31 Ocak 2008 Perşembe
Bi Drink Alır mıyız Oyundan Sonra Monşer?
Bi Drink Alır mıyız Oyundan Sonra Monşer?
Bi Drink Alır mıyız Oyundan Sonra Monşer?
29 Ocak 2008 Salı
Türkiye'nin Yönetmenleri
Türkiye'nin Yönetmenleri
Türkiye'nin Yönetmenleri
Sokak Oyuncakları
Sokak Oyuncakları
Sokak Oyuncakları
27 Ocak 2008 Pazar
Yüksek Ses
Bazen bir yerlerden eylem-protesto duyuruları gönderiyorlar sağ olsunlar, geçtiğimiz günlerde de “pek tepkili bir site, tebrikler” menşeli birkaç ileti, mesaj, not vs. alınca aklıma geldi: benim en gıcık olduğum şeylerden biri bir şeylere tepki duyduğunu aktaran insanların karşısındakini sanki rahatsız edecekmiş gibi başlamasıdır lafa… “Hani vaktinizi almak gibi olmasın ama, bilmem sizi alakadar eder mi ama, buna yer vermek size uygun olur mu ama…” gibi gibi.
Hayır olmaz. Hele sesini kedi yutmuş gibi kendi sessizliğinde, kendi görmedim-duymadım-bilmiyorum rahatlıklarında debelenip boynunu büken milyonlarcasının yaşadığı bir zamanda hiç olmaz. Yükselen seslerin bir kısım okuyucuya ulaşmasına aracılık etmek güzel. Belirtmek istedim.
Takdir edilesi ses yükseltmelerden biri de işte şu aşağıdaki:
http://gopekibi.googlepages.com/home
Gıcığımı cezbeden bir grup daha var ki onları da anmadan geçemeyeceğim doğrusu. Bunları birileri sokaktaki çocuğa iki kazak bir pantolon verirken, kedilere bir kap mama, bir kap su koyarken ya da ne bileyim emekli maaşlarının azlığını protesto ederken “Valla canım kardeşim, çok ulvi bir şey bu yaptığınız. Cennette yeriniz hazır. Keşke zamanım olsa da ben de gelsem… İş güç derken yaşamayı unuttuk yeminlen.” demelerinden tanıyabilirsiniz. Canlı bomba olup elimdeki bombanın pimini çekiveresim gelir bu sözleri ve benzerlerini duyunca. “Kıçımı kaldıramıyorum anacım, yağ bağladım” de, canımı ye, ama zaman deme, para deme, iş güç hiç deme.
Deme yani.
Yüksek Ses
Bazen bir yerlerden eylem-protesto duyuruları gönderiyorlar sağ olsunlar, geçtiğimiz günlerde de “pek tepkili bir site, tebrikler” menşeli birkaç ileti, mesaj, not vs. alınca aklıma geldi: benim en gıcık olduğum şeylerden biri bir şeylere tepki duyduğunu aktaran insanların karşısındakini sanki rahatsız edecekmiş gibi başlamasıdır lafa… “Hani vaktinizi almak gibi olmasın ama, bilmem sizi alakadar eder mi ama, buna yer vermek size uygun olur mu ama…” gibi gibi.
Hayır olmaz. Hele sesini kedi yutmuş gibi kendi sessizliğinde, kendi görmedim-duymadım-bilmiyorum rahatlıklarında debelenip boynunu büken milyonlarcasının yaşadığı bir zamanda hiç olmaz. Yükselen seslerin bir kısım okuyucuya ulaşmasına aracılık etmek güzel. Belirtmek istedim.
Takdir edilesi ses yükseltmelerden biri de işte şu aşağıdaki:
http://gopekibi.googlepages.com/home
Gıcığımı cezbeden bir grup daha var ki onları da anmadan geçemeyeceğim doğrusu. Bunları birileri sokaktaki çocuğa iki kazak bir pantolon verirken, kedilere bir kap mama, bir kap su koyarken ya da ne bileyim emekli maaşlarının azlığını protesto ederken “Valla canım kardeşim, çok ulvi bir şey bu yaptığınız. Cennette yeriniz hazır. Keşke zamanım olsa da ben de gelsem… İş güç derken yaşamayı unuttuk yeminlen.” demelerinden tanıyabilirsiniz. Canlı bomba olup elimdeki bombanın pimini çekiveresim gelir bu sözleri ve benzerlerini duyunca. “Kıçımı kaldıramıyorum anacım, yağ bağladım” de, canımı ye, ama zaman deme, para deme, iş güç hiç deme.
Deme yani.
Yüksek Ses
Bazen bir yerlerden eylem-protesto duyuruları gönderiyorlar sağ olsunlar, geçtiğimiz günlerde de “pek tepkili bir site, tebrikler” menşeli birkaç ileti, mesaj, not vs. alınca aklıma geldi: benim en gıcık olduğum şeylerden biri bir şeylere tepki duyduğunu aktaran insanların karşısındakini sanki rahatsız edecekmiş gibi başlamasıdır lafa… “Hani vaktinizi almak gibi olmasın ama, bilmem sizi alakadar eder mi ama, buna yer vermek size uygun olur mu ama…” gibi gibi.
Hayır olmaz. Hele sesini kedi yutmuş gibi kendi sessizliğinde, kendi görmedim-duymadım-bilmiyorum rahatlıklarında debelenip boynunu büken milyonlarcasının yaşadığı bir zamanda hiç olmaz. Yükselen seslerin bir kısım okuyucuya ulaşmasına aracılık etmek güzel. Belirtmek istedim.
