31 Aralık 2009 Perşembe

Takvimler 2010'u iftiharla sunar

Şans getirsin diye kokinalarımızı, içine eski mumlarımızdan yaptığımız rengarenk mumlarımızı koyduğumuz portakal kabuklarımızı, gecenin gidişatında kar yağmış hissiyatı yaşamak adına yapacağımız sıcak şarabımız için elma, portakal ve tarçın kabuklarımızı, 2009'un olmazsa olmazı taze üzüm rakımızı ve de gecenin gidişatına göre dinleyeceğimiz CD'lerimizi hazırladık. Yılbaşında evdeyiz. En azından belli bir saate kadar.





Şehir pek de hayırlara vesile olmayan bir yılı uğurlamaya hazırlanıyor. Yılbaşının gelip geçiciliğiyle ilgili tüm hissiyatı biliyoruz. Ertesi gün ulaşıma, tiyatro biletine, benzine ve elektriğe muhtelif oranlarda zamların geleceğini, insanların kavgaya devam edeceğini, kimilerinin hiç bir vasıfları yokken hasbelkader belli makamlara geleceğini... Yine de umut kötü bir şey değil. Size "her şey aynı kalacak, yılbaşı yalan dolan" diyenleri duymamazlıktan gelin. Dönüp bakın, bir önceki yıla oranla yaşanmışlıklarınız arttı mı? Kimler girdi hayatınıza, kimleri çıkardınız? Kısacası şunu sorun kendinize: Ben bilmemne, 2010'a girerken nasılım?




Şimdi gelelim sokağın 2009'un son gecesini nasıl yaşayacağına...




- Galata'da Yılbaşı Partisi: Saat 13:00 ila 23:00 saatleri arasında yolunuz Galata'ya düşerse, yıl boyunca İstanbul'un tarzına hizmet eden tasarım butiklerinin partisine ilişebilirsiniz. İçkiler duyduğumuza göre onlardanmış, yüzde 30'a varan indirimler de cabasıymış. Yer Camekan sokakmış.


- Jessica 6 @ Otto Santral: Bu akşamın en heyecan verici eğlencelerinden biri. Hercules and The Love Affairs'den aşina olduğumuz Nomi Ruiz'in yeni projesi Jessica 6, 2009'u 2010'a bağlayan gece Otto Santral'de. Gece 23:00'de başlıyor, bitiş saati ile ilgili bir bilgi haber merkezimize henüz ulaşmadı.


- Yılbaşı Partisi @ Ghetto : Ghetto der ki, iş kartvizitini getir, yılbaşı partisine iştirak et. 4 Ocak Pazartesi itibariyle döneceğiniz işinizi bu gecelik iyi amaçlarınıza alet edebilir, DJ Bartez, Fattish ve Kaan Düzarat'ın DJ setleriyle eğlencenin dibine vurabilirsiniz.





- Oldies But Goldies Yılbaşı Özel @ Babylon: Kucağınızda Babylon derginin 2. fasikülü, Babylon yılbaşında da "bensiz" olmaz diyenlerdensiniz, bir Babylon klasiği olan Oldies but Goldies sizi bekler. Gecenin başlama saati ise 22:00.






- 2010'sal Yılbaşı Partisi @ Dunia: Biz Kadıköy'lüler de en az "karşı" kadar eğlenmeyi biliriz. Nasıl mı? Gecenin bir saatinde küçük ama gururlu mekanımız Dunia'ya gider, Dj Nikko, Kozmik koko bumbum, Gökhan Tunçişler, Legendary Starbolt ve Hakan Tamar'ın birer birer DJ setinin başına geçmesini izleriz. Hem biliriz ki, Kadıköy'den en son dedikodular, yeni başlayan aşklar, yeni projeler vs. Dunia'nın kıç kadar balkonunda öğrenilir.





Tık tık. Kim o? Ben 2010, yeni umutlarla geldim.


Takvimler 2010'u iftiharla sunar

Şans getirsin diye kokinalarımızı, içine eski mumlarımızdan yaptığımız rengarenk mumlarımızı koyduğumuz portakal kabuklarımızı, gecenin gidişatında kar yağmış hissiyatı yaşamak adına yapacağımız sıcak şarabımız için elma, portakal ve tarçın kabuklarımızı, 2009'un olmazsa olmazı taze üzüm rakımızı ve de gecenin gidişatına göre dinleyeceğimiz CD'lerimizi hazırladık. Yılbaşında evdeyiz. En azından belli bir saate kadar.





Şehir pek de hayırlara vesile olmayan bir yılı uğurlamaya hazırlanıyor. Yılbaşının gelip geçiciliğiyle ilgili tüm hissiyatı biliyoruz. Ertesi gün ulaşıma, tiyatro biletine, benzine ve elektriğe muhtelif oranlarda zamların geleceğini, insanların kavgaya devam edeceğini, kimilerinin hiç bir vasıfları yokken hasbelkader belli makamlara geleceğini... Yine de umut kötü bir şey değil. Size "her şey aynı kalacak, yılbaşı yalan dolan" diyenleri duymamazlıktan gelin. Dönüp bakın, bir önceki yıla oranla yaşanmışlıklarınız arttı mı? Kimler girdi hayatınıza, kimleri çıkardınız? Kısacası şunu sorun kendinize: Ben bilmemne, 2010'a girerken nasılım?




Şimdi gelelim sokağın 2009'un son gecesini nasıl yaşayacağına...




- Galata'da Yılbaşı Partisi: Saat 13:00 ila 23:00 saatleri arasında yolunuz Galata'ya düşerse, yıl boyunca İstanbul'un tarzına hizmet eden tasarım butiklerinin partisine ilişebilirsiniz. İçkiler duyduğumuza göre onlardanmış, yüzde 30'a varan indirimler de cabasıymış. Yer Camekan sokakmış.


- Jessica 6 @ Otto Santral: Bu akşamın en heyecan verici eğlencelerinden biri. Hercules and The Love Affairs'den aşina olduğumuz Nomi Ruiz'in yeni projesi Jessica 6, 2009'u 2010'a bağlayan gece Otto Santral'de. Gece 23:00'de başlıyor, bitiş saati ile ilgili bir bilgi haber merkezimize henüz ulaşmadı.


- Yılbaşı Partisi @ Ghetto : Ghetto der ki, iş kartvizitini getir, yılbaşı partisine iştirak et. 4 Ocak Pazartesi itibariyle döneceğiniz işinizi bu gecelik iyi amaçlarınıza alet edebilir, DJ Bartez, Fattish ve Kaan Düzarat'ın DJ setleriyle eğlencenin dibine vurabilirsiniz.





- Oldies But Goldies Yılbaşı Özel @ Babylon: Kucağınızda Babylon derginin 2. fasikülü, Babylon yılbaşında da "bensiz" olmaz diyenlerdensiniz, bir Babylon klasiği olan Oldies but Goldies sizi bekler. Gecenin başlama saati ise 22:00.






- 2010'sal Yılbaşı Partisi @ Dunia: Biz Kadıköy'lüler de en az "karşı" kadar eğlenmeyi biliriz. Nasıl mı? Gecenin bir saatinde küçük ama gururlu mekanımız Dunia'ya gider, Dj Nikko, Kozmik koko bumbum, Gökhan Tunçişler, Legendary Starbolt ve Hakan Tamar'ın birer birer DJ setinin başına geçmesini izleriz. Hem biliriz ki, Kadıköy'den en son dedikodular, yeni başlayan aşklar, yeni projeler vs. Dunia'nın kıç kadar balkonunda öğrenilir.





Tık tık. Kim o? Ben 2010, yeni umutlarla geldim.


27 Aralık 2009 Pazar

Dilemma

S5000120


Aslında 2010'a dair bir beklenti listem filan yoktu. Ta ki, ecnebi ellerinde Le Petit Nicolas olarak bilinen Pıtırcık serisinin 2010 yılında bir animasyon filmi olarak tekrar hayatımıza gireceğini öğreninceye kadar. Meğer hep beklediğim şeylerin arasında bu da varmış. Yani, benim aslında 2010'dan bir beklenti listem varmış ve o da şuymuş:


- 15 Ocak'ta içinde bulunduğum "kaderimse çekerim" modu devam ederse, Müslüm Gürses'i Ghetto'da izlemekmiş,




- 20 Ocak'ta Ciguli'yi Babylon sahnesinde izlemekmiş,




- 20 Ocak'ta konser verecek Ciguli'nin sahnede "Şiki Şiki Baba"yı söylemesiymiş,



- Hayalimdeki ajanda ve dolmakalemi bulabilmekmiş,



- 29 Ocak'ta Ghetto'da Cibelle'i dinlemekmiş,


- Tim Burton'ın 5 Mart 2010'da vizyona girecek Alice In Wonderland filmini seyretmekmiş,




- 2009 yılında çok ihmal ettiğim fotoğraf çekmeye devam etmekmiş,




- Tom Waits denen uzaylının uzay gemisi ile İstanbul semalarına düşmesiymiş,







- Bu yıl daha çok topik ve deniz börülcesi yemekmiş,




- Güneşin doğuşunu ve batışını Cunda'dan izlemekmiş,




- Fatih'e gidip Fatih sarması tatmak, Vefa'ya gidip leblebi şekeri yemek ve boza içmekmiş,




- Pangaltı'nda Tania'ya daha sık gidip, vişne likörü ve mis gibi mezeler yemekmiş,




- Feriköy'de dolaşıp, Hamov'da topik yemekmiş,

- Etsy'den şu papuçları almakmış,

- Hepsi bir tarafa, Alternatif-İstanbul ile ilgil tüm hayallerimizin gerçek olmasıymış.

