29 Temmuz 2009 Çarşamba

İstanbul'un müzmin bekarlarına selam eden Yat


İstanbul, yaz-kış yurdumun genç-yaşlı, liberal-muhafazakar veyahut bekar-evli(sevgilili) her kesimine binbir çeşit etkinlik sunuyor. Amma velakin yaz etkinlikleri hele hele denize nazır gerçekleşen etkinliklerin tadı bir başka oluyor.

Uzunca bir süredir cep telefonumda beklettiğim bu fotoğrafta gördüğünüz "Yat Gezisi"ni süresi geçtikten sonra ele alıyor olsam da, üzerinde bir iki kelam etmeye değeceğini düşünüyorum.

İstiklal Caddesi geçtiğimiz haftalarda bu beyaz arka fon üzerine tasarlanmış minimal afişle bezendi. Dikkat çekmemesi elde değil, her geçen bakıyor, önünde duruyor, okuyor.. Kimisi okur okumaz telefona sarılıyor, kimisi gülüyor geçiyor, kimisi de okuyan ve ciddiye alanları yakın markaja alıyor..

Afişin minimal olması etkinliğin de mini-maliyetli olduğunun bir göstergesi olarak düşünülmemeli zannımca.

Zira sehrimin müzmin bekarlarına bir açık çek olarak sunulan ve Samiramis yatında gerçekleşen bu 250 kişilik etkinlikte afişte yazılanlara göre bir kuş sütü eksik olmuş olmalı.

Müzik sistemli, barlı, oyun pistli (dans pisti olsa gerek) yemekli ve hatta masa düzenli(!) yatta yazılanlara göre kaynaşan gençlerin evlenme garantisi de cepte(ymiş). Bunu gerçekten nasıl garantilediklerini merak ediyorum.

Aslında bu yazıyı yazmamın nedeni bir yandan da bu geziye katılan kişilere ulaşabilmek. Eğer geziye gidip, sesimi hasbelkader duyan biri olursa lütfen deneyimlerini bizimle paylaşsın.. Buna göre ileride belki tanıtıma bizim de katkımız olur.

Maksat insanlar kaynaşsın, mutlu mesut yaşasın.. Tek derdimiz bu..

İstanbul'un müzmin bekarlarına selam eden Yat


İstanbul, yaz-kış yurdumun genç-yaşlı, liberal-muhafazakar veyahut bekar-evli(sevgilili) her kesimine binbir çeşit etkinlik sunuyor. Amma velakin yaz etkinlikleri hele hele denize nazır gerçekleşen etkinliklerin tadı bir başka oluyor.

Uzunca bir süredir cep telefonumda beklettiğim bu fotoğrafta gördüğünüz "Yat Gezisi"ni süresi geçtikten sonra ele alıyor olsam da, üzerinde bir iki kelam etmeye değeceğini düşünüyorum.

İstiklal Caddesi geçtiğimiz haftalarda bu beyaz arka fon üzerine tasarlanmış minimal afişle bezendi. Dikkat çekmemesi elde değil, her geçen bakıyor, önünde duruyor, okuyor.. Kimisi okur okumaz telefona sarılıyor, kimisi gülüyor geçiyor, kimisi de okuyan ve ciddiye alanları yakın markaja alıyor..

Afişin minimal olması etkinliğin de mini-maliyetli olduğunun bir göstergesi olarak düşünülmemeli zannımca.

Zira sehrimin müzmin bekarlarına bir açık çek olarak sunulan ve Samiramis yatında gerçekleşen bu 250 kişilik etkinlikte afişte yazılanlara göre bir kuş sütü eksik olmuş olmalı.

Müzik sistemli, barlı, oyun pistli (dans pisti olsa gerek) yemekli ve hatta masa düzenli(!) yatta yazılanlara göre kaynaşan gençlerin evlenme garantisi de cepte(ymiş). Bunu gerçekten nasıl garantilediklerini merak ediyorum.

Aslında bu yazıyı yazmamın nedeni bir yandan da bu geziye katılan kişilere ulaşabilmek. Eğer geziye gidip, sesimi hasbelkader duyan biri olursa lütfen deneyimlerini bizimle paylaşsın.. Buna göre ileride belki tanıtıma bizim de katkımız olur.

Maksat insanlar kaynaşsın, mutlu mesut yaşasın.. Tek derdimiz bu..

İstanbul'un müzmin bekarlarına selam eden Yat


İstanbul, yaz-kış yurdumun genç-yaşlı, liberal-muhafazakar veyahut bekar-evli(sevgilili) her kesimine binbir çeşit etkinlik sunuyor. Amma velakin yaz etkinlikleri hele hele denize nazır gerçekleşen etkinliklerin tadı bir başka oluyor.

Uzunca bir süredir cep telefonumda beklettiğim bu fotoğrafta gördüğünüz "Yat Gezisi"ni süresi geçtikten sonra ele alıyor olsam da, üzerinde bir iki kelam etmeye değeceğini düşünüyorum.

İstiklal Caddesi geçtiğimiz haftalarda bu beyaz arka fon üzerine tasarlanmış minimal afişle bezendi. Dikkat çekmemesi elde değil, her geçen bakıyor, önünde duruyor, okuyor.. Kimisi okur okumaz telefona sarılıyor, kimisi gülüyor geçiyor, kimisi de okuyan ve ciddiye alanları yakın markaja alıyor..