Takdir edilesi ses yükseltmelerden biri de işte şu aşağıdaki:
http://gopekibi.googlepages.com/home
Gıcığımı cezbeden bir grup daha var ki onları da anmadan geçemeyeceğim doğrusu. Bunları birileri sokaktaki çocuğa iki kazak bir pantolon verirken, kedilere bir kap mama, bir kap su koyarken ya da ne bileyim emekli maaşlarının azlığını protesto ederken “Valla canım kardeşim, çok ulvi bir şey bu yaptığınız. Cennette yeriniz hazır. Keşke zamanım olsa da ben de gelsem… İş güç derken yaşamayı unuttuk yeminlen.” demelerinden tanıyabilirsiniz. Canlı bomba olup elimdeki bombanın pimini çekiveresim gelir bu sözleri ve benzerlerini duyunca. “Kıçımı kaldıramıyorum anacım, yağ bağladım” de, canımı ye, ama zaman deme, para deme, iş güç hiç deme.
Deme yani.
24 Ocak 2008 Perşembe
İstanbul'un En Değerli Sakinleri
İstanbul'un En Değerli Sakinleri
İstanbul'un En Değerli Sakinleri
Toplu İğne Şövenizmi
Çok sayıda feminist aktivist, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın, kanlarıyla bayrak yapan öğrencilerin gönderdiği bayrağı 'duygulanarak' kabul etmesini eleştiren Perihan Mağden ve Ece Temelkuran'ın bazı gazetelerde hedef gösterilmesini kınadı. Kadınlar Büyükanıt'ın, tutumunu protesto eden ortak bir metne imza koyarak Mağden ve Temelkuran'ın yanında olduklarını duyurdu. Silahlı gücün başındaki kişinin 'kalem tutan ellerimiz silah tutmalıdır' diyen öğrencileri överek kanı ve savaşı kutsamasına itirazları olduklarını belirten imzacılar, ölme ve öldürtmenin yüceltil-mediği bir ortamı savunduklarını ifade ettiler. Konu ile ilgili olarak görüştüğümüz Eren Keskin, çocukların kanları ile yaptıkları bayrağın onur simgesi olarak gösterilmesini şovenizmin son noktası olarak gördüğünü söyledi. (Kaynak: Birgün)
Ülkede düşünce insanlarının katledilmesi sürüyor. Ellerine medya gücünü geçirmiş bir takım tükürüklü ve üfürüklü adamların “çirkin kadınları” hedef göstermelerinin ve Ergenekon operasyonlarının gölgesinde bugün Uğur Mumcu katledileli 15 yıl oldu.
Uğur Mumcu öldürdüğünde yeni doğmuş çocuklar “ellerimiz kalem yerine silah tutsun” diyerek toplu iğne şövenizmine girişiyor, birileri kaç kişi olduklarına dair pösteki ve online ödeme hesabında, herkesten çok milletçiler ise nedense pek derinlerde, adına derin devlet denmekte, sığ devletçe Ergenekonlanmakta.
O çocuklar ki bunları düşünmemişlerdir, yazık. Savundukları değerlerin tarihi hakkında resmi tarihi anlatanlardan başka bir kitap okumamışlardır, yazık. Savaşı, cepheyi, silahları epik şiir sanmaktalar, ona da yazık. Belki asla okumayacakları Erich Maria Remarque’ın Birinci Dünya Savaşı’ndaki Almanya’yı anlattığı ve savaş kışkırtıcılarını yerden yere vurduğu “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” adlı eserinde askerlerden biri der ki örneğin: “Ben ve Kayzer, ikimizde savaşıyoruz. Tek fark, Kayzer burada değil."
Cuk.
Toplu İğne Şövenizmi
Çok sayıda feminist aktivist, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın, kanlarıyla bayrak yapan öğrencilerin gönderdiği bayrağı 'duygulanarak' kabul etmesini eleştiren Perihan Mağden ve Ece Temelkuran'ın bazı gazetelerde hedef gösterilmesini kınadı. Kadınlar Büyükanıt'ın, tutumunu protesto eden ortak bir metne imza koyarak Mağden ve Temelkuran'ın yanında olduklarını duyurdu. Silahlı gücün başındaki kişinin 'kalem tutan ellerimiz silah tutmalıdır' diyen öğrencileri överek kanı ve savaşı kutsamasına itirazları olduklarını belirten imzacılar, ölme ve öldürtmenin yüceltil-mediği bir ortamı savunduklarını ifade ettiler. Konu ile ilgili olarak görüştüğümüz Eren Keskin, çocukların kanları ile yaptıkları bayrağın onur simgesi olarak gösterilmesini şovenizmin son noktası olarak gördüğünü söyledi. (Kaynak: Birgün)
Ülkede düşünce insanlarının katledilmesi sürüyor. Ellerine medya gücünü geçirmiş bir takım tükürüklü ve üfürüklü adamların “çirkin kadınları” hedef göstermelerinin ve Ergenekon operasyonlarının gölgesinde bugün Uğur Mumcu katledileli 15 yıl oldu.
Uğur Mumcu öldürdüğünde yeni doğmuş çocuklar “ellerimiz kalem yerine silah tutsun” diyerek toplu iğne şövenizmine girişiyor, birileri kaç kişi olduklarına dair pösteki ve online ödeme hesabında, herkesten çok milletçiler ise nedense pek derinlerde, adına derin devlet denmekte, sığ devletçe Ergenekonlanmakta.
O çocuklar ki bunları düşünmemişlerdir, yazık. Savundukları değerlerin tarihi hakkında resmi tarihi anlatanlardan başka bir kitap okumamışlardır, yazık. Savaşı, cepheyi, silahları epik şiir sanmaktalar, ona da yazık. Belki asla okumayacakları Erich Maria Remarque’ın Birinci Dünya Savaşı’ndaki Almanya’yı anlattığı ve savaş kışkırtıcılarını yerden yere vurduğu “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” adlı eserinde askerlerden biri der ki örneğin: “Ben ve Kayzer, ikimizde savaşıyoruz. Tek fark, Kayzer burada değil."
Cuk.