Devam edecek... Eli mahkum...


Tabi tüm bu dileklerden öte hayallerim, rüyalarım, dileklerim var. Hepsi olacak... Adım adım, yavaş yavaş... Zamanı gelince hepsi yaşanacak...


Dilemma

S5000120


Aslında 2010'a dair bir beklenti listem filan yoktu. Ta ki, ecnebi ellerinde Le Petit Nicolas olarak bilinen Pıtırcık serisinin 2010 yılında bir animasyon filmi olarak tekrar hayatımıza gireceğini öğreninceye kadar. Meğer hep beklediğim şeylerin arasında bu da varmış. Yani, benim aslında 2010'dan bir beklenti listem varmış ve o da şuymuş:


- 15 Ocak'ta içinde bulunduğum "kaderimse çekerim" modu devam ederse, Müslüm Gürses'i Ghetto'da izlemekmiş,




- 20 Ocak'ta Ciguli'yi Babylon sahnesinde izlemekmiş,




- 20 Ocak'ta konser verecek Ciguli'nin sahnede "Şiki Şiki Baba"yı söylemesiymiş,



- Hayalimdeki ajanda ve dolmakalemi bulabilmekmiş,



- 29 Ocak'ta Ghetto'da Cibelle'i dinlemekmiş,


- Tim Burton'ın 5 Mart 2010'da vizyona girecek Alice In Wonderland filmini seyretmekmiş,




- 2009 yılında çok ihmal ettiğim fotoğraf çekmeye devam etmekmiş,




- Tom Waits denen uzaylının uzay gemisi ile İstanbul semalarına düşmesiymiş,







- Bu yıl daha çok topik ve deniz börülcesi yemekmiş,




- Güneşin doğuşunu ve batışını Cunda'dan izlemekmiş,




- Fatih'e gidip Fatih sarması tatmak, Vefa'ya gidip leblebi şekeri yemek ve boza içmekmiş,




- Pangaltı'nda Tania'ya daha sık gidip, vişne likörü ve mis gibi mezeler yemekmiş,




- Feriköy'de dolaşıp, Hamov'da topik yemekmiş,

- Etsy'den şu papuçları almakmış,

- Hepsi bir tarafa, Alternatif-İstanbul ile ilgil tüm hayallerimizin gerçek olmasıymış.

Devam edecek... Eli mahkum...


Tabi tüm bu dileklerden öte hayallerim, rüyalarım, dileklerim var. Hepsi olacak... Adım adım, yavaş yavaş... Zamanı gelince hepsi yaşanacak...


17 Aralık 2009 Perşembe

2009 Kayıp Bir Yıl Oldu



Suların içinde yan yana bırakılmış 8 ceset hatırlıyorum, 8 kadın cesedi. Üzeri beyaz örtülerle kaplamış. Hatırlayın hani, İstanbul'da bir sel olmuştu, servis aracında 8 işçi boğulmuştu. Yani gazeteler bize haberi böyle verdiler: 8 işçi servis aracında boğularak öldü. Tüm haberlerde şu cümleler geçiyordu: Servis aracı olarak kullanılan araç insan değil, eşya taşımaya uygunmuş. Firma sahiplerinden hesap sorulacak mıymış? Mış mış da mış mış.


Gazetelerde adı "8 Kadın İşçi" olarak geçen, fotoğraflarda yalnızca birer cesetten ibaret olan kadınların işçi olmaktan öte kimlikleri vardı. Sevdikleri, sevmedikleri, yaptıkları, yapmadıkları, umutları, ummadıkları... Sular altında kalan bir araçta sıkışıp boğulmadan önce "8 Kadın İşçi" den ötesiydiler. Günlük kaygılarla sıkılan, somurtan, emeği ile geçinen herkes gibi zaman zaman haklarını alamadığını düşünen... Bir arabanın içinde boğulup gittikten sonra gazetelerde haber, haberlerde isim, dillerde "vah vah" oldular. Bazı iyimserler "adalet yerini bulur elbet" dediler. Yarı realist, yarı idealist olanlar "adalet yerini bulur mu acaba?" dediler. Çokça realist ve hayattan yaka silmişler ise "hiç bir bok olmaz, ölen öldüğüyle kalır" diye düşündüler.


"8 Kadın İşçi" yine gazetelerdeydi bugün. 5 satırlık haberde, 8 ölü işçi kadının davasında ailelerin şikayetlerini geri çektiği, olaydan sorumlu tutulan firma sahiplerinin de tahliye edildiği özetlenmişti. Firma sahipleri, belediyeyi suçlamışlar. Altyapı imiş olayın sorumlusu. Doğrudur. Altyapının İstanbul'un fazla suyunu çekecek yeterliliği olsaydı, insanların neden tek pencereli, kapalı bir araçta taşındıkları sorgulanmayacaktı. Takke düşüp kel görünmeyecekti. 8 kadın işçi, adlarıyla, hayalleriyle, tanışlarıyla, hayat mücadeleleriyle hala var olmaya devam edecekti. 8 ölüden öte olacaklardı. Doğruya doğru şimdi.

Bir de "Ölen 19 Maden İşçisi" var. Üç cümle ile özet. Kalabalıkların elinde 19 karanfil olarak özetlenmiş 19 hayat. Haklarında ayda 600 -700 lira para kazandıkları ve bu parayı haketmek için günde bilmem kaç ton kömür çıkarmak zorunda kaldıkları dışında bir şey biliyor muyuz? Haklarında bir şey bilmiyoruz ama emeklerinin gaspedildiğini, ölümlerinin bir süre konuşulup sonra siliniverecek bir durum olduğunu biliyoruz. Biliyoruz, çünkü şerbetlendik. Benzerlerini Tuzla'da gördük. Selde gördük. Muş'ta kör kurşunla ölen muhtarın yetim kalan iki kız çocuğunda gördük. Gördük ve ağladık. Ağladık ve geçti.


Geçenlerde güzide siyasetçilerimizden biri "2009 kayıp bir yıl oldu" diye buyurdu. Her sene, başındaki sayının değiştirilip hep aynı cümlenin kurulmasına da şerbetlendik. Ama bu kadarla kalıyor her sene. Kayıp senelere alıştık ama yitirdiklerimizin dökümünü yapmaya, insanları gazete bir isim olarak görmeye ne zaman bu kadar alıştığımızı sorgulamaya, sesimizi çıkarmaya üşeniyor, üşeniyor, üşeniyoruz.


Üşendiğimiz için de ağlıyor ve geçiyoruz. Kendimizi ortaya atmadan, fazla düşünmenin acı getireceğini bile bile, kendimizi korumak adına susarak...


Not: Fotoğraflar, ajanslardan ve Radikal Gazetesi'nden.

2009 Kayıp Bir Yıl Oldu



Suların içinde yan yana bırakılmış 8 ceset hatırlıyorum, 8 kadın cesedi. Üzeri beyaz örtülerle kaplamış. Hatırlayın hani, İstanbul'da bir sel olmuştu, servis aracında 8 işçi boğulmuştu. Yani gazeteler bize haberi böyle verdiler: 8 işçi servis aracında boğularak öldü. Tüm haberlerde şu cümleler geçiyordu: Servis aracı olarak kullanılan araç insan değil, eşya taşımaya uygunmuş. Firma sahiplerinden hesap sorulacak mıymış? Mış mış da mış mış.


Gazetelerde adı "8 Kadın İşçi" olarak geçen, fotoğraflarda yalnızca birer cesetten ibaret olan kadınların işçi olmaktan öte kimlikleri vardı. Sevdikleri, sevmedikleri, yaptıkları, yapmadıkları, umutları, ummadıkları... Sular altında kalan bir araçta sıkışıp boğulmadan önce "8 Kadın İşçi" den ötesiydiler. Günlük kaygılarla sıkılan, somurtan, emeği ile geçinen herkes gibi zaman zaman haklarını alamadığını düşünen... Bir arabanın içinde boğulup gittikten sonra gazetelerde haber, haberlerde isim, dillerde "vah vah" oldular. Bazı iyimserler "adalet yerini bulur elbet" dediler. Yarı realist, yarı idealist olanlar "adalet yerini bulur mu acaba?" dediler. Çokça realist ve hayattan yaka silmişler ise "hiç bir bok olmaz, ölen öldüğüyle kalır" diye düşündüler.