Afişin minimal olması etkinliğin de mini-maliyetli olduğunun bir göstergesi olarak düşünülmemeli zannımca.

Zira sehrimin müzmin bekarlarına bir açık çek olarak sunulan ve Samiramis yatında gerçekleşen bu 250 kişilik etkinlikte afişte yazılanlara göre bir kuş sütü eksik olmuş olmalı.

Müzik sistemli, barlı, oyun pistli (dans pisti olsa gerek) yemekli ve hatta masa düzenli(!) yatta yazılanlara göre kaynaşan gençlerin evlenme garantisi de cepte(ymiş). Bunu gerçekten nasıl garantilediklerini merak ediyorum.

Aslında bu yazıyı yazmamın nedeni bir yandan da bu geziye katılan kişilere ulaşabilmek. Eğer geziye gidip, sesimi hasbelkader duyan biri olursa lütfen deneyimlerini bizimle paylaşsın.. Buna göre ileride belki tanıtıma bizim de katkımız olur.

Maksat insanlar kaynaşsın, mutlu mesut yaşasın.. Tek derdimiz bu..

28 Temmuz 2009 Salı

Cuban Brothers 14 Ağustos'ta Babylon Alaçatı'da, Davetiyeleriniz Alternatif-İstanbul'da


Alternatif-İstanbul, şanslı okuyucularını Babylon Alaçatı'da 14 Ağustos'ta gerçekleşecek Cuban Broters konserine davet ediyor.



ezgi@alternatif-istanbul.net adresine isim ve iletişim bilgilerini ekleyerek mail atan ilk 10 okuyucumuz bu güzel konsere çift kişilik davetiye kazanıyor.



Babylon Alaçatı'da Ağustos Başkadır...



Tam üç yıldır dünyanın en güzel rüzgar sörfü koylarından birinde, en eğlenceli yaz tatillerine imzasını atan Babylon Alaçatı, dördüncü sezonunda Ağustos ayı programı ile dikkatleri çekiyor. Alaçatı severlerin artık kendi evi gibi benimsediği Babylon Alaçatı bu sezon yine Çeşme'nin en güzel koylarından birinde, rüzgar sörfü alanının hemen yanı başında.


Müzik dünyasının önde gelen müzisyenleri her sene olduğu gibi yine Babylon Alaçatı'da aynı sahneyi paylaşmaya hazırlanıyor...


1 Ağustos Cumartesi // Natacha Atlas

5 Ağustos Çarşamba // Bora Uzer

7 Ağustos Cuma // Kenan Doğulu

8 Ağustos Cumartesi // Nouvelle Vague

12 Ağustos Çarşamba // Bora Uzer

14 Ağustos Cuma // Cuban Brothers

15 Ağustos Cumartesi // Teoman

19 Ağustos Çarşamba // Bora Uzer

21 Ağustos Cuma // Imam Baildi

22 Ağustos Cumartesi // Shantel

26 Ağustos Çarşamba // Kerem Görsev

28 Ağustos Cuma // Nil Karaibrahimgil

29 Ağustos Cumartesi // Oldies But Goldies

Babylon Alaçatı ile ilgili bilmek istediğiniz herşey: www.babylon-alacati.com

Cuban Brothers 14 Ağustos'ta Babylon Alaçatı'da, Davetiyeleriniz Alternatif-İstanbul'da


Alternatif-İstanbul, şanslı okuyucularını Babylon Alaçatı'da 14 Ağustos'ta gerçekleşecek Cuban Broters konserine davet ediyor.



ezgi@alternatif-istanbul.net adresine isim ve iletişim bilgilerini ekleyerek mail atan ilk 10 okuyucumuz bu güzel konsere çift kişilik davetiye kazanıyor.



Babylon Alaçatı'da Ağustos Başkadır...



Tam üç yıldır dünyanın en güzel rüzgar sörfü koylarından birinde, en eğlenceli yaz tatillerine imzasını atan Babylon Alaçatı, dördüncü sezonunda Ağustos ayı programı ile dikkatleri çekiyor. Alaçatı severlerin artık kendi evi gibi benimsediği Babylon Alaçatı bu sezon yine Çeşme'nin en güzel koylarından birinde, rüzgar sörfü alanının hemen yanı başında.


Müzik dünyasının önde gelen müzisyenleri her sene olduğu gibi yine Babylon Alaçatı'da aynı sahneyi paylaşmaya hazırlanıyor...


1 Ağustos Cumartesi // Natacha Atlas

5 Ağustos Çarşamba // Bora Uzer

7 Ağustos Cuma // Kenan Doğulu

8 Ağustos Cumartesi // Nouvelle Vague

12 Ağustos Çarşamba // Bora Uzer

14 Ağustos Cuma // Cuban Brothers

15 Ağustos Cumartesi // Teoman

19 Ağustos Çarşamba // Bora Uzer

21 Ağustos Cuma // Imam Baildi

22 Ağustos Cumartesi // Shantel

26 Ağustos Çarşamba // Kerem Görsev

28 Ağustos Cuma // Nil Karaibrahimgil

29 Ağustos Cumartesi // Oldies But Goldies

Babylon Alaçatı ile ilgili bilmek istediğiniz herşey: www.babylon-alacati.com

Cuban Brothers 14 Ağustos'ta Babylon Alaçatı'da, Davetiyeleriniz Alternatif-İstanbul'da


Alternatif-İstanbul, şanslı okuyucularını Babylon Alaçatı'da 14 Ağustos'ta gerçekleşecek Cuban Broters konserine davet ediyor.



ezgi@alternatif-istanbul.net adresine isim ve iletişim bilgilerini ekleyerek mail atan ilk 10 okuyucumuz bu güzel konsere çift kişilik davetiye kazanıyor.