Toplu İğne Şövenizmi
Çok sayıda feminist aktivist, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın, kanlarıyla bayrak yapan öğrencilerin gönderdiği bayrağı 'duygulanarak' kabul etmesini eleştiren Perihan Mağden ve Ece Temelkuran'ın bazı gazetelerde hedef gösterilmesini kınadı. Kadınlar Büyükanıt'ın, tutumunu protesto eden ortak bir metne imza koyarak Mağden ve Temelkuran'ın yanında olduklarını duyurdu. Silahlı gücün başındaki kişinin 'kalem tutan ellerimiz silah tutmalıdır' diyen öğrencileri överek kanı ve savaşı kutsamasına itirazları olduklarını belirten imzacılar, ölme ve öldürtmenin yüceltil-mediği bir ortamı savunduklarını ifade ettiler. Konu ile ilgili olarak görüştüğümüz Eren Keskin, çocukların kanları ile yaptıkları bayrağın onur simgesi olarak gösterilmesini şovenizmin son noktası olarak gördüğünü söyledi. (Kaynak: Birgün)
Ülkede düşünce insanlarının katledilmesi sürüyor. Ellerine medya gücünü geçirmiş bir takım tükürüklü ve üfürüklü adamların “çirkin kadınları” hedef göstermelerinin ve Ergenekon operasyonlarının gölgesinde bugün Uğur Mumcu katledileli 15 yıl oldu.
Uğur Mumcu öldürdüğünde yeni doğmuş çocuklar “ellerimiz kalem yerine silah tutsun” diyerek toplu iğne şövenizmine girişiyor, birileri kaç kişi olduklarına dair pösteki ve online ödeme hesabında, herkesten çok milletçiler ise nedense pek derinlerde, adına derin devlet denmekte, sığ devletçe Ergenekonlanmakta.
O çocuklar ki bunları düşünmemişlerdir, yazık. Savundukları değerlerin tarihi hakkında resmi tarihi anlatanlardan başka bir kitap okumamışlardır, yazık. Savaşı, cepheyi, silahları epik şiir sanmaktalar, ona da yazık. Belki asla okumayacakları Erich Maria Remarque’ın Birinci Dünya Savaşı’ndaki Almanya’yı anlattığı ve savaş kışkırtıcılarını yerden yere vurduğu “Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok” adlı eserinde askerlerden biri der ki örneğin: “Ben ve Kayzer, ikimizde savaşıyoruz. Tek fark, Kayzer burada değil."
Cuk.
21 Ocak 2008 Pazartesi
Amiral Battı
Hürriyet gazetesi hakkında herkesin bir yorumu var, onlarsa kendilerini “Türkiye Basınının Amiral Gemisi” diye tanımlıyorlar.
“Hrant Dink Anılmış” Peh. Yedi kat el sanki, anca yedinci sayfada.
Ama Britniy bizim kızımız. S.çsa haberimiz oluyor. Sürmanşetten falan. Ki o sürmanşet ki mühüm yerdir gazetede.
Bu denli berbat bir yayıncılık anlayışını ortaokulda sıra altlarında okuyup dalgamızı geçtiğimiz Bulvar gazetesinde görmüş idik. En azından onun bir bulvar gazetesi olduğunu biliyorduk. Amacı, varoluş nedeni belliydi. Penthouse’dan apartma yazılarla 31 çekmesine yarardı yeni yetmelerin. Yararlıydı yani. İkinci sayfasında fevkaladenin fevkinde erotik öyküler olurdu misal. “25 yaşında genç, dolgun bir sarışındım. Kocam yetmezmiş gibi mahallenin tüpçüsü ile de ilişkim vardı. Bir gün genç sevgilimi gönderdikten sonra yatakta uyuyakaldım. Kocam geldi, uyurken benimle sevişti.” gibisinden öyküler. Muhteviyat tam böyle olmasa da buna yakındı yani.
Şimdi soranlar olacaktır “Bulvar’ı yararlı buluyorsan Hürriyet ile derdin ne? Benzeştirdiğine göre?” diye.
Derdim şu: Bulvar “yayın ahlak ilkeleri” diye çarşaf çarşaf yazılar yazıp sonra topunu hiçe saymıyordu en azından. İçi dışı birdi.
Türkiye Basınının Amiral Gemisi Hürriyetse, Amiral Battı. Çoktan.
Amiral Battı
Hürriyet gazetesi hakkında herkesin bir yorumu var, onlarsa kendilerini “Türkiye Basınının Amiral Gemisi” diye tanımlıyorlar.
“Hrant Dink Anılmış” Peh. Yedi kat el sanki, anca yedinci sayfada.
Ama Britniy bizim kızımız. S.çsa haberimiz oluyor. Sürmanşetten falan. Ki o sürmanşet ki mühüm yerdir gazetede.
Bu denli berbat bir yayıncılık anlayışını ortaokulda sıra altlarında okuyup dalgamızı geçtiğimiz Bulvar gazetesinde görmüş idik. En azından onun bir bulvar gazetesi olduğunu biliyorduk. Amacı, varoluş nedeni belliydi. Penthouse’dan apartma yazılarla 31 çekmesine yarardı yeni yetmelerin. Yararlıydı yani. İkinci sayfasında fevkaladenin fevkinde erotik öyküler olurdu misal. “25 yaşında genç, dolgun bir sarışındım. Kocam yetmezmiş gibi mahallenin tüpçüsü ile de ilişkim vardı. Bir gün genç sevgilimi gönderdikten sonra yatakta uyuyakaldım. Kocam geldi, uyurken benimle sevişti.” gibisinden öyküler. Muhteviyat tam böyle olmasa da buna yakındı yani.
Şimdi soranlar olacaktır “Bulvar’ı yararlı buluyorsan Hürriyet ile derdin ne? Benzeştirdiğine göre?” diye.
Derdim şu: Bulvar “yayın ahlak ilkeleri” diye çarşaf çarşaf yazılar yazıp sonra topunu hiçe saymıyordu en azından. İçi dışı birdi.