"8 Kadın İşçi" yine gazetelerdeydi bugün. 5 satırlık haberde, 8 ölü işçi kadının davasında ailelerin şikayetlerini geri çektiği, olaydan sorumlu tutulan firma sahiplerinin de tahliye edildiği özetlenmişti. Firma sahipleri, belediyeyi suçlamışlar. Altyapı imiş olayın sorumlusu. Doğrudur. Altyapının İstanbul'un fazla suyunu çekecek yeterliliği olsaydı, insanların neden tek pencereli, kapalı bir araçta taşındıkları sorgulanmayacaktı. Takke düşüp kel görünmeyecekti. 8 kadın işçi, adlarıyla, hayalleriyle, tanışlarıyla, hayat mücadeleleriyle hala var olmaya devam edecekti. 8 ölüden öte olacaklardı. Doğruya doğru şimdi.

Bir de "Ölen 19 Maden İşçisi" var. Üç cümle ile özet. Kalabalıkların elinde 19 karanfil olarak özetlenmiş 19 hayat. Haklarında ayda 600 -700 lira para kazandıkları ve bu parayı haketmek için günde bilmem kaç ton kömür çıkarmak zorunda kaldıkları dışında bir şey biliyor muyuz? Haklarında bir şey bilmiyoruz ama emeklerinin gaspedildiğini, ölümlerinin bir süre konuşulup sonra siliniverecek bir durum olduğunu biliyoruz. Biliyoruz, çünkü şerbetlendik. Benzerlerini Tuzla'da gördük. Selde gördük. Muş'ta kör kurşunla ölen muhtarın yetim kalan iki kız çocuğunda gördük. Gördük ve ağladık. Ağladık ve geçti.


Geçenlerde güzide siyasetçilerimizden biri "2009 kayıp bir yıl oldu" diye buyurdu. Her sene, başındaki sayının değiştirilip hep aynı cümlenin kurulmasına da şerbetlendik. Ama bu kadarla kalıyor her sene. Kayıp senelere alıştık ama yitirdiklerimizin dökümünü yapmaya, insanları gazete bir isim olarak görmeye ne zaman bu kadar alıştığımızı sorgulamaya, sesimizi çıkarmaya üşeniyor, üşeniyor, üşeniyoruz.


Üşendiğimiz için de ağlıyor ve geçiyoruz. Kendimizi ortaya atmadan, fazla düşünmenin acı getireceğini bile bile, kendimizi korumak adına susarak...


Not: Fotoğraflar, ajanslardan ve Radikal Gazetesi'nden.

15 Aralık 2009 Salı

Bugga İftiharla Sunar, Alternatif İstanbul Keyifle İştirak Eder: Yılbaşı Partisi!


Sağa bakıyorsunuz, sola bakıyorsunuz, hep aynı şeyler. Bunca sıkıntınızın arasında hayatınıza renk gelsin istiyor, iyi günde kötü günde beraber olabileceğiniz bir obje, bir eşya, bir takı arıyorsunuz, karşınıza fabrikasyon, fazla standart ve fazla bayat şeyler çıkıyor. Aranızdan "koca mı arıyorsun be evladım, ne bu farklı olana takıntın?" diye soracak espri kumkumaları çıkabilir. Buna cevabım gayet açık ve net: Koca kadar ciddi bir husus değil belki ancak haddinden fazla "endüstrileşen, standartlaşan" hayatta kişilikli bir şeyler aramayı çok görmeyiniz.


Girişgah biraz acıklı gelmiş olabilir. Ama pes etmeyip gerisini okuyun, yazının ana fikri daha eğlenceli! El altındaki malzemeleri modaya uygun aksesuarlara dönüştürmesiyle nam salan Bugga Design, yılbaşı münasebeti ile tasarımlarını özel bir parti ile siz müstesna İstanbullular ile paylaşıyor. Asıl mekanı olan Nişantaşı yerine bu seferlik Fashion Project namlı tasarım mekanının içindeki Salon Cafe'de dükkan açacak olan Bugga, yılbaşı vesilesiyle bu yazıya da fotoğrafları ile eşlik eden cicileri yeni evlerine göndermeye hazırlanıyor!

5 N 1 K kuralına göre: Ne? Bugga Yılbaşı Partisi. Nerede? Salon Cafe'de. Salon Cafe, Fashion Project Cihangir'in içinde. Ne zaman? 18 Aralık Cuma. Neden? Hayatınızı sıkıcı olmaktan kurtarın diye. Nasıl? 19:00-23:00 saatleri arasında Salon Cafe'de bulunarak. Kim? Siz ve ayartacağınız dostlarınız.


Yazımıza son verirken önemli bir detayı hatırlatmadan edemeyiz. Beğendiğiniz cicileri aldınız, kasaya doğru ilerlediniz. Yüzde 10 indiriminiz olduğunu unutmayın. Parolamızı fısıldayın, indirimi kapın! Parola: Alternatif-İstanbul.


Şimdiden iyi eğlenceler!


Tam adres:Sıraselviler Cad. No:76/A Cihangir Sıraselviler'den aşağı inince, Firüzağa Camii'ne gelmeden önce hemen sağda. Carrefour'un yanı. Ön taraftaki Fashion Project butiğin içinden geçilerek gidiliyor. Tel: 0542 684 75 90 veya 0212 244 52 23


Bu da Facebook'daki etkinlik sayfası. Bize inanmazsanız oraya bakabilirsiniz.

Bugga İftiharla Sunar, Alternatif İstanbul Keyifle İştirak Eder: Yılbaşı Partisi!


Sağa bakıyorsunuz, sola bakıyorsunuz, hep aynı şeyler. Bunca sıkıntınızın arasında hayatınıza renk gelsin istiyor, iyi günde kötü günde beraber olabileceğiniz bir obje, bir eşya, bir takı arıyorsunuz, karşınıza fabrikasyon, fazla standart ve fazla bayat şeyler çıkıyor. Aranızdan "koca mı arıyorsun be evladım, ne bu farklı olana takıntın?" diye soracak espri kumkumaları çıkabilir. Buna cevabım gayet açık ve net: Koca kadar ciddi bir husus değil belki ancak haddinden fazla "endüstrileşen, standartlaşan" hayatta kişilikli bir şeyler aramayı çok görmeyiniz.


Girişgah biraz acıklı gelmiş olabilir. Ama pes etmeyip gerisini okuyun, yazının ana fikri daha eğlenceli! El altındaki malzemeleri modaya uygun aksesuarlara dönüştürmesiyle nam salan Bugga Design, yılbaşı münasebeti ile tasarımlarını özel bir parti ile siz müstesna İstanbullular ile paylaşıyor. Asıl mekanı olan Nişantaşı yerine bu seferlik Fashion Project namlı tasarım mekanının içindeki Salon Cafe'de dükkan açacak olan Bugga, yılbaşı vesilesiyle bu yazıya da fotoğrafları ile eşlik eden cicileri yeni evlerine göndermeye hazırlanıyor!

5 N 1 K kuralına göre: Ne? Bugga Yılbaşı Partisi. Nerede? Salon Cafe'de. Salon Cafe, Fashion Project Cihangir'in içinde. Ne zaman? 18 Aralık Cuma. Neden? Hayatınızı sıkıcı olmaktan kurtarın diye. Nasıl? 19:00-23:00 saatleri arasında Salon Cafe'de bulunarak. Kim? Siz ve ayartacağınız dostlarınız.


Yazımıza son verirken önemli bir detayı hatırlatmadan edemeyiz. Beğendiğiniz cicileri aldınız, kasaya doğru ilerlediniz. Yüzde 10 indiriminiz olduğunu unutmayın. Parolamızı fısıldayın, indirimi kapın! Parola: Alternatif-İstanbul.


Şimdiden iyi eğlenceler!


Tam adres:Sıraselviler Cad. No:76/A Cihangir Sıraselviler'den aşağı inince, Firüzağa Camii'ne gelmeden önce hemen sağda. Carrefour'un yanı. Ön taraftaki Fashion Project butiğin içinden geçilerek gidiliyor. Tel: 0542 684 75 90 veya 0212 244 52 23


Bu da Facebook'daki etkinlik sayfası. Bize inanmazsanız oraya bakabilirsiniz.

11 Aralık 2009 Cuma

Bir Yağmurlu Kış Gününde Trakya Düşüyor Aklıma...

Trakya mı? Trakya mı dediniz? Beni benden aldınız efenim, mest ettiniz. Trakya deyince bendenizin uçarı aklına erik rakısı gelmekte. Ovalar arası dümdüz yolda ilerleyen kırmızı bir vosvos araba ve iki yanda uzanan uçsuz bucaksız ayçiçek tarlaları. Yani, benim uçsuz ucaksız sandığım demek istiyorum.
Trakya denince, aklıma bir de İğneada gelmekte. İstanbul'dan çıkıyor, Tekirdağ'a gider gibi yapıp Babaeski-Lüleburgaz sapağından kırıyoruz. İki yanı Istıranca ormanı olan keskin virajlı yolda bize çok uzun gibi gelen 1 saatlik yolu kasetçalarda dönen Yeni Türkü şarkılarına eşlik ederek alıyoruz.