Babylon Alaçatı'da Ağustos Başkadır...



Tam üç yıldır dünyanın en güzel rüzgar sörfü koylarından birinde, en eğlenceli yaz tatillerine imzasını atan Babylon Alaçatı, dördüncü sezonunda Ağustos ayı programı ile dikkatleri çekiyor. Alaçatı severlerin artık kendi evi gibi benimsediği Babylon Alaçatı bu sezon yine Çeşme'nin en güzel koylarından birinde, rüzgar sörfü alanının hemen yanı başında.


Müzik dünyasının önde gelen müzisyenleri her sene olduğu gibi yine Babylon Alaçatı'da aynı sahneyi paylaşmaya hazırlanıyor...


1 Ağustos Cumartesi // Natacha Atlas

5 Ağustos Çarşamba // Bora Uzer

7 Ağustos Cuma // Kenan Doğulu

8 Ağustos Cumartesi // Nouvelle Vague

12 Ağustos Çarşamba // Bora Uzer

14 Ağustos Cuma // Cuban Brothers

15 Ağustos Cumartesi // Teoman

19 Ağustos Çarşamba // Bora Uzer

21 Ağustos Cuma // Imam Baildi

22 Ağustos Cumartesi // Shantel

26 Ağustos Çarşamba // Kerem Görsev

28 Ağustos Cuma // Nil Karaibrahimgil

29 Ağustos Cumartesi // Oldies But Goldies

Babylon Alaçatı ile ilgili bilmek istediğiniz herşey: www.babylon-alacati.com

27 Temmuz 2009 Pazartesi

Biz Madonna'nın İstanbul'da Konser Verebilme İhtimalini Sevdik...

Madonna benim için bu hallerinde kaldı...

İstanbul, sabahtan bu yana bir haberle çalkalanıyor. Efenim, neymiş, Madonna denen çiroz 5 Eylül'de Olimpiyat stadında konser verecekmiş. Tabi böyle haberler her sene bu zamanlar pıtrak gibi yayılır. Sonunda da asparagas olduğunu anlar, totomuzun üzerine oturur ve dünya gözüyle göremeden Madonna'nın ölmemesi için dua etmeye devam ederiz.


Yalnızca bir saat içinde üç arkadaşım "bilir kişi" sıfatıyla konu hakkındaki görüşlerimi almak için aradı / mesaj attı. "Olaya temkinli yaklaştığımı, en kısa sürede bilgi vereceğimi" söyleyerek telefonu kapattım. Sonra da içimden hepsine sövüp saydım, zira hastayım, ölüyorum desem, sabahın köründe böyle şuursuzca aramazlar.



Bu denli tacize uğradıktan sonra tabi ki boş duramazdım. Hemen Medyum Perihan'ı arayarak haberin doğruluğunu araştırdım. Kendisi bana henüz İngilizce bilen cin çalıştıramadığını, sigorta primlerinin yüksek olduğunu söyledi ve ekledi: "Yine de çağa ayak uydurmak için iki haber cinimi hızlandırılmış dil kursuna yolladım. İngilizce öğrendikten sonra kendilerini astral seyahatle Madonna'nın yoga seanslarına göndereceğim. En güncel ve doğru haberi bu süre sonunda ilk sana vereceğim. "





Yani bizi takip ederseniz, şimdilik asparagas türünden gözüken bu haberin aslını astarını en doğru ağızdan öğrenmeniz mümkün olacak.





Bizi izleyin anacııım!


Biz Madonna'nın İstanbul'da Konser Verebilme İhtimalini Sevdik...

Madonna benim için bu hallerinde kaldı...

İstanbul, sabahtan bu yana bir haberle çalkalanıyor. Efenim, neymiş, Madonna denen çiroz 5 Eylül'de Olimpiyat stadında konser verecekmiş. Tabi böyle haberler her sene bu zamanlar pıtrak gibi yayılır. Sonunda da asparagas olduğunu anlar, totomuzun üzerine oturur ve dünya gözüyle göremeden Madonna'nın ölmemesi için dua etmeye devam ederiz.


Yalnızca bir saat içinde üç arkadaşım "bilir kişi" sıfatıyla konu hakkındaki görüşlerimi almak için aradı / mesaj attı. "Olaya temkinli yaklaştığımı, en kısa sürede bilgi vereceğimi" söyleyerek telefonu kapattım. Sonra da içimden hepsine sövüp saydım, zira hastayım, ölüyorum desem, sabahın köründe böyle şuursuzca aramazlar.



Bu denli tacize uğradıktan sonra tabi ki boş duramazdım. Hemen Medyum Perihan'ı arayarak haberin doğruluğunu araştırdım. Kendisi bana henüz İngilizce bilen cin çalıştıramadığını, sigorta primlerinin yüksek olduğunu söyledi ve ekledi: "Yine de çağa ayak uydurmak için iki haber cinimi hızlandırılmış dil kursuna yolladım. İngilizce öğrendikten sonra kendilerini astral seyahatle Madonna'nın yoga seanslarına göndereceğim. En güncel ve doğru haberi bu süre sonunda ilk sana vereceğim. "





Yani bizi takip ederseniz, şimdilik asparagas türünden gözüken bu haberin aslını astarını en doğru ağızdan öğrenmeniz mümkün olacak.