Türkiye Basınının Amiral Gemisi Hürriyetse, Amiral Battı. Çoktan.
Amiral Battı
Hürriyet gazetesi hakkında herkesin bir yorumu var, onlarsa kendilerini “Türkiye Basınının Amiral Gemisi” diye tanımlıyorlar.
“Hrant Dink Anılmış” Peh. Yedi kat el sanki, anca yedinci sayfada.
Ama Britniy bizim kızımız. S.çsa haberimiz oluyor. Sürmanşetten falan. Ki o sürmanşet ki mühüm yerdir gazetede.
Bu denli berbat bir yayıncılık anlayışını ortaokulda sıra altlarında okuyup dalgamızı geçtiğimiz Bulvar gazetesinde görmüş idik. En azından onun bir bulvar gazetesi olduğunu biliyorduk. Amacı, varoluş nedeni belliydi. Penthouse’dan apartma yazılarla 31 çekmesine yarardı yeni yetmelerin. Yararlıydı yani. İkinci sayfasında fevkaladenin fevkinde erotik öyküler olurdu misal. “25 yaşında genç, dolgun bir sarışındım. Kocam yetmezmiş gibi mahallenin tüpçüsü ile de ilişkim vardı. Bir gün genç sevgilimi gönderdikten sonra yatakta uyuyakaldım. Kocam geldi, uyurken benimle sevişti.” gibisinden öyküler. Muhteviyat tam böyle olmasa da buna yakındı yani.
Şimdi soranlar olacaktır “Bulvar’ı yararlı buluyorsan Hürriyet ile derdin ne? Benzeştirdiğine göre?” diye.
Derdim şu: Bulvar “yayın ahlak ilkeleri” diye çarşaf çarşaf yazılar yazıp sonra topunu hiçe saymıyordu en azından. İçi dışı birdi.
Türkiye Basınının Amiral Gemisi Hürriyetse, Amiral Battı. Çoktan.
20 Ocak 2008 Pazar
"Şehrime ulaşamadan bitirirken yolumu..."
Dün, küratörlüğünü Melih Güneş'in yaptığı 'Şehrime ulaşamadan bitirirken yolumu... Nâzım ve Vera, Moskova'dan İstanbul'a' sergisini gezdim. Açılış kalabalıklarına allerjisi olan biri olarak bunu saymıyorum, oyuncaklara, güzelim radyoya, kitap sayfalarına düşülmüş notlara, plaklara ve eski fotoğraflara bir daha dalıp gitmekte fayda görüyorum.
Sergi, 22 Mart'a kadar Yapı Kredi Kültür Merkezi, Sermet Çiftler Salonu'nda.
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=244960
"Şehrime ulaşamadan bitirirken yolumu..."
Dün, küratörlüğünü Melih Güneş'in yaptığı 'Şehrime ulaşamadan bitirirken yolumu... Nâzım ve Vera, Moskova'dan İstanbul'a' sergisini gezdim. Açılış kalabalıklarına allerjisi olan biri olarak bunu saymıyorum, oyuncaklara, güzelim radyoya, kitap sayfalarına düşülmüş notlara, plaklara ve eski fotoğraflara bir daha dalıp gitmekte fayda görüyorum.
Sergi, 22 Mart'a kadar Yapı Kredi Kültür Merkezi, Sermet Çiftler Salonu'nda.
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=244960
"Şehrime ulaşamadan bitirirken yolumu..."
Dün, küratörlüğünü Melih Güneş'in yaptığı 'Şehrime ulaşamadan bitirirken yolumu... Nâzım ve Vera, Moskova'dan İstanbul'a' sergisini gezdim. Açılış kalabalıklarına allerjisi olan biri olarak bunu saymıyorum, oyuncaklara, güzelim radyoya, kitap sayfalarına düşülmüş notlara, plaklara ve eski fotoğraflara bir daha dalıp gitmekte fayda görüyorum.
Sergi, 22 Mart'a kadar Yapı Kredi Kültür Merkezi, Sermet Çiftler Salonu'nda.
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=244960
19 Ocak 2008 Cumartesi
Umuda Uçmak...
"Sevgili kardeşlerim,
Bir yıl sonra onu yaşamak için yine buradayız.
Burada yani kanını suyla sabunla temizlemeye çalıştıkları kaldırımdayız. Bu kaldırım bu şekilde temizlenebilir mi, unutturulabiir mi?
Kardeşlerim, bu ancak ve ancak vicdanların duymasıyla, kanarı dökenlerin pişmanlık, ikrar ve af dilemeleriyle mümkün olabilir. Yoksa Habil'in kanı gibi dökülen hiçbir kan ve bu kan susmayacaktır. O kan bir yıldır hiç susmadı kardeşlerim. Çünkü kanın sesi adaletle susar. İşte bugün sizler de adalet için buradasınız. Sessizliğinizde adalet çığlığı duyuluyor.
Peki adalet nasıl yerini bulacak, geçen bir yıl içinde adalet adına ne gördük?
Katilin eline ülkemin bayrağını verip poster çektirenlere ülkemin adaleti ne yaptı?
Sadece görüntülere basına verenlere dava açıldı. Stadyumlarda "Hepimiz Ogün'üz" diye bağıranlara, onu hain ilan eden devlet görevlilerine ne yaptı ülkemin adaleti?
Telefonda "Tek farkılılk kaçmayacaktı ama bu kaçtı" diyen ve "kimin öldüreceğini bilen" emniyetçilere ne yaptı ülkemin adaleti?
Katilin eline ülkemin bayrağını verip poster çektirenlere ülkemin adaleti ne yaptı?
Sadece görüntülere basına verenlere dava açıldı. Stadyumlarda "Hepimiz Ogün'üz" diye bağıranlara, onu hain ilan eden devlet görevlilerine ne yaptı ülkemin adaleti?