Tahta bungalovlar, gündüzleri sakin, geceleri hırçın bir deniz, beyaz dizi kitapların baygın romans'ı. Trakya deyince bir gece geliyor aklıma. Keşan'dan gelme, anadan doğma -doğuştan müzisyen anlamında yahu, siz de- müzisyenlerin elinden, nefesinden Rumeli havaları. Hani aklım erecek kadar büyük olsam, 3-5 kadeh rakı içmiş, kendimi oyun havasına vurmuş olurum. Ama daha o yaşta değil, iki sandalyenin üzerine serilmiş hırka üzerinde uyuma yaşındayım. Ha, bir de düğün anımsıyorum. Gelinin etrafını kocakarılar çevirmiş, "aman pek akça, pek pakça, hadi oyna, hadi yandan" dürtüklemekteler. Kız sarışın, soluk benizli, incecik bir taze gül. Damat deseniz, çizgili takım, yakada kırmızı karanfil, siz deyin Zorba, ben diyeyim Matko Destanov. Zengin bir düğün bu, eti, rakısı, şoparı, çalgıcısı, gırnata -klarnet- nağmesi bol.

Şimdiki aklım olsa, alırım elime bir Panait Istrati romanı, kulağımda cümbüşlü, gırnatalı, davullu ve ince sazlı Rumeli havaları, koyarım bir kadeh rakımı, sırtımı engin Istranca'ya, yüzümü Karadeniz'e çevirir, dinlerim de dinlerim. Kadir Ürün, Selim Sesler, belki daha eskilerden Muhacir İbrahim... Aklıma Israti romanlarında korkuyla karışık saygıyla anlatılan Sereth'in yıkıp dümdüz ettiği Romanya köyleri gelir, ya da uzağa gitmem çok, kentsel dönüşüm niyetine dozerlerin yangın yerine çevirdiği Sulukule...


Ben Trakya hayallerinde kayboladurayım, birileri Alternatif-İstanbul'da ve dost meclislerinde defalarca dillendirdiğim, dahası bu bahar Ahırkapı'da Hıdrellez Şenliği'nde dilek kağıdıma altını çize çize yazdığım "Ciguli konser versin" dileğimi gerçeğe çevirmiş bile. Dün elimize ulaşan bir habere göre, Ciguli 20 Ocak'ta Babylon sahnesini "yakıp geçmeye" hazırlanmaktaymış.

Pek sevindiğinizi görür gibiyim...

Bunca şeye rağmen hala sevinebiliyorsanız, hayattasınız demektir.

Bir Yağmurlu Kış Gününde Trakya Düşüyor Aklıma...

Trakya mı? Trakya mı dediniz? Beni benden aldınız efenim, mest ettiniz. Trakya deyince bendenizin uçarı aklına erik rakısı gelmekte. Ovalar arası dümdüz yolda ilerleyen kırmızı bir vosvos araba ve iki yanda uzanan uçsuz bucaksız ayçiçek tarlaları. Yani, benim uçsuz ucaksız sandığım demek istiyorum.
Trakya denince, aklıma bir de İğneada gelmekte. İstanbul'dan çıkıyor, Tekirdağ'a gider gibi yapıp Babaeski-Lüleburgaz sapağından kırıyoruz. İki yanı Istıranca ormanı olan keskin virajlı yolda bize çok uzun gibi gelen 1 saatlik yolu kasetçalarda dönen Yeni Türkü şarkılarına eşlik ederek alıyoruz.


Tahta bungalovlar, gündüzleri sakin, geceleri hırçın bir deniz, beyaz dizi kitapların baygın romans'ı. Trakya deyince bir gece geliyor aklıma. Keşan'dan gelme, anadan doğma -doğuştan müzisyen anlamında yahu, siz de- müzisyenlerin elinden, nefesinden Rumeli havaları. Hani aklım erecek kadar büyük olsam, 3-5 kadeh rakı içmiş, kendimi oyun havasına vurmuş olurum. Ama daha o yaşta değil, iki sandalyenin üzerine serilmiş hırka üzerinde uyuma yaşındayım. Ha, bir de düğün anımsıyorum. Gelinin etrafını kocakarılar çevirmiş, "aman pek akça, pek pakça, hadi oyna, hadi yandan" dürtüklemekteler. Kız sarışın, soluk benizli, incecik bir taze gül. Damat deseniz, çizgili takım, yakada kırmızı karanfil, siz deyin Zorba, ben diyeyim Matko Destanov. Zengin bir düğün bu, eti, rakısı, şoparı, çalgıcısı, gırnata -klarnet- nağmesi bol.

Şimdiki aklım olsa, alırım elime bir Panait Istrati romanı, kulağımda cümbüşlü, gırnatalı, davullu ve ince sazlı Rumeli havaları, koyarım bir kadeh rakımı, sırtımı engin Istranca'ya, yüzümü Karadeniz'e çevirir, dinlerim de dinlerim. Kadir Ürün, Selim Sesler, belki daha eskilerden Muhacir İbrahim... Aklıma Israti romanlarında korkuyla karışık saygıyla anlatılan Sereth'in yıkıp dümdüz ettiği Romanya köyleri gelir, ya da uzağa gitmem çok, kentsel dönüşüm niyetine dozerlerin yangın yerine çevirdiği Sulukule...


Ben Trakya hayallerinde kayboladurayım, birileri Alternatif-İstanbul'da ve dost meclislerinde defalarca dillendirdiğim, dahası bu bahar Ahırkapı'da Hıdrellez Şenliği'nde dilek kağıdıma altını çize çize yazdığım "Ciguli konser versin" dileğimi gerçeğe çevirmiş bile. Dün elimize ulaşan bir habere göre, Ciguli 20 Ocak'ta Babylon sahnesini "yakıp geçmeye" hazırlanmaktaymış.

Pek sevindiğinizi görür gibiyim...

Bunca şeye rağmen hala sevinebiliyorsanız, hayattasınız demektir.

8 Aralık 2009 Salı

Nigel Kennedy ile Jimi Hendrix Deneyimi


Klasik müzik deyince aklınıza büyük ve ışıklı bir konser salonu, yan yana ve ardarda sıralanmış koltuklar, sahnede koyu renk giysileri ile müziklerini icra eden müzisyenler geliyor olabilir. Ne de olsa, insanlığın en başından bu yana aklımıza kodlanan kimi bilgiler var bunlar bizi bazen fazla düşünüp yorulmaktan, bazen de aykırı düşünüp çemberin dışında kalmaktan koruyor.


Kimileri de, bu tür kodların kısıtlayıcı etkisinden dem vuruyor ve bütün sağlam yumurtaların içinde "kırık ve kusurlu" yumurta olmayı tercih ediyor. Konuyu Nigel Kennedy'e getireceğim için bu cümlenin devamını şöyle getireceğim: Nigel Kennedy bildiğimiz klasik müziği icracılarından aykırı bir yerde duruyor. Nigel Kennedy, “Klasik müzik dünyasının albümleri milyonlar satan asi ruhlu punk çocuğu” olarak tanımlanıyor. Klasik müziğin klasikleşmiş eserlerine getirdiği yorumla farkediliyor.



Nigel Kennedy, geçtiğimiz yıl gerçekleştirdiği İstanbul ziyaretinden hoşnut kalmış olacak ki, grubu Nigel Kennedy Quintet ile birlikte Rock Müziğin Vahşi Adam'ı Jimi Hendrix'e bir kez de İstanbul'da saygı duruşunda bulunmak için geliyor. Kennedy, Hendrix'in geleneksel rock'n rock formatına sıkışıp kalmış olmakla birlikte Mozart, Bach, Liszt ve Chopin gibi tüm zamanların en iyi bestecileriyle aynı ayarda olduğunu ve adının onlarla birlikte anılması gerektiğini söylemekten geri kalmıyor.



Nigel Kennedy, "Jimi Hendrix Experiences" projesiyle 9, 10 ve 11 Aralık tarihlerinde dinleyici karşısına çıkacak. Purple Haze ve Fire And Drifting gibi Hendrix klasiklerinin insanı bir anda içine alıveren bir atmosferde ne hale bürüneceğini merak edenlerin Babylon'a yollarını düşürmelerinde fayda var. Ancak, masa biletlerinin tükendiğini, diğer biletlerin 70 lira ve 60 liradan satıldığını ve bunların da bitmek üzere olduğunu hatırlatmakta fayda var.


Konser ile ilgili detaylar Babylon'un websitesinden edinilebilir.




Nigel Kennedy ile Jimi Hendrix Deneyimi


Klasik müzik deyince aklınıza büyük ve ışıklı bir konser salonu, yan yana ve ardarda sıralanmış koltuklar, sahnede koyu renk giysileri ile müziklerini icra eden müzisyenler geliyor olabilir. Ne de olsa, insanlığın en başından bu yana aklımıza kodlanan kimi bilgiler var bunlar bizi bazen fazla düşünüp yorulmaktan, bazen de aykırı düşünüp çemberin dışında kalmaktan koruyor.