Bizi izleyin anacııım!


Biz Madonna'nın İstanbul'da Konser Verebilme İhtimalini Sevdik...

Madonna benim için bu hallerinde kaldı...

İstanbul, sabahtan bu yana bir haberle çalkalanıyor. Efenim, neymiş, Madonna denen çiroz 5 Eylül'de Olimpiyat stadında konser verecekmiş. Tabi böyle haberler her sene bu zamanlar pıtrak gibi yayılır. Sonunda da asparagas olduğunu anlar, totomuzun üzerine oturur ve dünya gözüyle göremeden Madonna'nın ölmemesi için dua etmeye devam ederiz.


Yalnızca bir saat içinde üç arkadaşım "bilir kişi" sıfatıyla konu hakkındaki görüşlerimi almak için aradı / mesaj attı. "Olaya temkinli yaklaştığımı, en kısa sürede bilgi vereceğimi" söyleyerek telefonu kapattım. Sonra da içimden hepsine sövüp saydım, zira hastayım, ölüyorum desem, sabahın köründe böyle şuursuzca aramazlar.



Bu denli tacize uğradıktan sonra tabi ki boş duramazdım. Hemen Medyum Perihan'ı arayarak haberin doğruluğunu araştırdım. Kendisi bana henüz İngilizce bilen cin çalıştıramadığını, sigorta primlerinin yüksek olduğunu söyledi ve ekledi: "Yine de çağa ayak uydurmak için iki haber cinimi hızlandırılmış dil kursuna yolladım. İngilizce öğrendikten sonra kendilerini astral seyahatle Madonna'nın yoga seanslarına göndereceğim. En güncel ve doğru haberi bu süre sonunda ilk sana vereceğim. "





Yani bizi takip ederseniz, şimdilik asparagas türünden gözüken bu haberin aslını astarını en doğru ağızdan öğrenmeniz mümkün olacak.





Bizi izleyin anacııım!


26 Temmuz 2009 Pazar

Sokağın Felsefesi: "Azrail'i dişi göndersinler, ölümle sevişirim"

DSC_0306-1

DSC_0307-1

Sokağın Felsefesi: "Azrail'i dişi göndersinler, ölümle sevişirim"

DSC_0306-1

DSC_0307-1

Sokağın Felsefesi: "Azrail'i dişi göndersinler, ölümle sevişirim"

DSC_0306-1

DSC_0307-1

Kahvaltıda Caz



İstanbul en güzel yaz etkinliklerinden birine yeniden kavuştu. İlki geçen hafta düzenlenen ‘kahvaltıda caz
bu hafta İlhan Erşahin’i İstanbul Session projesiyle konuk etti. ’ İki yüzden fazla izleyicinin katıldığı etkinlik her zamanki mekânı Sabancı Müzesi bahçesindeydi.


Özlenen günlerden biriydi aslında bugün. Hava nispeten daha serindi. Atlı köşkün ağaçları üzerimizde doğal bir şemsiyede yaratınca keyfime diyecek yoktu. Ortam bir süre sırada beklemeye değecek bir kahvaltı ile şenlenmeye başladı. Ardından 12.00 civarı İstanbul Sessions sahnede yerini aldı ve bildiğiniz (bilmiyorsanız buyurun buradan yakın) mistik, heyecanlı, bizden caz ezgileriyle izleyen herkesi mest etti. Saksafonda İlhan Erşahin, bas gitarda Alp Ersönmez, davulda Turgut Alp Bekoğlu ve vurmalı çalgılarda Izzet Kızıl’dan oluşan ekip iki saatten daha fazla sahnede kaldı. Sanırım bir o kadar daha kalsalar kimsenin yerinden kıpırdayacağı yoktu.


Her şey oldukça güzeldi de etrafa asılmış ‘müzik ruhun gıdasıdır’ afişleri gözüme çok iğreti geldi. Bu güzel etkinliğe yaraşır, afiş ve slogan böyle mi olmalı diye düşünmeden edemedim. Bilemedim belki, hem karnınızı hem ruhunuzu doyururuz demek istiyorlar… Bir de malumunuz İdil Biret konserindeki ‘Şarap Krizi’ hala tazeydi. İnce eleyip sık dokudum, her yere baktım içki servisi yoktu. İçecek servisi sabah olması nedeniyle olsa gerek? limonata ve şerbetten ibaretti. Aslında öğleden sonra soğuk bir bira hiç fena olmazdı. Sanırım huzurumuzun kaçmasındansa, ister istemez şerbet ile gönül eğlendirmeyi yeğledik.




Alışıla gelmiş olacak ama bizden önce kalem oynatanların pek vurguladığı üzere, ‘şehrin gürültüsünden, stressinden kaçmak isteyenler’ için daha güzel bir etkinlik düşünemiyorum. Hele caz dinlemeyi seviyorsanız bir sonraki hafta yerinizi alın derim. Kahvaltıda Caz, Sabancı Müzesinin bahçesinde yapıldığından muhtemelen belli oranda bilet satılmakta, bu yüzden elinizi çabuk tutun. Öte yandan etkinliğin görünürde bir ikamesi olmadığından, bilet fiyatları tavan yapmış. Ee nasıl lezzetli yemekler yüksek kalorili ise, güzel etkinliklerde fazla pahalı oluyor. Kendimle çelişiyorum ama bu hususta istisnalar kaideleri bozar.