Telefonda "Tek farkılılk kaçmayacaktı ama bu kaçtı" diyen ve "kimin öldüreceğini bilen" emniyetçilere ne yaptı ülkemin adaleti?
Daha katil yakalanmadan silahın markasına kadar bilen jandarmalara ne yaptı ülkemin adaleti?
Cinayet planları yapılan ocaklara ne yaptı ülkemin adaleti?
Eşime haddini bildirmeye çalışan vali yardımcısına ne yaptı ülkemin adaleti?
Diyorlar ki, '301'den kim hapse girdi?' Ben de diyorum ki; keşke yaşatsalardı da hapiste olsaydı. Çünkü yaşatsalardı, bugün gerçekten 301'den hapisteki üçüncü ayı olacaktı.
Evet kardeşlerim, bugün adalet istediğimiz için buradayız. Daha kimler bıçaklandı, kaçırıldı, öldü, sayısı yok. Elbette acılı yüreklerin de sayısı yok. Ama kimler cesaret bulacak da, onun dediği gibi "terörün gücü ve gücün terörüne" karşı gelecek?
Dediği gibi, uğruna ölünesi davaları uğruna yaşanası davalara dönüştürmedikçe belli ki bu tür vahşetler çok yaşanacak.
Bizi acılarda akraba ettiler. Maalesef yasta kardeşlik de bugün cesaret istiyor. Ama asıl yaşamak cesaret ister, umut cesaret ister, adalet cesaret ister kardeşlerim."
(Rakel Dink'in 19 Ocak 2008 tarihinde Agos Gazetesi'nin önünde yaptığı konuşmanın tam metni.)
Umuda Uçmak...
"Sevgili kardeşlerim,
Bir yıl sonra onu yaşamak için yine buradayız.
Burada yani kanını suyla sabunla temizlemeye çalıştıkları kaldırımdayız. Bu kaldırım bu şekilde temizlenebilir mi, unutturulabiir mi?
Kardeşlerim, bu ancak ve ancak vicdanların duymasıyla, kanarı dökenlerin pişmanlık, ikrar ve af dilemeleriyle mümkün olabilir. Yoksa Habil'in kanı gibi dökülen hiçbir kan ve bu kan susmayacaktır. O kan bir yıldır hiç susmadı kardeşlerim. Çünkü kanın sesi adaletle susar. İşte bugün sizler de adalet için buradasınız. Sessizliğinizde adalet çığlığı duyuluyor.
Peki adalet nasıl yerini bulacak, geçen bir yıl içinde adalet adına ne gördük?
Katilin eline ülkemin bayrağını verip poster çektirenlere ülkemin adaleti ne yaptı?
Sadece görüntülere basına verenlere dava açıldı. Stadyumlarda "Hepimiz Ogün'üz" diye bağıranlara, onu hain ilan eden devlet görevlilerine ne yaptı ülkemin adaleti?
Telefonda "Tek farkılılk kaçmayacaktı ama bu kaçtı" diyen ve "kimin öldüreceğini bilen" emniyetçilere ne yaptı ülkemin adaleti?
Katilin eline ülkemin bayrağını verip poster çektirenlere ülkemin adaleti ne yaptı?
Sadece görüntülere basına verenlere dava açıldı. Stadyumlarda "Hepimiz Ogün'üz" diye bağıranlara, onu hain ilan eden devlet görevlilerine ne yaptı ülkemin adaleti?
Telefonda "Tek farkılılk kaçmayacaktı ama bu kaçtı" diyen ve "kimin öldüreceğini bilen" emniyetçilere ne yaptı ülkemin adaleti?
Daha katil yakalanmadan silahın markasına kadar bilen jandarmalara ne yaptı ülkemin adaleti?
Cinayet planları yapılan ocaklara ne yaptı ülkemin adaleti?
Eşime haddini bildirmeye çalışan vali yardımcısına ne yaptı ülkemin adaleti?
Diyorlar ki, '301'den kim hapse girdi?' Ben de diyorum ki; keşke yaşatsalardı da hapiste olsaydı. Çünkü yaşatsalardı, bugün gerçekten 301'den hapisteki üçüncü ayı olacaktı.
Evet kardeşlerim, bugün adalet istediğimiz için buradayız. Daha kimler bıçaklandı, kaçırıldı, öldü, sayısı yok. Elbette acılı yüreklerin de sayısı yok. Ama kimler cesaret bulacak da, onun dediği gibi "terörün gücü ve gücün terörüne" karşı gelecek?
Dediği gibi, uğruna ölünesi davaları uğruna yaşanası davalara dönüştürmedikçe belli ki bu tür vahşetler çok yaşanacak.
Bizi acılarda akraba ettiler. Maalesef yasta kardeşlik de bugün cesaret istiyor. Ama asıl yaşamak cesaret ister, umut cesaret ister, adalet cesaret ister kardeşlerim."
(Rakel Dink'in 19 Ocak 2008 tarihinde Agos Gazetesi'nin önünde yaptığı konuşmanın tam metni.)
Umuda Uçmak...
"Sevgili kardeşlerim,
Bir yıl sonra onu yaşamak için yine buradayız.
Burada yani kanını suyla sabunla temizlemeye çalıştıkları kaldırımdayız. Bu kaldırım bu şekilde temizlenebilir mi, unutturulabiir mi?
Kardeşlerim, bu ancak ve ancak vicdanların duymasıyla, kanarı dökenlerin pişmanlık, ikrar ve af dilemeleriyle mümkün olabilir. Yoksa Habil'in kanı gibi dökülen hiçbir kan ve bu kan susmayacaktır. O kan bir yıldır hiç susmadı kardeşlerim. Çünkü kanın sesi adaletle susar. İşte bugün sizler de adalet için buradasınız. Sessizliğinizde adalet çığlığı duyuluyor.
Peki adalet nasıl yerini bulacak, geçen bir yıl içinde adalet adına ne gördük?
