğer haber.


İstanbul Film Festivali, 30. yılında sinema ve müzik dünyasının önde gelen iki ismini bir araya getiren benzersiz bir projeye de ev sahipliği yapacak. Fransız sinemasının en özgün auteur yönetmenlerinden Claire Denis ve filmlerinde sık sık beraber çalıştığı İngiliz rock grubu Tindersticks’i aynı sahnede buluşturacak Tindersticks: “Claire Denis Film Müzikleri 1996-2009” başlıklı konserin, dünya prömiyeri 30. İstanbul Film Festivali kapsamında, 11 Nisan Pazartesi akşamı saat 21.00’de Fulya Sanat Merkezi’nde yapılacak.


Gelelim, İstanbul Film Festivali programındaki 230 film arasından seçtiğimiz filmlere;


Uluslararası Yarışma




- Bizim Büyük Çaresizliğimiz / Seyfi Teoman



- Yolculuk / The Trip /
Michael Winterbottom



- Yaşamın Ritmi / Sound of Noise / Ola Simonsson & Johannes Stjärne Nilsson



- İmkansızın Şarkısı / Noruwei No Mori / Tran Anh Hung



Ulusal Yarışma



- Atlı Karınca / Merry - Go - Round / İlksen Başarır




- Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir / Ecumenopolis: City Without Limits / İmre Azem





- Saç / Hair / Tayfun Pirselimoğlu


Akbank Galaları


- Beni Asla Bırakma / Never Let Me Go / Mark Romanek



- Kadın İsterse / Potiche / François Ozon




- Ömrümüzden Bir Sene / Another Year / Mike Leigh



- Küçük Beyaz Yalanlar / Les Petits Mouchoirs / Guillaume Canet





- Daha İyi Bir Dünyada / In A Better World / Susanne Bier




Yıllara Meydan Okuyanlar


- Özgürlük Yolu / The Way Back / Peter Weir



- Lizbon'un Gizleri / Misterios De Lisboa / Raoul Ruiz




- Buz Sesi / Le Bruit Des Glaçoins/ Bertrand Blier


Dünya Festivallerinden


- Açılış Filmi: Coppacabana / Marc Fitoussi




- Torino Atı / A Torinoi Lo / Béla Tarr & Ágnes Hranitzky


- Miral / Julian Schnabel




- Ha Ha Ha / Hong Sang-soo




- Hayatımız / La Nostra Vita / Daniele Luchetti


- Şiir / Shi / Lee Chang-dong




Genç Ustalar


- Anayurt / Chora Prolefsis / Syllas Tzoumerkas


- Konuksever / Kantai / Koji Fukada


- Elveda Taypey / Yi Ye Taibei / Arvin Chen


- Kumdan Kale / Sandcastle / Boo Junfeng


- Cinnet / Bedeville / Jang Cheol-soo


Mayınlı Bölge


- Boktan Bir Yıl / Shit Year / Cam Archer


- Artık Yıl / Ano Bisesto / Michael Rowe





NTV Belgesel Kuşağı, Bir Zamanlar Festivalde: SİYAD'ın Keşifleri, Hrant Dink Vicdan Filmleri gösterimi, Hisar Kısa Film Seçkisi ve yönetmenlerle gerçekleştirilecek söyleşiler de sinemaseverlerin mutlaka göz atması gereken bölümlerden.


Program, bilet fiyatlari ve gösterim mekanları ile ilgili detaylı bilgiyi festivalin websitesinden alabilirsiniz.


30. İstanbul Film Festivali Seçkisi


İstanbul Film Festivali programı 9 Mart Çarşamba akşamı gerçekleştirilen bir basın toplantısı ile açıklandı, lakin bizim cephede yaşanan toplu bunalma halleri nedeniyle yazmak bugüne kaldı. Kişisel ya da kitlesel, küçüklü ya da büyüklü depremlerle sarsılan yaşamımızda derin bir nefes alma gereksinimi ayyuka çıkmışken beliriveren kaçış hallerini seviyorum ben. Bu sene 30. yılını kutlayan İstanbul Film Festivali'nin programındaki 230 filmi incelemek ve aralarında seçim yapmak da bu 'derin bi nefes alıyoruz yükümüz ağır' durumunda sığınılacak en yakın acil çıkış kapısı.