Son olarak, ilgilenenler için Sabancı müzesi 16 Ağustos’a kadar her pazar kahvaltıda caz için sizleri bekliyor.
İstanbul Sessions’ı dinlemek isteyenler için ise en yakın tarih 6 Ağustos Babylon Alaçatı gibi görünüyor.


Kahvaltıda Caz



İstanbul en güzel yaz etkinliklerinden birine yeniden kavuştu. İlki geçen hafta düzenlenen ‘kahvaltıda caz
bu hafta İlhan Erşahin’i İstanbul Session projesiyle konuk etti. ’ İki yüzden fazla izleyicinin katıldığı etkinlik her zamanki mekânı Sabancı Müzesi bahçesindeydi.


Özlenen günlerden biriydi aslında bugün. Hava nispeten daha serindi. Atlı köşkün ağaçları üzerimizde doğal bir şemsiyede yaratınca keyfime diyecek yoktu. Ortam bir süre sırada beklemeye değecek bir kahvaltı ile şenlenmeye başladı. Ardından 12.00 civarı İstanbul Sessions sahnede yerini aldı ve bildiğiniz (bilmiyorsanız buyurun buradan yakın) mistik, heyecanlı, bizden caz ezgileriyle izleyen herkesi mest etti. Saksafonda İlhan Erşahin, bas gitarda Alp Ersönmez, davulda Turgut Alp Bekoğlu ve vurmalı çalgılarda Izzet Kızıl’dan oluşan ekip iki saatten daha fazla sahnede kaldı. Sanırım bir o kadar daha kalsalar kimsenin yerinden kıpırdayacağı yoktu.


Her şey oldukça güzeldi de etrafa asılmış ‘müzik ruhun gıdasıdır’ afişleri gözüme çok iğreti geldi. Bu güzel etkinliğe yaraşır, afiş ve slogan böyle mi olmalı diye düşünmeden edemedim. Bilemedim belki, hem karnınızı hem ruhunuzu doyururuz demek istiyorlar… Bir de malumunuz İdil Biret konserindeki ‘Şarap Krizi’ hala tazeydi. İnce eleyip sık dokudum, her yere baktım içki servisi yoktu. İçecek servisi sabah olması nedeniyle olsa gerek? limonata ve şerbetten ibaretti. Aslında öğleden sonra soğuk bir bira hiç fena olmazdı. Sanırım huzurumuzun kaçmasındansa, ister istemez şerbet ile gönül eğlendirmeyi yeğledik.




Alışıla gelmiş olacak ama bizden önce kalem oynatanların pek vurguladığı üzere, ‘şehrin gürültüsünden, stressinden kaçmak isteyenler’ için daha güzel bir etkinlik düşünemiyorum. Hele caz dinlemeyi seviyorsanız bir sonraki hafta yerinizi alın derim. Kahvaltıda Caz, Sabancı Müzesinin bahçesinde yapıldığından muhtemelen belli oranda bilet satılmakta, bu yüzden elinizi çabuk tutun. Öte yandan etkinliğin görünürde bir ikamesi olmadığından, bilet fiyatları tavan yapmış. Ee nasıl lezzetli yemekler yüksek kalorili ise, güzel etkinliklerde fazla pahalı oluyor. Kendimle çelişiyorum ama bu hususta istisnalar kaideleri bozar.


Son olarak, ilgilenenler için Sabancı müzesi 16 Ağustos’a kadar her pazar kahvaltıda caz için sizleri bekliyor.
İstanbul Sessions’ı dinlemek isteyenler için ise en yakın tarih 6 Ağustos Babylon Alaçatı gibi görünüyor.


Kahvaltıda Caz



İstanbul en güzel yaz etkinliklerinden birine yeniden kavuştu. İlki geçen hafta düzenlenen ‘kahvaltıda caz
bu hafta İlhan Erşahin’i İstanbul Session projesiyle konuk etti. ’ İki yüzden fazla izleyicinin katıldığı etkinlik her zamanki mekânı Sabancı Müzesi bahçesindeydi.


Özlenen günlerden biriydi aslında bugün. Hava nispeten daha serindi. Atlı köşkün ağaçları üzerimizde doğal bir şemsiyede yaratınca keyfime diyecek yoktu. Ortam bir süre sırada beklemeye değecek bir kahvaltı ile şenlenmeye başladı. Ardından 12.00 civarı İstanbul Sessions sahnede yerini aldı ve bildiğiniz (bilmiyorsanız buyurun buradan yakın) mistik, heyecanlı, bizden caz ezgileriyle izleyen herkesi mest etti. Saksafonda İlhan Erşahin, bas gitarda Alp Ersönmez, davulda Turgut Alp Bekoğlu ve vurmalı çalgılarda Izzet Kızıl’dan oluşan ekip iki saatten daha fazla sahnede kaldı. Sanırım bir o kadar daha kalsalar kimsenin yerinden kıpırdayacağı yoktu.