Katilin eline ülkemin bayrağını verip poster çektirenlere ülkemin adaleti ne yaptı?
Sadece görüntülere basına verenlere dava açıldı. Stadyumlarda "Hepimiz Ogün'üz" diye bağıranlara, onu hain ilan eden devlet görevlilerine ne yaptı ülkemin adaleti?
Telefonda "Tek farkılılk kaçmayacaktı ama bu kaçtı" diyen ve "kimin öldüreceğini bilen" emniyetçilere ne yaptı ülkemin adaleti?
Katilin eline ülkemin bayrağını verip poster çektirenlere ülkemin adaleti ne yaptı?
Sadece görüntülere basına verenlere dava açıldı. Stadyumlarda "Hepimiz Ogün'üz" diye bağıranlara, onu hain ilan eden devlet görevlilerine ne yaptı ülkemin adaleti?
Telefonda "Tek farkılılk kaçmayacaktı ama bu kaçtı" diyen ve "kimin öldüreceğini bilen" emniyetçilere ne yaptı ülkemin adaleti?
Daha katil yakalanmadan silahın markasına kadar bilen jandarmalara ne yaptı ülkemin adaleti?
Cinayet planları yapılan ocaklara ne yaptı ülkemin adaleti?
Eşime haddini bildirmeye çalışan vali yardımcısına ne yaptı ülkemin adaleti?
Diyorlar ki, '301'den kim hapse girdi?' Ben de diyorum ki; keşke yaşatsalardı da hapiste olsaydı. Çünkü yaşatsalardı, bugün gerçekten 301'den hapisteki üçüncü ayı olacaktı.
Evet kardeşlerim, bugün adalet istediğimiz için buradayız. Daha kimler bıçaklandı, kaçırıldı, öldü, sayısı yok. Elbette acılı yüreklerin de sayısı yok. Ama kimler cesaret bulacak da, onun dediği gibi "terörün gücü ve gücün terörüne" karşı gelecek?
Dediği gibi, uğruna ölünesi davaları uğruna yaşanası davalara dönüştürmedikçe belli ki bu tür vahşetler çok yaşanacak.
Bizi acılarda akraba ettiler. Maalesef yasta kardeşlik de bugün cesaret istiyor. Ama asıl yaşamak cesaret ister, umut cesaret ister, adalet cesaret ister kardeşlerim."
(Rakel Dink'in 19 Ocak 2008 tarihinde Agos Gazetesi'nin önünde yaptığı konuşmanın tam metni.)
18 Ocak 2008 Cuma
Hedef
Balık hafızalarınızı yoklayın...
1 sene önce 19 Ocak’ta ne olmuştu?
Sonra dönün bugüne, takvimler 1 sene sonrasını göstersin…
Yine bir gazete…
Manşet: “Bu Çirkin Kadına Cevabı Siz Verin”
Çirkin Kadın dedikleri Perihan Mağden.
Şu yazısından kudurmuşlar.
Hedef
Balık hafızalarınızı yoklayın...
1 sene önce 19 Ocak’ta ne olmuştu?
Sonra dönün bugüne, takvimler 1 sene sonrasını göstersin…
Yine bir gazete…
Manşet: “Bu Çirkin Kadına Cevabı Siz Verin”
Çirkin Kadın dedikleri Perihan Mağden.
Şu yazısından kudurmuşlar.
Hedef
Balık hafızalarınızı yoklayın...
1 sene önce 19 Ocak’ta ne olmuştu?
Sonra dönün bugüne, takvimler 1 sene sonrasını göstersin…
Yine bir gazete…
Manşet: “Bu Çirkin Kadına Cevabı Siz Verin”
Çirkin Kadın dedikleri Perihan Mağden.
Şu yazısından kudurmuşlar.
15 Ocak 2008 Salı
Namus Nedir?
"Erkek konusunda namus olmaz zaten."
"Namuslu kadın, başı kapalı olur, eteği uzun olur, eteğinin altında pijama olur."
Namus Nedir?
"Erkek konusunda namus olmaz zaten."
"Namuslu kadın, başı kapalı olur, eteği uzun olur, eteğinin altında pijama olur."
Namus Nedir?
"Erkek konusunda namus olmaz zaten."
"Namuslu kadın, başı kapalı olur, eteği uzun olur, eteğinin altında pijama olur."
14 Ocak 2008 Pazartesi
Pazar Ola, Hayrola...
Korkmuştum aslında pazar tembelliğinden, sabahın köründe sıcak yataktan kalktıktan sonra otobüsle nereden baksan 1-1,5 saatlik yol. Okul biter bitmez 2 ay boyunca bir projede günde 14-15 saat çalışıp, araya bir de tatil gibi bienal macerasını sıkıştırıp sonra 1,5 aydır ev kızlığı pozisyonunda işe başlayınca paslanıyor insan haliyle. Kaldı ki iş hayatı bizim buraların saatli trafik ışıklarının kırmızısının yeşile dönmesine 5 saniye kala depara kalkıp karşı kaldırıma geçmek gibi bir çeviklik kazandırmış idi bünyeye. Akabinde bir depar da deniz otobüsünü kaçırıp da karayollarına mahkum olmayalım diye... İstanbul'da Hayatta Kalma Kılavuzu, madde bilmemkaç: depara kalkmayı bileceksin.