Kimileri de, bu tür kodların kısıtlayıcı etkisinden dem vuruyor ve bütün sağlam yumurtaların içinde "kırık ve kusurlu" yumurta olmayı tercih ediyor. Konuyu Nigel Kennedy'e getireceğim için bu cümlenin devamını şöyle getireceğim: Nigel Kennedy bildiğimiz klasik müziği icracılarından aykırı bir yerde duruyor. Nigel Kennedy, “Klasik müzik dünyasının albümleri milyonlar satan asi ruhlu punk çocuğu” olarak tanımlanıyor. Klasik müziğin klasikleşmiş eserlerine getirdiği yorumla farkediliyor.



Nigel Kennedy, geçtiğimiz yıl gerçekleştirdiği İstanbul ziyaretinden hoşnut kalmış olacak ki, grubu Nigel Kennedy Quintet ile birlikte Rock Müziğin Vahşi Adam'ı Jimi Hendrix'e bir kez de İstanbul'da saygı duruşunda bulunmak için geliyor. Kennedy, Hendrix'in geleneksel rock'n rock formatına sıkışıp kalmış olmakla birlikte Mozart, Bach, Liszt ve Chopin gibi tüm zamanların en iyi bestecileriyle aynı ayarda olduğunu ve adının onlarla birlikte anılması gerektiğini söylemekten geri kalmıyor.



Nigel Kennedy, "Jimi Hendrix Experiences" projesiyle 9, 10 ve 11 Aralık tarihlerinde dinleyici karşısına çıkacak. Purple Haze ve Fire And Drifting gibi Hendrix klasiklerinin insanı bir anda içine alıveren bir atmosferde ne hale bürüneceğini merak edenlerin Babylon'a yollarını düşürmelerinde fayda var. Ancak, masa biletlerinin tükendiğini, diğer biletlerin 70 lira ve 60 liradan satıldığını ve bunların da bitmek üzere olduğunu hatırlatmakta fayda var.


Konser ile ilgili detaylar Babylon'un websitesinden edinilebilir.




5 Aralık 2009 Cumartesi

Yaratıcı Hediye Seçenekleri İçin Feriköy'de Bir Pazar


Hediye vermek kadar, hediye almak da beni ziyadesiyle geren bir konu. Eğer beni hediye almaya layık gören kişi en yakın arkadaşım ise ve benim çok da düşkün olmadığım süs eşyası, asla kullanmayacağım bir takı ya da baştan savma bir ev zımbırtısı almışsa, kibarca teşekkür eder, ancak içten içe alınırım. Beni yeterince tanımadığını, yahut onca koşuşturmanın arasına sıkıştırıverdiğini düşünürüm. Beni yeterince tanımayanların çoğunlukla sosyal gerekçelerle aldıkları hediyeler ise pek üzücüdür ki, evimin bir köşesinde öylece duruyor.



Bana göre en ideal hediye, yetenekli arkadaşlarım tarafından el emeğiyle hazırlanmış, hayatımın her anında benimle olabilecek, "benleştirebileceğim" bir obje, bir eşyadır. Bana bu seçkinciliğim nedeniyle kızmayın, Linda her yaptığı defteri kıskanacağımı bildiğinden gözüm kalmasın diye sık sık hediye ettiği defterlerle, kadim dostum Nihal ise, birbirinden güzel takılarıyla fena alıştırdı beni buna.


Benim gibi düşünenler için İstanbul'da yarından (6 Aralık) itibaren bir el işi pazarı açılıyor. Feriköy'de her pazar günü gezilebilecek pazarda el işi eşyalar, aksesuarlar, eski kitaplar, ikinci el giysiler gibi seçenekler sunulacak. Şişli Belediyesi ve Yerel Gündem 21 Derneği'nin katkılarıyla kurulacak pazarda ayrıca siz de bir masa kiralayıp tasarımlarınızı ya da eşyalarınızı satışa sunabiliyorsunuz.


Yeni yılın yaklaşması bahanesi ile tanışlarınızın yüzünü güldürmek isterseniz pazar günleri Feriköy'e uğramanızda fayda var.


Adres:Bomonti (Silahşör) cad. Lala Sahin sokak. Feriköy Semt Pazarı Alanı


Pazarla ilgili gelişmeler ise, Facebook'taki gruptan takip edilebilir.

Yaratıcı Hediye Seçenekleri İçin Feriköy'de Bir Pazar


Hediye vermek kadar, hediye almak da beni ziyadesiyle geren bir konu. Eğer beni hediye almaya layık gören kişi en yakın arkadaşım ise ve benim çok da düşkün olmadığım süs eşyası, asla kullanmayacağım bir takı ya da baştan savma bir ev zımbırtısı almışsa, kibarca teşekkür eder, ancak içten içe alınırım. Beni yeterince tanımadığını, yahut onca koşuşturmanın arasına sıkıştırıverdiğini düşünürüm. Beni yeterince tanımayanların çoğunlukla sosyal gerekçelerle aldıkları hediyeler ise pek üzücüdür ki, evimin bir köşesinde öylece duruyor.



Bana göre en ideal hediye, yetenekli arkadaşlarım tarafından el emeğiyle hazırlanmış, hayatımın her anında benimle olabilecek, "benleştirebileceğim" bir obje, bir eşyadır. Bana bu seçkinciliğim nedeniyle kızmayın, Linda her yaptığı defteri kıskanacağımı bildiğinden gözüm kalmasın diye sık sık hediye ettiği defterlerle, kadim dostum Nihal ise, birbirinden güzel takılarıyla fena alıştırdı beni buna.


Benim gibi düşünenler için İstanbul'da yarından (6 Aralık) itibaren bir el işi pazarı açılıyor. Feriköy'de her pazar günü gezilebilecek pazarda el işi eşyalar, aksesuarlar, eski kitaplar, ikinci el giysiler gibi seçenekler sunulacak. Şişli Belediyesi ve Yerel Gündem 21 Derneği'nin katkılarıyla kurulacak pazarda ayrıca siz de bir masa kiralayıp tasarımlarınızı ya da eşyalarınızı satışa sunabiliyorsunuz.


Yeni yılın yaklaşması bahanesi ile tanışlarınızın yüzünü güldürmek isterseniz pazar günleri Feriköy'e uğramanızda fayda var.


Adres:Bomonti (Silahşör) cad. Lala Sahin sokak. Feriköy Semt Pazarı Alanı


Pazarla ilgili gelişmeler ise, Facebook'taki gruptan takip edilebilir.

2 Aralık 2009 Çarşamba

12 Aralık Kararsızlığı




Karar vermeyi hiç sevmiyorum. Bu konularda öyle tembelim ki, bazen öğle yemeğinde ne yiyeceğimin kararını bile masadakilere bırakıyorum. Sırf ne yiyeceğimi tek tek saymamak, önce hangisini söyleyeceğimi düşünmemek için herkesin hesabı ödemesini bekleyip en sonunda "hesabın kalanı da benim" diyorum. Sırf karar vermeye üşendiğim için ÖSS sınavının son 10 dakikasında kalan soruları cevaplamamıştım. Şu yaşa geldim, hala hayatta ne halt edeceğimin, gelecekte kendimi nerede gördüğümün kararını da vermiş değilim. Kendimi bazen dağda bayırda dolaşan, zıpır bir başıbozuk, bazen de zengin kocasının dizinin dibinde oturup evden sadece kokoş konkeni oynamak için çıkan bir kokona görüyorum.

Durum böyleyken, birileri 12 Aralık'ta iki fevkalade konser, bir de eğlenceli bir parti seçeneği ile karşıma çıkıyor. Partileme kısmı her daim yapılabilecek bir şey, hadi onu geçin. Ama iş konserlere gelince elimi şakağıma dayıyor düşünüyorum: Yaptığı müzikle elektronikten caza pek çok müzisyeni etkisinde bırakan, ahir zamanların minimal ses dahisi Philipp Glass mı? Yoksa o büyülü 8 Temmuz gecesinde Antony and The Johnsons'un pagan ayininden önce sahneye çıkıp gönül tellerine dokunan ozan/şarkıcı Jose Gonzalez mi? Tarih 12 Aralık olmasına 12 Aralık ama, akşam yemeği İstanbul Culinary Institute'da taze zeytinyağında pişmiş mamalar mı, yoksa Otto Santral'de kadehi 20 liraya Sangria mı? Konser mekanı Cemal Reşit Rey mi, yoksa Otto Santal mi? Şarap kırmızı mı, beyaz mı, roze mi? Soğuk mu, oda sıcaklığı mı, yoksa sıcak mı?


Şimdi ben yüksek müsadenizle CD çalarımda iki gündür dönüp duran Nat King Cole CD'sini çıkarayım, Philipp Glass imzalı Truman Show soundtrack'ini koyayım, gözlerimi kapatıp 8 Temmuz'dan aklımda kalan Tear Drop'u düşüneyim ve uykuya dalayım.