Her şey oldukça güzeldi de etrafa asılmış ‘müzik ruhun gıdasıdır’ afişleri gözüme çok iğreti geldi. Bu güzel etkinliğe yaraşır, afiş ve slogan böyle mi olmalı diye düşünmeden edemedim. Bilemedim belki, hem karnınızı hem ruhunuzu doyururuz demek istiyorlar… Bir de malumunuz İdil Biret konserindeki ‘Şarap Krizi’ hala tazeydi. İnce eleyip sık dokudum, her yere baktım içki servisi yoktu. İçecek servisi sabah olması nedeniyle olsa gerek? limonata ve şerbetten ibaretti. Aslında öğleden sonra soğuk bir bira hiç fena olmazdı. Sanırım huzurumuzun kaçmasındansa, ister istemez şerbet ile gönül eğlendirmeyi yeğledik.




Alışıla gelmiş olacak ama bizden önce kalem oynatanların pek vurguladığı üzere, ‘şehrin gürültüsünden, stressinden kaçmak isteyenler’ için daha güzel bir etkinlik düşünemiyorum. Hele caz dinlemeyi seviyorsanız bir sonraki hafta yerinizi alın derim. Kahvaltıda Caz, Sabancı Müzesinin bahçesinde yapıldığından muhtemelen belli oranda bilet satılmakta, bu yüzden elinizi çabuk tutun. Öte yandan etkinliğin görünürde bir ikamesi olmadığından, bilet fiyatları tavan yapmış. Ee nasıl lezzetli yemekler yüksek kalorili ise, güzel etkinliklerde fazla pahalı oluyor. Kendimle çelişiyorum ama bu hususta istisnalar kaideleri bozar.


Son olarak, ilgilenenler için Sabancı müzesi 16 Ağustos’a kadar her pazar kahvaltıda caz için sizleri bekliyor.
İstanbul Sessions’ı dinlemek isteyenler için ise en yakın tarih 6 Ağustos Babylon Alaçatı gibi görünüyor.


25 Temmuz 2009 Cumartesi

Metalciye Disko Müzik Dinletirsen...

Bu sabah Milliyet'de okuduğum bu habere göre, Unirock festivaline katılan ve Başbakanın makam aracı geçerken metalci işareti çakan gençler "Devlet Büyüğüne Saygısızlık" suçuyla bir süreliğine Emniyet'te misafir (!) edilmişler. 21 saat süren gözaltı süresince de polis gençleri disko müzik ve Türk sanat müziği dinleterek ağırlamış.

Malumunuz, Başbakanımız bir açılış nedeni ile arabasıyla Maçka'dan geçerken gördüğü bu manzara karşısında derin bir karamsarlığa kapılmış, ilk fırsatta gençlerin kapıldığı bu derin hayasızlık ve de ahlaksızlık girdabının kendisini ne kadar müteesir ettiğine dair bir demeç vermişti.


Başbakanımız bu konuya en yetkili noktadan habire gözümüze salladığı başparmağını sertçe basınca ben de "güzel ahlaklı" olmanın ne menem bir şey olduğunu düşündüm ister istemez.


Güzel ahlaklı diye parasını bastırıp 21 gün yaptığı askerlik sonunda boynuna Türk bayrağını sarıp gövde gösterisi yapan ve "vatan sağolsun" nutukları atarak ilgili şehrin valisiyle renkli camlı bir arabaya binerek uzaklaşan Bilal Erdoğan'a mı denir? (mevzu bedelli askerlik değil de, askerliğinin başındaki "bedelli" kısmını atıp "Vatan kurtaran aslan" misali göz önünde dolanmak...)


Yoksa diğer Başbakan evladı olmanın kendisine verdiği yetkiye dayanarak çürük raporu alıp gemilerini "deriiiin" ve de "bilmediğimiz" sularda yüzdürmeye devam eden Ahmet Erdoğan'a mı?


Tabi bir de baba nüfusuyla İstanbul'daki tüm vapur iskelelerini kapatmış mısırcımız var...



Anatole France'ın bence en fevkalade eseri olan Thais'de şöyle denir: "İyi veya kötü bir yaşamın varlığından söz edilemez. Kişinin öz benliğinde hiç bir şey ne utanç vericidir ne değildir. Ne adelet vardır ne de adaletsizlik. Ne hoşa giden vardır ne can sıkıntısı. Ne iyi vardır ne de kötü. Nesnelere nicelik veren de, yemeğe tat veren tuz gibi, insanların kendi düşünceleridir."


Türkçesi, biz Başbakan'ın bu değerli evlatları hakkında nasıl "ahlaksız" tanımlaması yapamıyorsak, ya da şöyle diyeyim, bu tanımlamayı yaptığımızda devletlünün haşmetli nefesini ensemizde hissediyorsak, zat-ı alisinin de müzik dinleyen, içki içen, ortalık yerde kahkaha atan ve gömlek-kravat dışı şeyler giyen gençleri ahlaksız sayıp da haklarında "zındık" fetvası vermeye dilinin gitmemesi gerekir.


Üstelik kendisinin, teşkilatının ve efradının karıştığı onca şaibe dururken...


Şimdi olmaz ya, bu yazı nedeniyle gözaltına neyin alınırsam bilsinler ki disko ve de Türk sanat müziği ile alıp veremediğim bir şey yok, boşuna dinletip de yorulmasınlar. Ancaaak, füzyon adı altında etnik, sentetik ve de karmakarışık şeyler dinletirlerse tüm iç hukuk yollarını tüketir ve de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde alırım soluğu, demedi demeyin.