Bakın aslında çok romantika bir giriş yapacaktım yazıya. "Lovestruck melodileri yükselirken radyoda, İstanbul kuş cıvıltılarıyla karşılıyordu sabahı, günaydın İstanbulkardeş" minvalinden birşeyler. Sonra dedim ki kendi kendime: "eh be kızım, ne işin var elin çengelinde, köyünde, Çengelköy'ünde?" Tam yarım saat 2 numero gelsin diye bekle, radyoda Blondies'ten tut da Madness'a kadar ağız suyu akıtıcı şeyler çalsınlar, hepsi Çengelköy'de bir sabah çayı, böreği, boklu denizin kıyısında bir nefes almalık zaman için. Sadece o da değil, Kandilli'de rakılı-mezeli-bol sohbetli, az hüzün-pek kahkahalı, kitaplı-kırmızı şapkalı-atkılı, denize sıfır yemek için. Kırmızı şapkam ve fırfır atkım Oya Hanım'dan, sohbet Özge, ben ve Oya Hanım'dan, eh yemek sonrası karadutlu dondurma da benden.
Eee, ne diyordum, Lovestruck melodileri yükselirken radyodan, önce Çengelköy'de İnci Sultan ile kahvealtı ve kahveüstü beyaz porselen fincanının sapına kadar bol tarçınlı salep keyfi, sonra Kandilli'de Suna Abla'nın Yeri'nde ziyafet. Her açıdan ziyafet. Favası pek enfes idi Suna Abla'nın laf aramızda. Denizin tam kıyısına attık masayı, kucaklarda kedi ve battaniye, bardakta rakı, karşıda Rumeli Hisarı, ortada Boğaz...Lovestruck'ın icracısı Madness, eskilerden bir hava, eh dinleyelim madem.
Pazar Ola, Hayrola...
Korkmuştum aslında pazar tembelliğinden, sabahın köründe sıcak yataktan kalktıktan sonra otobüsle nereden baksan 1-1,5 saatlik yol. Okul biter bitmez 2 ay boyunca bir projede günde 14-15 saat çalışıp, araya bir de tatil gibi bienal macerasını sıkıştırıp sonra 1,5 aydır ev kızlığı pozisyonunda işe başlayınca paslanıyor insan haliyle. Kaldı ki iş hayatı bizim buraların saatli trafik ışıklarının kırmızısının yeşile dönmesine 5 saniye kala depara kalkıp karşı kaldırıma geçmek gibi bir çeviklik kazandırmış idi bünyeye. Akabinde bir depar da deniz otobüsünü kaçırıp da karayollarına mahkum olmayalım diye... İstanbul'da Hayatta Kalma Kılavuzu, madde bilmemkaç: depara kalkmayı bileceksin.
Bakın aslında çok romantika bir giriş yapacaktım yazıya. "Lovestruck melodileri yükselirken radyoda, İstanbul kuş cıvıltılarıyla karşılıyordu sabahı, günaydın İstanbulkardeş" minvalinden birşeyler. Sonra dedim ki kendi kendime: "eh be kızım, ne işin var elin çengelinde, köyünde, Çengelköy'ünde?" Tam yarım saat 2 numero gelsin diye bekle, radyoda Blondies'ten tut da Madness'a kadar ağız suyu akıtıcı şeyler çalsınlar, hepsi Çengelköy'de bir sabah çayı, böreği, boklu denizin kıyısında bir nefes almalık zaman için. Sadece o da değil, Kandilli'de rakılı-mezeli-bol sohbetli, az hüzün-pek kahkahalı, kitaplı-kırmızı şapkalı-atkılı, denize sıfır yemek için. Kırmızı şapkam ve fırfır atkım Oya Hanım'dan, sohbet Özge, ben ve Oya Hanım'dan, eh yemek sonrası karadutlu dondurma da benden.
Eee, ne diyordum, Lovestruck melodileri yükselirken radyodan, önce Çengelköy'de İnci Sultan ile kahvealtı ve kahveüstü beyaz porselen fincanının sapına kadar bol tarçınlı salep keyfi, sonra Kandilli'de Suna Abla'nın Yeri'nde ziyafet. Her açıdan ziyafet. Favası pek enfes idi Suna Abla'nın laf aramızda. Denizin tam kıyısına attık masayı, kucaklarda kedi ve battaniye, bardakta rakı, karşıda Rumeli Hisarı, ortada Boğaz...Lovestruck'ın icracısı Madness, eskilerden bir hava, eh dinleyelim madem.
Pazar Ola, Hayrola...
Korkmuştum aslında pazar tembelliğinden, sabahın köründe sıcak yataktan kalktıktan sonra otobüsle nereden baksan 1-1,5 saatlik yol. Okul biter bitmez 2 ay boyunca bir projede günde 14-15 saat çalışıp, araya bir de tatil gibi bienal macerasını sıkıştırıp sonra 1,5 aydır ev kızlığı pozisyonunda işe başlayınca paslanıyor insan haliyle. Kaldı ki iş hayatı bizim buraların saatli trafik ışıklarının kırmızısının yeşile dönmesine 5 saniye kala depara kalkıp karşı kaldırıma geçmek gibi bir çeviklik kazandırmış idi bünyeye. Akabinde bir depar da deniz otobüsünü kaçırıp da karayollarına mahkum olmayalım diye... İstanbul'da Hayatta Kalma Kılavuzu, madde bilmemkaç: depara kalkmayı bileceksin.
Bakın aslında çok romantika bir giriş yapacaktım yazıya. "Lovestruck melodileri yükselirken radyoda, İstanbul kuş cıvıltılarıyla karşılıyordu sabahı, günaydın İstanbulkardeş" minvalinden birşeyler. Sonra dedim ki kendi kendime: "eh be kızım, ne işin var elin çengelinde, köyünde, Çengelköy'ünde?" Tam yarım saat 2 numero gelsin diye bekle, radyoda Blondies'ten tut da Madness'a kadar ağız suyu akıtıcı şeyler çalsınlar, hepsi Çengelköy'de bir sabah çayı, böreği, boklu denizin kıyısında bir nefes almalık zaman için. Sadece o da değil, Kandilli'de rakılı-mezeli-bol sohbetli, az hüzün-pek kahkahalı, kitaplı-kırmızı şapkalı-atkılı, denize sıfır yemek için. Kırmızı şapkam ve fırfır atkım Oya Hanım'dan, sohbet Özge, ben ve Oya Hanım'dan, eh yemek sonrası karadutlu dondurma da benden.