Zora geldiğimde hep uykuya kaçarım ben. Ertesi gün herşey çözülecekmişçesine...



Kopyala Beni Skati!


http://www.myspace.com/philipglasspiano


http://www.myspace.com/josegonzalez


http://www.myspace.com/josegonzalez




12 Aralık Kararsızlığı




Karar vermeyi hiç sevmiyorum. Bu konularda öyle tembelim ki, bazen öğle yemeğinde ne yiyeceğimin kararını bile masadakilere bırakıyorum. Sırf ne yiyeceğimi tek tek saymamak, önce hangisini söyleyeceğimi düşünmemek için herkesin hesabı ödemesini bekleyip en sonunda "hesabın kalanı da benim" diyorum. Sırf karar vermeye üşendiğim için ÖSS sınavının son 10 dakikasında kalan soruları cevaplamamıştım. Şu yaşa geldim, hala hayatta ne halt edeceğimin, gelecekte kendimi nerede gördüğümün kararını da vermiş değilim. Kendimi bazen dağda bayırda dolaşan, zıpır bir başıbozuk, bazen de zengin kocasının dizinin dibinde oturup evden sadece kokoş konkeni oynamak için çıkan bir kokona görüyorum.

Durum böyleyken, birileri 12 Aralık'ta iki fevkalade konser, bir de eğlenceli bir parti seçeneği ile karşıma çıkıyor. Partileme kısmı her daim yapılabilecek bir şey, hadi onu geçin. Ama iş konserlere gelince elimi şakağıma dayıyor düşünüyorum: Yaptığı müzikle elektronikten caza pek çok müzisyeni etkisinde bırakan, ahir zamanların minimal ses dahisi Philipp Glass mı? Yoksa o büyülü 8 Temmuz gecesinde Antony and The Johnsons'un pagan ayininden önce sahneye çıkıp gönül tellerine dokunan ozan/şarkıcı Jose Gonzalez mi? Tarih 12 Aralık olmasına 12 Aralık ama, akşam yemeği İstanbul Culinary Institute'da taze zeytinyağında pişmiş mamalar mı, yoksa Otto Santral'de kadehi 20 liraya Sangria mı? Konser mekanı Cemal Reşit Rey mi, yoksa Otto Santal mi? Şarap kırmızı mı, beyaz mı, roze mi? Soğuk mu, oda sıcaklığı mı, yoksa sıcak mı?


Şimdi ben yüksek müsadenizle CD çalarımda iki gündür dönüp duran Nat King Cole CD'sini çıkarayım, Philipp Glass imzalı Truman Show soundtrack'ini koyayım, gözlerimi kapatıp 8 Temmuz'dan aklımda kalan Tear Drop'u düşüneyim ve uykuya dalayım.


Zora geldiğimde hep uykuya kaçarım ben. Ertesi gün herşey çözülecekmişçesine...



Kopyala Beni Skati!


http://www.myspace.com/philipglasspiano


http://www.myspace.com/josegonzalez


http://www.myspace.com/josegonzalez




1 Aralık 2009 Salı

Sahnede Kusurlu Hareketler


Tamam, tatil yeni bitti! En yakındaki tatili düşünmek az buçuk şımarıklık... Ama ertesi gün istediğinizi yapabilmeye olanak sağlayan bir Cuma akşamının çekiciliğine kim hayır diyebilir? Düşünsenize, iş güç bitmiş, kapıyı iki günlüğüne kapatıp çıkmışsınız, güzelim Cuma akşamınızın dilediğinizce harcayabileceğiniz 3-4 saati sizi bekliyor. Ne yapardınız?


Evet, evet, biliyoruz siz plan yapmazsınız. Belki önden güzel bir yemek yer ya da ufak tefek mezelerle deminizi alırsınız. Keseye ya da o andaki moda göre ya sulu yemekle( Borsa Lokantası ya da 3. Mevki) , ya da muhabbetin dibine vuracağınız bir meyhanede (Asmalı Cavit) atılacak 2 tekle mideyi gecenin getireceği muhtemel alkol akışına hazırlarsınız. Dünya mutfaklarından belki Meksika'yı (Baja), belki de Uzakdoğu'yu (Çin Büfe) seçersiniz. Belki canınız güzel bir paskalya çöreği yemek ister (Savoy), yahut 100 gr. taze badem ezmesi aklınızı çeler (Hacı Bekir). Belki aşka gelir ve 50 gr. Beyoğlu çikolatası alırsınız. Bütün fındıklar ağzınızda çıtırdarken o da ne, bir bakmışsınız ki saat hayli ilerlemiş.


İşte yol ayrımındasınız: Eve giden yola revan olmak mı? Yoksa dans pistine giden ara sokak mı? Tercih ikinciden yanaysa madem, adımlar sıklaşsın, istikamet Şehbender Sok. No:3 olsun. Babylon yani canım, anladınız siz onu. Saatler 22:00'yi gösterirken, Kaliforniya'lı misafirimiz Delinquent Habits sahnede. Hiphop ve funk ile aranız iyiyse, bir üst model Delinquent Habits gecenize keyif katacaktır.


Duyduk ki bayram harçlıklarınızın hepsini şekere harcamışsınız, bütçe felaketi yaşamamanız için temkinli olmanız gerekmekteymiş. Alternatif-İstanbul, köşe başında Külkedisi gibi sinip yalnız kalmanızı içine sindirememiş, ezgi@alternatif-istanbul.net adresine e-posta ile adını soyadını gönderen 5. kişiye çift kişilik davetiye hediye etmeye karar vermiş. Siz deyin peri, biz diyelim Noel Baba, siz deyin bayram, biz diyelim yılbaşı hediyesi... Alternatif-İstanbul, hayata renkler katmak için varmış, ondanmış bu yazıp çizmeler...

Sahnede Kusurlu Hareketler


Tamam, tatil yeni bitti! En yakındaki tatili düşünmek az buçuk şımarıklık... Ama ertesi gün istediğinizi yapabilmeye olanak sağlayan bir Cuma akşamının çekiciliğine kim hayır diyebilir? Düşünsenize, iş güç bitmiş, kapıyı iki günlüğüne kapatıp çıkmışsınız, güzelim Cuma akşamınızın dilediğinizce harcayabileceğiniz 3-4 saati sizi bekliyor. Ne yapardınız?


Evet, evet, biliyoruz siz plan yapmazsınız. Belki önden güzel bir yemek yer ya da ufak tefek mezelerle deminizi alırsınız. Keseye ya da o andaki moda göre ya sulu yemekle( Borsa Lokantası ya da 3. Mevki) , ya da muhabbetin dibine vuracağınız bir meyhanede (Asmalı Cavit) atılacak 2 tekle mideyi gecenin getireceği muhtemel alkol akışına hazırlarsınız. Dünya mutfaklarından belki Meksika'yı (Baja), belki de Uzakdoğu'yu (Çin Büfe) seçersiniz. Belki canınız güzel bir paskalya çöreği yemek ister (Savoy), yahut 100 gr. taze badem ezmesi aklınızı çeler (Hacı Bekir). Belki aşka gelir ve 50 gr. Beyoğlu çikolatası alırsınız. Bütün fındıklar ağzınızda çıtırdarken o da ne, bir bakmışsınız ki saat hayli ilerlemiş.


İşte yol ayrımındasınız: Eve giden yola revan olmak mı? Yoksa dans pistine giden ara sokak mı? Tercih ikinciden yanaysa madem, adımlar sıklaşsın, istikamet Şehbender Sok. No:3 olsun. Babylon yani canım, anladınız siz onu. Saatler 22:00'yi gösterirken, Kaliforniya'lı misafirimiz Delinquent Habits sahnede. Hiphop ve funk ile aranız iyiyse, bir üst model Delinquent Habits gecenize keyif katacaktır.


Duyduk ki bayram harçlıklarınızın hepsini şekere harcamışsınız, bütçe felaketi yaşamamanız için temkinli olmanız gerekmekteymiş. Alternatif-İstanbul, köşe başında Külkedisi gibi sinip yalnız kalmanızı içine sindirememiş, ezgi@alternatif-istanbul.net adresine e-posta ile adını soyadını gönderen 5. kişiye çift kişilik davetiye hediye etmeye karar vermiş. Siz deyin peri, biz diyelim Noel Baba, siz deyin bayram, biz diyelim yılbaşı hediyesi... Alternatif-İstanbul, hayata renkler katmak için varmış, ondanmış bu yazıp çizmeler...

27 Kasım 2009 Cuma

Haydarpaşa'da rakı balık keyfi bir başka..

İstanbul'a yolu düşenlerin uğrak yerlerinden biri de Haydarpaşa'dır. Gündüzleri taş binanın ihtişamı, gece de o ihtişama eklenen ışıltılı görüntüyle Haydarpaşa, karadan denizden havadan gören herkesi büyülüyor.