Metalciye Disko Müzik Dinletirsen...

Bu sabah Milliyet'de okuduğum bu habere göre, Unirock festivaline katılan ve Başbakanın makam aracı geçerken metalci işareti çakan gençler "Devlet Büyüğüne Saygısızlık" suçuyla bir süreliğine Emniyet'te misafir (!) edilmişler. 21 saat süren gözaltı süresince de polis gençleri disko müzik ve Türk sanat müziği dinleterek ağırlamış.

Malumunuz, Başbakanımız bir açılış nedeni ile arabasıyla Maçka'dan geçerken gördüğü bu manzara karşısında derin bir karamsarlığa kapılmış, ilk fırsatta gençlerin kapıldığı bu derin hayasızlık ve de ahlaksızlık girdabının kendisini ne kadar müteesir ettiğine dair bir demeç vermişti.


Başbakanımız bu konuya en yetkili noktadan habire gözümüze salladığı başparmağını sertçe basınca ben de "güzel ahlaklı" olmanın ne menem bir şey olduğunu düşündüm ister istemez.


Güzel ahlaklı diye parasını bastırıp 21 gün yaptığı askerlik sonunda boynuna Türk bayrağını sarıp gövde gösterisi yapan ve "vatan sağolsun" nutukları atarak ilgili şehrin valisiyle renkli camlı bir arabaya binerek uzaklaşan Bilal Erdoğan'a mı denir? (mevzu bedelli askerlik değil de, askerliğinin başındaki "bedelli" kısmını atıp "Vatan kurtaran aslan" misali göz önünde dolanmak...)


Yoksa diğer Başbakan evladı olmanın kendisine verdiği yetkiye dayanarak çürük raporu alıp gemilerini "deriiiin" ve de "bilmediğimiz" sularda yüzdürmeye devam eden Ahmet Erdoğan'a mı?


Tabi bir de baba nüfusuyla İstanbul'daki tüm vapur iskelelerini kapatmış mısırcımız var...



Anatole France'ın bence en fevkalade eseri olan Thais'de şöyle denir: "İyi veya kötü bir yaşamın varlığından söz edilemez. Kişinin öz benliğinde hiç bir şey ne utanç vericidir ne değildir. Ne adelet vardır ne de adaletsizlik. Ne hoşa giden vardır ne can sıkıntısı. Ne iyi vardır ne de kötü. Nesnelere nicelik veren de, yemeğe tat veren tuz gibi, insanların kendi düşünceleridir."


Türkçesi, biz Başbakan'ın bu değerli evlatları hakkında nasıl "ahlaksız" tanımlaması yapamıyorsak, ya da şöyle diyeyim, bu tanımlamayı yaptığımızda devletlünün haşmetli nefesini ensemizde hissediyorsak, zat-ı alisinin de müzik dinleyen, içki içen, ortalık yerde kahkaha atan ve gömlek-kravat dışı şeyler giyen gençleri ahlaksız sayıp da haklarında "zındık" fetvası vermeye dilinin gitmemesi gerekir.


Üstelik kendisinin, teşkilatının ve efradının karıştığı onca şaibe dururken...


Şimdi olmaz ya, bu yazı nedeniyle gözaltına neyin alınırsam bilsinler ki disko ve de Türk sanat müziği ile alıp veremediğim bir şey yok, boşuna dinletip de yorulmasınlar. Ancaaak, füzyon adı altında etnik, sentetik ve de karmakarışık şeyler dinletirlerse tüm iç hukuk yollarını tüketir ve de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde alırım soluğu, demedi demeyin.



Metalciye Disko Müzik Dinletirsen...

Bu sabah Milliyet'de okuduğum bu habere göre, Unirock festivaline katılan ve Başbakanın makam aracı geçerken metalci işareti çakan gençler "Devlet Büyüğüne Saygısızlık" suçuyla bir süreliğine Emniyet'te misafir (!) edilmişler. 21 saat süren gözaltı süresince de polis gençleri disko müzik ve Türk sanat müziği dinleterek ağırlamış.

Malumunuz, Başbakanımız bir açılış nedeni ile arabasıyla Maçka'dan geçerken gördüğü bu manzara karşısında derin bir karamsarlığa kapılmış, ilk fırsatta gençlerin kapıldığı bu derin hayasızlık ve de ahlaksızlık girdabının kendisini ne kadar müteesir ettiğine dair bir demeç vermişti.


Başbakanımız bu konuya en yetkili noktadan habire gözümüze salladığı başparmağını sertçe basınca ben de "güzel ahlaklı" olmanın ne menem bir şey olduğunu düşündüm ister istemez.


Güzel ahlaklı diye parasını bastırıp 21 gün yaptığı askerlik sonunda boynuna Türk bayrağını sarıp gövde gösterisi yapan ve "vatan sağolsun" nutukları atarak ilgili şehrin valisiyle renkli camlı bir arabaya binerek uzaklaşan Bilal Erdoğan'a mı denir? (mevzu bedelli askerlik değil de, askerliğinin başındaki "bedelli" kısmını atıp "Vatan kurtaran aslan" misali göz önünde dolanmak...)


Yoksa diğer Başbakan evladı olmanın kendisine verdiği yetkiye dayanarak çürük raporu alıp gemilerini "deriiiin" ve de "bilmediğimiz" sularda yüzdürmeye devam eden Ahmet Erdoğan'a mı?


