1 Şubat 2009 Pazar

İstanbul'dan Neler Gitsin, Neler Gelsin?


Timeout İstanbul dergisinin Ocak sayısında İstanbul'dan Neler Gitsin, Neler Gelsin? başlıklı keyifli bir yazı yayınlanmış. Madem bu şehirle ilgili herşeyi üzerimize vazife görüyoruz, bu konuda kalem oynatmamızda sakınca yok.



Gitsin:

- Dört bir köşesi plazma ekranlarla çevrili cafe-restaurantlar: Abartısız hepsinde MTV veya sonu TÜRK ile biten müzik kanallarından biri açıktır ve hiç niyetiniz olmadığı halde sizi 50 cent, İsmail YK, Hadise ya da Lerzan Mutlu dinlemeye mecbur bırakırlar.


- Pantolon paçalarını çizmelerinin içine sokan şehir Calamity Jane'leri: Şu pantolon paçasını çizmelerin içine sokma modası bitsin gitsin artık.

- Hepsi bir örnek gezen "ıkın"canlar: Hazır Calamity Jane'ler gitmişken, ellerinde kahve dükkanlarından alınma karton kutularla caddelerde piyasaaağ yapan özenti "ıkın"canlar İstanbul'un tüm caddelerinden temizleniversin.

- Soğan-Sarımsak Kokulu Toplu Taşıma: Akşam yemeğinde soğanlı-sarımsaklı yemekleri mideye indirdikten sonra ağız temizliğini yapmadan vurup kafayı yatan ve sabah olunca da aceleden (!) unutan yurdum insanının buram buram kokuttuğu toplu taşıma araçları gitsin. Diş macunu reklamlarında olduğı gibi her köşe başına bir stand kurulsun ve koku yayanlar zorla oturtulup temizlendikten sonra araçlara binmelerine izin verilsin.


Metroda "engelli" asansörüne binmekte ısrar eden dıngıllar: Adı üzerinde "engelli" vatandaşların kullanımı için ayrılan asansörlere binen dıngıllar görmek istemiyoruz. Sapasağlam insanların doldurduğu asansörlerin dışında kalan yaşlı, hamile ve engelli insanlar görmekten sıkıldık. Bu asansörlere "akıl engelliler için değil, bedensel engelliler içindir." yazısı konulursa sorun çözülür mü?

- Araçlarını kaldırımda bırakan sürücüler: Daracık sokakları sağlı sollu işgal etmeleri yetmezmiş gibi, bir de kaldırımları hakimiyetleri altına alan bilimum motorlu taşıtların tez zamanda köküne kibrit suyu ekile.


- Ucubik kürkleriyle kendilerini primadonna sanan acuzeler: Sert mi oldu? Hah, az bile. Vücudundakilere "istenmeyen" yaftasını yapıştırıp o lazer epilasyoncu senin, bu ağdacı benim dolaşan ama semt pazarlarının portakal kasası tezgahlarından "kaldırdıkları" tavşan ya da kedi kürkü olması muhtemel iğrenç çullarla İstanbul sokaklarını kirleten acuzeler yokolsun, gitsin. Hatta hazır başlamışken dünyadan da yokolup gitsinler.


- Metrobüs yollarının "giyotin" bariyerleri: Kelle koltukta sözü bu kentte mübalağa değil. Çakma metrobüs yolundaki korunaksız bariyerler için önlem alınsın.


- Kentsel dönüşüm adı altında İstanbul'u kimliksizleştiren yerel yönetimler: Eh, hazır yerel seçimler de yaklaşıyor, Sulukule benzeri "yıkımları" yaşamamak dileğimiz gerçek olur mu?


- Süzer Plaza: Ve elbette bilimum kaçak yapılar, kuleler, avm'ler.


Gelsin:


- Ciguli, Tom Waits ve Leonard Cohen: Nemin insanın nefesini kesmediği, denizden esen ılık rüzgarın saçları dalgalandırdığı, rakı kadehinin içinden vapurların akıp geçtiği bir bahar akşamında bu isimleri dinlemek uzak bir hayal olmasa gerek.



- Daha fazla vejetaryen lokantası: İstanbul'un otlarından bihaber yaşamayan bir nesil hayal ediyorum. Yüzlerce sebzenin yetiştiği ülkemde Yeditepe'yi kebapçıların hegemonyasına terketmek de neyin nesi?



- İstanbul'a sinematek yakışır: 1960-1970'li yıllarda İstanbul'da sinematek olduğunu biliyor muydunuz? 80 darbesinin silip süpürdüğü Sinematek, bugünün İstanbul'unda hala büyük bir eksiklik olarak göze çarpıyor. 2 sene önce yazmıştım, bahane ile tekrarlıyorum: İstanbul'a Sinematek yakışır. Ah Güzel İstanbul, Fosforlu Cevriye, Bitmeyen Yol gibi filmleri İstanbul Sinematek'inde yeniden izlemek hoş olmaz mıydı sizce de?


- Açıkhava Sineması: Bu kent eskiden sokakta yaşarmış. Şimdi yeraltı ve yerüstü hapishanelerinde boğulurcasına yaşayıp gider olduk. İstanbul'un bir sinematek'i olsun, olmuşken bir de açıkhava sineması olsun, tahta sandalyeleri, kopup duran eski filmleri, bir de rulo rulo tuvalet kağıtları olsun.


- Daha fazla vapur seferi: Deniz otobüsleri pragmatik yanımıza hitap ediyor, vapurlar ise sanatçı ve yaratıcı. Yana yakıla koşturmadığımız, bir yerlere yetişmek için kıçımızı yırtmadığımız mutlu anlarda Kadıköy'den Bebek'e, Bostancı'dan Eminönü'ne ve hatta Bostancı'dan Üsküdar'a vapur keyfi... Hayali bile güzel.



- Sokaklarda itilip kakılmadan, canlarına kastedilmeden yaşayıp giden kedi-köpekler: Her sokağın başında içleri su ve yemek dolu kaplar... Daha da ötesi, sokakta yaşamlarını sürdürmek zorunda olan hayvanların yaşam hakkına saygı duyan insanların çoğalması.



- Sokak çalgıcıları: Ellerinde akordeon, "sevişmek ah ne hoştu/ yıldızların altında" şarkısını icra ederek sokağı boydan boya geçen sokak çalgıcıları nerde şimdi? Bu şehir yıllar yılı müzikle varoldu, kayıp notaların peşindeki upir öyküleri ile yoğruldu, musiki üstadlarının sazında rakı şişesine doldu... Durum böyleyken onlarsız olmuyor, dönsünler artık.


Hadi bu konuyu genişletelim ve diğer blogger arkadaşlarımıza da görüşlerini iletmeleri için pas atalım: Zeynepin Yeri, Goddess Artemis ve Ozan E. Berberoğlu: Konu hakkında yazacaklarını gerçekten merak ediyorum. Tabi katılmak isteyen herkes de görüşlerini iletebilir, fevkalade olur.


0 yorum:

Yorum Gönder

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | Best Web Hosting Coupons