Bu seneki festivalin içeriğinin dolu dolu olmasının yanında, 30 koca yılı devirmiş olması vesilesiyle özel bölümler ve seçkiler de programda yer alıyor. Bu bölümlerden en dikkat çekeni 19 yönetmenin Festivalin 30. Yıl kitabı için seçtiği 19 film seçkisi. Bu seçki kapsamında sinemaseverlerin festival sayesinde yakından tanıdığı yönetmenlerin İstanbul Film Festivali’nde keşfettiği usta yönetmenlerin filmleri izlenebilecek. Bu seçkide yer alan 19 film şunlar; Çığlık / Michelangelo Antonioni (Zeki Demirkubuz’un seçimi), Güz Sonatı / Ingmar Bergman (Yeşim Ustaoğlu’nun seçimi), Yaban Çilekleri / Ingmar Bergman (Pelin Esmer’in seçimi), Kötü Kan / Léos Carax (Durul ve Yağmur Taylan’ın seçimi), Keyif Evi / Terence Davies (Çağan Irmak’ın seçimi), 8½ / Federico Fellini (Uğur Yücel’in seçimi), Edmond / Stuart Gordon (Ümit Ünal’ın seçimi), Dantelci Kız / Claude Goretta (Handan İpekçi’nin seçimi), Narayama Türküsü / Shohei Imamura (Kazım Öz’ün seçimi), Mavi / Derek Jarman (Aslı Özge’nin seçimi), Cennetten De Garip / Jim Jarmusch (Mahmut Fazıl Coşkun’un seçimi), Çöl İşaretçileri / Nacer Khemir (Tayfun Pirselimoğlu’nun seçimi), Rüzgâr Bizi Sürükleyecek / Abbas Kiarostami (Seyfi Teoman’ın seçimi), Öldürme Üzerine Küçük Bir Film / Krzysztof Kieslowski (Reis Çelik’in seçimi), Shoah / Claude Lanzmann (Derviş Zaim’in seçimi),
Bataklık / Lucrecia Martel (Reha Erdem’in seçimi), Kanlı Düğün / Carlos Saura (Serdar Akar’ın seçimi), Mefisto / Istvan Szabo (Hüseyin Karabey’in seçimi), Andrey Rublev / Andrei Tarkovski (Semih Kaplanoğlu’nun seçimi).


Yapıtları ve yaklaşımıyla başta Gus Van Sant olmak üzere çağdaş ve bağımsız sinemayı etkileyen, sinemanın filozofu Bela Tarr'ın festival kapsamında İstanbul'a gelecek olması, The Turin House isimli filminin festival programında yer alması ve Tarr'ın 3 Nisan'da bir ustalık sınıfı düzenleyecek olması sinemaseverleri heyecanlandıran bir diğer haber.


İstanbul Film Festivali, 30. yılında sinema ve müzik dünyasının önde gelen iki ismini bir araya getiren benzersiz bir projeye de ev sahipliği yapacak. Fransız sinemasının en özgün auteur yönetmenlerinden Claire Denis ve filmlerinde sık sık beraber çalıştığı İngiliz rock grubu Tindersticks’i aynı sahnede buluşturacak Tindersticks: “Claire Denis Film Müzikleri 1996-2009” başlıklı konserin, dünya prömiyeri 30. İstanbul Film Festivali kapsamında, 11 Nisan Pazartesi akşamı saat 21.00’de Fulya Sanat Merkezi’nde yapılacak.


Gelelim, İstanbul Film Festivali programındaki 230 film arasından seçtiğimiz filmlere;


Uluslararası Yarışma




- Bizim Büyük Çaresizliğimiz / Seyfi Teoman



- Yolculuk / The Trip /
Michael Winterbottom



- Yaşamın Ritmi / Sound of Noise / Ola Simonsson & Johannes Stjärne Nilsson



- İmkansızın Şarkısı / Noruwei No Mori / Tran Anh Hung



Ulusal Yarışma



- Atlı Karınca / Merry - Go - Round / İlksen Başarır




- Ekümenopolis: Ucu Olmayan Şehir / Ecumenopolis: City Without Limits / İmre Azem





- Saç / Hair / Tayfun Pirselimoğlu


Akbank Galaları


- Beni Asla Bırakma / Never Let Me Go / Mark Romanek



- Kadın İsterse / Potiche / François Ozon




- Ömrümüzden Bir Sene / Another Year / Mike Leigh



- Küçük Beyaz Yalanlar / Les Petits Mouchoirs / Guillaume Canet





- Daha İyi Bir Dünyada / In A Better World / Susanne Bier




Yıllara Meydan Okuyanlar


- Özgürlük Yolu / The Way Back / Peter Weir



- Lizbon'un Gizleri / Misterios De Lisboa / Raoul Ruiz




- Buz Sesi / Le Bruit Des Glaçoins/ Bertrand Blier


Dünya Festivallerinden


- Açılış Filmi: Coppacabana / Marc Fitoussi




- Torino Atı / A Torinoi Lo / Béla Tarr & Ágnes Hranitzky


- Miral / Julian Schnabel




- Ha Ha Ha / Hong Sang-soo




- Hayatımız / La Nostra Vita / Daniele Luchetti


- Şiir / Shi / Lee Chang-dong




Genç Ustalar


- Anayurt / Chora Prolefsis / Syllas Tzoumerkas


- Konuksever / Kantai / Koji Fukada


- Elveda Taypey / Yi Ye Taibei / Arvin Chen


- Kumdan Kale / Sandcastle / Boo Junfeng


- Cinnet / Bedeville / Jang Cheol-soo


Mayınlı Bölge


- Boktan Bir Yıl / Shit Year / Cam Archer


- Artık Yıl / Ano Bisesto / Michael Rowe





NTV Belgesel Kuşağı, Bir Zamanlar Festivalde: SİYAD'ın Keşifleri, Hrant Dink Vicdan Filmleri gösterimi, Hisar Kısa Film Seçkisi ve yönetmenlerle gerçekleştirilecek söyleşiler de sinemaseverlerin mutlaka göz atması gereken bölümlerden.


Program, bilet fiyatlari ve gösterim mekanları ile ilgili detaylı bilgiyi festivalin websitesinden alabilirsiniz.


Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | Best Web Hosting Coupons