Her gün yerli yabancı yüzlerce insanı ağırlayan bu garın pek bilinmeyen yönü garın içindeki restoran. Yolculuk öncesi demlenmek, yolculuk etmeyenlerinse eğlenmek için gittiği mekanda enfes bir rakı-balık-meze keyfi yapabilirsiniz. Fiyatlar şehir içindeki diğer restoranlara oranla gayet makul, çalan müziklerse sizi meyhane havasına sokmaya yeter de artar.

Alın size alternatif bir İstanbul etkinliği...

Haydarpaşa'da rakı balık keyfi bir başka..

İstanbul'a yolu düşenlerin uğrak yerlerinden biri de Haydarpaşa'dır. Gündüzleri taş binanın ihtişamı, gece de o ihtişama eklenen ışıltılı görüntüyle Haydarpaşa, karadan denizden havadan gören herkesi büyülüyor.


Her gün yerli yabancı yüzlerce insanı ağırlayan bu garın pek bilinmeyen yönü garın içindeki restoran. Yolculuk öncesi demlenmek, yolculuk etmeyenlerinse eğlenmek için gittiği mekanda enfes bir rakı-balık-meze keyfi yapabilirsiniz. Fiyatlar şehir içindeki diğer restoranlara oranla gayet makul, çalan müziklerse sizi meyhane havasına sokmaya yeter de artar.

Alın size alternatif bir İstanbul etkinliği...

26 Kasım 2009 Perşembe

Kuzguncuk'ta bir yıkım türküsü



Vaktinde Ermenisi, Türkü, Rumu, Yahudisiyle renk cümbüşünü andıran Kuzguncuk Türk tarihine kurban edilen İstanbul'un göz bebeği semtlerinden biri...

İşte tam da kurban bayramı arifesinde izlediğim "Kuzguncuk Türküsü" adlı oyun, 6-7 Eylül'de yaşananları aralarında Marko Paşa ve Can Yücel'in bulunduğu Kuzguncuk ahalisinin gözünden, yüreğinden anlatıyor.


Rumu, Musevisi, Ermenisi ve Türküyle rengarenk ve son derece keyifli bir mahalle olan Kuzguncuk, günün birinde öyle bir tahribe maruz kalır ki, artık İstanbul’ un renkleri dediğimiz kavram, tek sesli bir rant oyunundan öteye gidemez olur.


O günlerde yaşanan yıkımın -oyundaki esprisiyle "talan ama yağma olmayışının"- boyutunun siyah beyaz fotoğraf kareleriyle tek tek belgelendiği DT oyununda daha can acıtan neydi biliyor musunuz?

Sergilenenleri kendi tarih algı ve gerçeklikleriyle bağdaştıramayanların oyunu protesto amacıyla terketmesi, terketmeyip izleyenlerin ise oyunun sonunda alkışlamamasıydı..Sahneye konulan ne olursa olsun bir eserdir, bir emektir..


Bu ülkede tarihin inkarına çok şahit oluyoruz ama emeğe saygıda kusur etmek yeni adetimiz oldu sanırsam...


Alternatif-İstanbul takipçileri için alternatif bir İstanbul etkinliği. Kuzguncuk Tekel Sahnesi'ndeki oyunun günleri için adres burası.



Oyundan bir kaç fotoğraf içinse adres
burası


Kuzguncuk'ta bir yıkım türküsü



Vaktinde Ermenisi, Türkü, Rumu, Yahudisiyle renk cümbüşünü andıran Kuzguncuk Türk tarihine kurban edilen İstanbul'un göz bebeği semtlerinden biri...

İşte tam da kurban bayramı arifesinde izlediğim "Kuzguncuk Türküsü" adlı oyun, 6-7 Eylül'de yaşananları aralarında Marko Paşa ve Can Yücel'in bulunduğu Kuzguncuk ahalisinin gözünden, yüreğinden anlatıyor.


Rumu, Musevisi, Ermenisi ve Türküyle rengarenk ve son derece keyifli bir mahalle olan Kuzguncuk, günün birinde öyle bir tahribe maruz kalır ki, artık İstanbul’ un renkleri dediğimiz kavram, tek sesli bir rant oyunundan öteye gidemez olur.


O günlerde yaşanan yıkımın -oyundaki esprisiyle "talan ama yağma olmayışının"- boyutunun siyah beyaz fotoğraf kareleriyle tek tek belgelendiği DT oyununda daha can acıtan neydi biliyor musunuz?

Sergilenenleri kendi tarih algı ve gerçeklikleriyle bağdaştıramayanların oyunu protesto amacıyla terketmesi, terketmeyip izleyenlerin ise oyunun sonunda alkışlamamasıydı..Sahneye konulan ne olursa olsun bir eserdir, bir emektir..


Bu ülkede tarihin inkarına çok şahit oluyoruz ama emeğe saygıda kusur etmek yeni adetimiz oldu sanırsam...


Alternatif-İstanbul takipçileri için alternatif bir İstanbul etkinliği. Kuzguncuk Tekel Sahnesi'ndeki oyunun günleri için adres burası.



Oyundan bir kaç fotoğraf içinse adres
burası


25 Kasım 2009 Çarşamba

Wovenhand: İtina ile Hüznün Dibine Vurulur



İstanbul büyük şehir derler... Büyüklüğü konusunda haşa edecek lafımız yok ama diğer günler torbaya girmişcesine şehir dışında olacağım Pazar gününe hem Kultur Shock, hem de Wovenhand konserinin denk gelmesi... Hani ne bileyim, tuhaf bir hüzne garkediyor beni.





Kişisel ajandamla bu konser pek uyuşmasa da, kişisel müzik zevkim söz konusu olduğunda Bob Dylan, Leonard Cohen, Johnny Cash, Joy Division ve Nick Cave gibi isimler sayıldığında aklım 15 bin feet yukarıya fırlayıverdiğinden Wovenhand'i görmezden gelmem olanaksız. Ama bilirsiniz, kendim gidemiyorum diye sizin bu konserden mahum kalmanızı isteyecek denli bencil değilim. Şimdiden bir kenara yazın, 16 Horsepower'dan aşina olduğumuz iç kanırtıcı sesin sahibi David Eugene Edwards'ın solo projesi Wovenhand, 29 Kasım Pazar günü Babylon sahnesinde yerini alacak.



Biletlerin hızla tükendiği düşünüldüğünde, Wovenhand'siz bir 29 Kasım gecesi düşünemiyorsanız elinizi çabuk tutmanızda fayda var.


Wovenhand: İtina ile Hüznün Dibine Vurulur



İstanbul büyük şehir derler... Büyüklüğü konusunda haşa edecek lafımız yok ama diğer günler torbaya girmişcesine şehir dışında olacağım Pazar gününe hem Kultur Shock, hem de Wovenhand konserinin denk gelmesi... Hani ne bileyim, tuhaf bir hüzne garkediyor beni.





Kişisel ajandamla bu konser pek uyuşmasa da, kişisel müzik zevkim söz konusu olduğunda Bob Dylan, Leonard Cohen, Johnny Cash, Joy Division ve Nick Cave gibi isimler sayıldığında aklım 15 bin feet yukarıya fırlayıverdiğinden Wovenhand'i görmezden gelmem olanaksız. Ama bilirsiniz, kendim gidemiyorum diye sizin bu konserden mahum kalmanızı isteyecek denli bencil değilim. Şimdiden bir kenara yazın, 16 Horsepower'dan aşina olduğumuz iç kanırtıcı sesin sahibi David Eugene Edwards'ın solo projesi Wovenhand, 29 Kasım Pazar günü Babylon sahnesinde yerini alacak.



Biletlerin hızla tükendiği düşünüldüğünde, Wovenhand'siz bir 29 Kasım gecesi düşünemiyorsanız elinizi çabuk tutmanızda fayda var.


22 Kasım 2009 Pazar

Ben İstanbullu Bir ...

İstanbullu İki Çay Bardağı

Biz İstanbullu iki çay bardağıyız. Bir vapur penceresinin kenarında konuşlanır, dışarıyı izleriz. Bir güvenlik görevlisi, elinde copuyla boz renkli bir sokak köpeğini kovalar. Küçük bir kız, başını annesinin omuzuna yaslar ve kayıtsız bir uykuya dalar. Bir yaşlı adam, hayat pahalılığından şikayet ederek elindeki gazeteyi fırlatıp atar. Vapur, Burgazada İskelesinden usul usul ayrılarak sisli bir İstanbul gecesine karışır.


raki

Ben İstanbullu bir rakı bardağıyım. Bazen keyifli, bazen hüzünlü, bazen de taşkın masaların baş rolündeyim. O gün şansa bakın ki iki güzel kadının masasına kurulmuşum. Kadınlardan biri, yan masada musikinin dibine vuran insanlara kulak kabartıyor. Bir keman, Fosforlu Cevriye'nin ilk notalarını döktürüyor. İnce sesli bir kadın şarkıya giriyor: "Karakolda ayna var, ayna var / Kız kolunda damga var damga var / Aç koynunu ben geldim Cevriye'm / Bende kara sevda var..." Masasına kurulduğum kadın; "Gözünü sevdiğimin İstanbul'u..." diye mırıldanıyor, beni önce masaya hafifçe vuruyor, dudaklarına götürüyor ve rakıdan bir yudum alıyor... "Daha da güzelleştik" diye düşünüyor, deniz börülcesinin sosunu az bularak "şunu da hakkıyla yapan yer de ne az..." diye söyleniyor.