Eee, ne diyordum, Lovestruck melodileri yükselirken radyodan, önce Çengelköy'de İnci Sultan ile kahvealtı ve kahveüstü beyaz porselen fincanının sapına kadar bol tarçınlı salep keyfi, sonra Kandilli'de Suna Abla'nın Yeri'nde ziyafet. Her açıdan ziyafet. Favası pek enfes idi Suna Abla'nın laf aramızda. Denizin tam kıyısına attık masayı, kucaklarda kedi ve battaniye, bardakta rakı, karşıda Rumeli Hisarı, ortada Boğaz...Lovestruck'ın icracısı Madness, eskilerden bir hava, eh dinleyelim madem.
12 Ocak 2008 Cumartesi
Morrissey: Zeki Müren Hayranı Bir Anarşist
2008’in müziğine dair en heyecan verici haberlerden biri Şubat ayında çıkması beklenen Morrissey’in “Greatest Hits” adlı albümü. Sanatçının değerli külliyatını önümüze serecek olan albümü beklerken yaklaşık bir sene önce klavyelemiş olduğum bir yazıyı birkaç ekleme ve çıkarma ile Alternatif-İstanbul’a aktarıyorum.
MORRISSEY: ZEKİ MÜREN HAYRANI BİR ANARŞİST
İşbu satırların yazarı Morrissey’i neden sevdiğini anlatırken heyecanlanmaktadır zira müziğiyle hayatında yer eden yorumculardan biri olmasının yanı sıra Morrissey aynı zamanda 11 yaşından beri vejetaryendir ve 1985 yılında The Smiths grubu ile birlikte “Meat Is Murder” albümünü çıkarmıştır. Konserlerinde albümle aynı adı taşıyan şarkıya başlamadan önce "this song is dedicated to those who think they have the godlike power to take lives" dediği rivayet edilir.
İstanbul’da 2006’nın haziran ayında verdiği konserde Morrissey’in yaşam biçimi nedeni ile içinde bulunduğu hassasiyeti kimsenin-en azılı hayranlarının dahi- umursamamış olduğunu ve konserin et kokuları içinde başladığını duyduk. Orada bulunabilseydim eğer kendisini et satan standlara karşı açtığı savaşta desteklerdim. Zira Türkiye gibi etçil bir ülkede tavrını bu yönde koyabilmek bile aktivist bir kişilik yapısını gerektirir. Üzerine hiç vazife olmadığını düşünebilir, şarkılarını söyleyip gidebilirdi ama Morrissey yapacağını yaptı ve bütün çabalarına rağmen damak tadına, alışkanlıklara ve para denen materyale yenildi. Bu anlamda İstanbul’a kırgın mı ayrıldı, işin o kısmını belki de hiç öğrenemeyeceğiz. Ama zaten kişilik itibariyle çenesini tutamayan bir yapıda olması nedeni ile eylemlerinin devam edeceğinden hiç kuşkumuz yok. Kanada’daki fok katliamı dolayısı ile bu ülkeyi turne kapsamından çıkarması ve tilki avcılarına fiziki zarar verdiği gerekçesiyle İngiliz polisinin soruşturmasına uğraması Morrissey’in hak savunuculuğu konusunda ne denli gözü kara olabileceğinin en açık örnekleri.
Bunun yanı sıra alacağı bütün tepkilere ve belki de albümünün azalabilecek satış rakamlarına rağmen Bush’un ölmesini dileyip bazılarının antipatisini üzerine çekmesi savaş karşıtlığının bir göstergesi. 'I Will See You In Far-Off Places' şarkısında: “Ve ABD seni bombalamazsa eğer seni, güvenli bir yerlerde göreceğim." diyerek Amerika’nın her istediği yeri fütursuzca işgal edebiliyor olması gerçeğiyle dalgasını geçiyor. Cinsel tercihi nedeni ile de merak uyandıran Morrissey, sahnede iki tarafı da kendinden geçiren bir duruşa sahip. Bazı röportajlarında aseksüel olduğunu söylese dahi kimileri O’nun homoseksüel olduğundan son derece emin. Morrissey muhtemelen bu sözlere alınmamış, aksine üzerine geçireceği ve savunabileceği bir alt kimliğin daha varlığıyla sevinmiştir bile. Yine İstanbul konserinde 60’lı yıllarda Türkiye’deki ilk glam duruşu etraftan gelen eleştirilere aldırmaksızın sunan Zeki Müren’e saygılarını sunmayı ihmal etmemesi cinsiyetçiliğin ve seksistliğin lüzumsuzluğu hakkında yeterince fikir vermiştir, tabi ki anlayana/anlamak isteyene. Zeki Müren ölümünden yıllar sonra Marc Almond ve Morrissey gibi müzik tarihine adlarını yazdırmış yorumculara hala ilham vermektedir, bu da ayrı bir yazı konusu elbette.
Çatal dilli Morrissey eylemlerine (pek tabi ki) devam ediyor. Fotoğraf sanatçısı Wolfgang Tillmans'ın objektifine elinde "We Hate Iams (Iams'tan Nefret Ediyoruz)" yazan pankartlarla poz vererek hayvanlar üzerinde yaptığı acı verici deneylerle ünlü mama firmasını protesto ediyor. Geçtiğimiz günlerde kürke düşkünlüğü ile bilinen Madonna'nın evlat edindiği Afrikalı oğlu David Banda'yı bir aksesuar gibi ordan oraya taşımasına tepkisini "cuk" oturan bir laf ile gösterdi: "I wouldn’t be surprised if she made that African boy into a coat and wore him … for 15 minutes, and then threw it away. (Madonna eğer bu Afrikalı çocuğu palto yapıp giyseydi şaşırmazdım. 15 dakika sonra çıkarıp atardı.)”