Kübik

Ben İstanbullu bir duvarım. Keyfim yerinde. Üzerimde yazanı gören kahkahayı basıyor. Bugün de bir kadın geçti karşıma, başladı gülmeye. Kahkahası bana çarptı, sekti, karşı apartmanın duvarında yankılandı ve nihayet gökyüzüne karıştı. Meğer O hep öyle gülermiş. Hiçbir zaman sesini kontrol edebilen kadınlardan olamamış. Kahkahası çın çın çınlayan kadınları severmiş, çünkü güzel kahkaha atan bir kadın bu dünyadaki en nefis şeylerden biriymiş.


Duydum ki o kahkahası çınlayan kadın, İstanbullu bir kadınmış ve her sevdiği şehri kendi memleketi bellermiş. O nedenledir ki, bir gün Eskişehirli, bir gün Ayvalıklı, bir gün de Burgazadalı oluverirmiş.


Bugün memleketi Burgazada'ymış.



Ben İstanbullu Bir ...

İstanbullu İki Çay Bardağı

Biz İstanbullu iki çay bardağıyız. Bir vapur penceresinin kenarında konuşlanır, dışarıyı izleriz. Bir güvenlik görevlisi, elinde copuyla boz renkli bir sokak köpeğini kovalar. Küçük bir kız, başını annesinin omuzuna yaslar ve kayıtsız bir uykuya dalar. Bir yaşlı adam, hayat pahalılığından şikayet ederek elindeki gazeteyi fırlatıp atar. Vapur, Burgazada İskelesinden usul usul ayrılarak sisli bir İstanbul gecesine karışır.


raki

Ben İstanbullu bir rakı bardağıyım. Bazen keyifli, bazen hüzünlü, bazen de taşkın masaların baş rolündeyim. O gün şansa bakın ki iki güzel kadının masasına kurulmuşum. Kadınlardan biri, yan masada musikinin dibine vuran insanlara kulak kabartıyor. Bir keman, Fosforlu Cevriye'nin ilk notalarını döktürüyor. İnce sesli bir kadın şarkıya giriyor: "Karakolda ayna var, ayna var / Kız kolunda damga var damga var / Aç koynunu ben geldim Cevriye'm / Bende kara sevda var..." Masasına kurulduğum kadın; "Gözünü sevdiğimin İstanbul'u..." diye mırıldanıyor, beni önce masaya hafifçe vuruyor, dudaklarına götürüyor ve rakıdan bir yudum alıyor... "Daha da güzelleştik" diye düşünüyor, deniz börülcesinin sosunu az bularak "şunu da hakkıyla yapan yer de ne az..." diye söyleniyor.


Kübik

Ben İstanbullu bir duvarım. Keyfim yerinde. Üzerimde yazanı gören kahkahayı basıyor. Bugün de bir kadın geçti karşıma, başladı gülmeye. Kahkahası bana çarptı, sekti, karşı apartmanın duvarında yankılandı ve nihayet gökyüzüne karıştı. Meğer O hep öyle gülermiş. Hiçbir zaman sesini kontrol edebilen kadınlardan olamamış. Kahkahası çın çın çınlayan kadınları severmiş, çünkü güzel kahkaha atan bir kadın bu dünyadaki en nefis şeylerden biriymiş.


Duydum ki o kahkahası çınlayan kadın, İstanbullu bir kadınmış ve her sevdiği şehri kendi memleketi bellermiş. O nedenledir ki, bir gün Eskişehirli, bir gün Ayvalıklı, bir gün de Burgazadalı oluverirmiş.


Bugün memleketi Burgazada'ymış.



Dickens'ın Naif Öyküsünden, Carrey'nin Kült Oyunculuğuna: "A Christmas Carol"


Günlerdir sisle çepeçevre sarılmış bir şehir, pis kokan, ağırlaşmış bir hava... İstanbul'un genel halet-i ruhiyesi "Bugün de yaşıyoruz işte" cinsinden, şehrin sinemalarını ise vampirler, derin devlet, küresel kıyamet, gelip de gitmeyen uzay mahlukatları gibi her telden filmler sarmış. Bu denli kalabalığın içinde güzel bir edebiyat uyarlaması izlemek isterseniz, kendinizi 3 boyutlu gösterim yapan bir sinemaya atın ve başrollerinde Jim Carrey (Ebenezer Scrooge, Geçmiş , Şimdiki ve Gelecek Noellerin Hayaletleri), Gary Oldman (Bob Cratchit ve Scrooge'un ortağı Marley'in hayaleti), Colin Firth (Scrooge'un yeğeni Fred) ve Robin Wright Penn'in (Scrooge'un ilk aşkı Belle) rol aldığı ve Oscar'lı Robert Zemeckis'in yönettiği "A Christmas Carol" adlı canlandırma filmini izleyin.


A Christmas Carol, aslında Charles Dickens'ın 1843 tarihinde yayınlanan naif bir öyküsü/tiyatro eseri. Naif, çünkü iyinin iyi, kötünün kötü olduğu, kimin ne olduğu belli karakterler etrafında dönüyor ve karakter karmaşasına sürüklemiyor sizi. Defalarca televizyona ve sinemaya da uyarlanan bu öykü, sosyal eşitsizliğe vurgu yaptıktan sonra eski masalların noel ruhlarınının da yardımı ile iyilik ve hakbilirlik gibi evrensel değerlerin insanı ne denli mutlu edeceğini anımsatarak sona eriyor.


Konuyu okuyan kimileri, zengin ve cimri adamın yoksulluk ve yoksunluk gibi hep görmezden geldiği gerçeklerle yüzleşince bencilliğinin, kimse tarafından sevilmeyişinin ve öldüğünde arkasından bir damla yaş döken olmayacağının farkına vardığında geçmişteki kötücül günahlarını telafi etme çabalarını basit bulabilirler. Ama belirtmek gerekir ki, Zemeckis'in yönettiği film, Dickens'ın öyküsünde geçen ve yenilmesi yutulması zor kimi detayları belirgin biçimde işliyor. Örneğin öykünün baş kişisi Scrooge, Noel arifesinde altınlarını sayarken fakirlere dağıtmak üzere yardım istemek için dükkanına giren ve parasızlık yüzünden tedavi olamayan çocukların öldüklerini söyleyen birine "isabet olur, dünyadaki fazla nüfus eksilir böylece" diyor. Kamera bir anda karlar altındaki sokağa dönüyor, bir fırının kapısında dilenen çocuklara sabitleniyor. Tuzu kuru fırıncı "işte bu da noel hediyeniz" diye bir somun ekmek fırlatıyor ve çocuklar tam alacakken vahşi bir sokak köpeği ekmeği kapıp kaçıyor. Böyle görüntüleri İtalyan yeni gerçekçi sinemasında görmüştük daha önce. Filmin anlattığı öyküyü yumuşatmak, şekerli lokma haline getirip küçüklere yutturmak gibi bir niyetinin olmadığını alt metinde akıp giden bu ve benzeri detaylardan anlamak mümkün.



Scrooge, acımasız ve bencil hayatını yapayalnız yaşarken geçmişin, şimdinin ve geleceğin hayaletleri tarafından ziyaret ediliyor ve kendi hayatına dışarıdan, yukarıdan doğru bakıyor. İnsanların aynaya pratik gerekçelerin dışında pek bakmak istemedikleri düşünüldüğünde oldukça korkutucu bir deneyim olsa gerek bu. Zira Scrooge da hayatına dikiz attığında farkediyor ki, geçmişindeki ezikliğini soğuk odalarda, hiç dinlenmeden istiflediği paranın sesi ve gücüyle baskılamış, aşksız, sevgisiz ve bencil bir yaşayan ölü olmuş. Scrooge'a asıl darbeyi ise Geleceğin Hayaleti vuruyor, hayatını böyle yaşamaya devam ederse şu ana kadar önemsemediği insanlara neler olacağını ve arkasından konuşulacakları gösteriyor.


Uzun sözün kısası, A Christmas Carol, noel ruhunun şerefine kadeh kaldıran, Jim Carrey'in oyunculuğu ile kültleştiği, gerçekçiliği ile yer yer sarsıcı olabilen bir yapım. Benim gibi bu filmi izleyip, arkasından Sufjan Stevens'ın "That Was The Worst Christmas Ever" şarkısını dinlediğinizde bir tuhaf oluyorsunuz, söylemedi demeyin.



Not: Yazıda kullanılan görseller, www.sinema.com'dan alıntıdır.

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | Best Web Hosting Coupons