Tabi bir de baba nüfusuyla İstanbul'daki tüm vapur iskelelerini kapatmış mısırcımız var...



Anatole France'ın bence en fevkalade eseri olan Thais'de şöyle denir: "İyi veya kötü bir yaşamın varlığından söz edilemez. Kişinin öz benliğinde hiç bir şey ne utanç vericidir ne değildir. Ne adelet vardır ne de adaletsizlik. Ne hoşa giden vardır ne can sıkıntısı. Ne iyi vardır ne de kötü. Nesnelere nicelik veren de, yemeğe tat veren tuz gibi, insanların kendi düşünceleridir."


Türkçesi, biz Başbakan'ın bu değerli evlatları hakkında nasıl "ahlaksız" tanımlaması yapamıyorsak, ya da şöyle diyeyim, bu tanımlamayı yaptığımızda devletlünün haşmetli nefesini ensemizde hissediyorsak, zat-ı alisinin de müzik dinleyen, içki içen, ortalık yerde kahkaha atan ve gömlek-kravat dışı şeyler giyen gençleri ahlaksız sayıp da haklarında "zındık" fetvası vermeye dilinin gitmemesi gerekir.


Üstelik kendisinin, teşkilatının ve efradının karıştığı onca şaibe dururken...


Şimdi olmaz ya, bu yazı nedeniyle gözaltına neyin alınırsam bilsinler ki disko ve de Türk sanat müziği ile alıp veremediğim bir şey yok, boşuna dinletip de yorulmasınlar. Ancaaak, füzyon adı altında etnik, sentetik ve de karmakarışık şeyler dinletirlerse tüm iç hukuk yollarını tüketir ve de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nde alırım soluğu, demedi demeyin.



23 Temmuz 2009 Perşembe

Deniz, Kum, Güneş Yoksa Sun, Day, Sky Var


Yaz gelip geçiyor, nispeten boş bir şehrin keyfini sürerken br yandan da sıcak havalardan mümkün olduğunca az etkilenmek için "kaçacak delik" arıyoruz. Hele o "delik", güzel arkadaşlarla iyi müziklerin dinlenebileceği bir ortam ise kırk dereceye yakın sıcaklık yayıp ensemizde boza pişiren güneş daha bir çekilir oluyor.


1-2 Ağustos tarihlerinde Santralistanbul'da ücretsiz olarak gerçekleşecek olan sun.day.sky festivali, İstanbullu müzikseverlere nujazz, lounge, trip-hop, reggae ve elektronik müziğin çeşitli örneklerini sunacak müziyenleri dinleme fırsatı verecek.


Programda öne çıkan canlı performanslar arasında 1 Ağustos akşamı saat 20:00’de sahne alacak Portheco ile 2 Ağustos Pazar akşamı dinleyicisi ile buluşacak olan reggae-dub müziğinin İstanbul’daki en bilinen temsilcisi Sattas bulunuyor.



Festival alanında canlı performansların yanı sıra evli ve çocuklu çiftlerin (yazık onlara!) rahat etmesi için çocuk atölyeleri gerçekleştirecek. Bunun yanı sıra, kukla, yoga ve reiki atölyeleri de festival kapsamında gerçekleştirilecek etkinlikler arasında.



Programda dikkat çeken bir diğer etkinlik ise, pazar akşamı açık havada yapılacak olan sinema gösterimi. Peter Sellers'ın olağanüstü performansıyla klasikleşen "Pembe Panter / Pink Panther" serisinden gösterilecek film, sinefillerin kalbini kazanacak gibi gözüküyor.



"Festivale de gitsem okumaktan vazgeçmem" diyenler içinse çimlere dergiler serpiştirilecek ve bir okuma alanı yaratılacak. Ayrıca, klasik ve sıkıcı medyanın çoktandır papucunu damı bırakın, fezaya atan bloglar için de bir alan düşünülmüş. Bu alanda okumaktan keyif aldığımız blog yazarları fikir alışverişinde bulunabilecek.



Alışverişseverler için her türlü ıvır zvırın yer alacağı "Bazaar" ve de DJ performanslarında çalınan plakların incelenebileceği "Vinyl" bölümleri de meraklısını bekliyor olacak.



Olur ya, ağustos geldi diye ruhsal çöküntüye girecek olanınız vardır, ya da tam tersi nasıl başlarsam öyle gider diyerek eğlencesi bol bir başlangıç istiyorsunuzdur, işte 1-2 Ağustos tarihleri için bir alternatifiniz de sun.day.sky festivali.


Festivalin websitesi için tıklayın.


Deniz, Kum, Güneş Yoksa Sun, Day, Sky Var


Yaz gelip geçiyor, nispeten boş bir şehrin keyfini sürerken br yandan da sıcak havalardan mümkün olduğunca az etkilenmek için "kaçacak delik" arıyoruz. Hele o "delik", güzel arkadaşlarla iyi müziklerin dinlenebileceği bir ortam ise kırk dereceye yakın sıcaklık yayıp ensemizde boza pişiren güneş daha bir çekilir oluyor.


1-2 Ağustos tarihlerinde Santralistanbul'da ücretsiz olarak gerçekleşecek olan sun.day.sky festivali, İstanbullu müzikseverlere nujazz, lounge, trip-hop, reggae ve elektronik müziğin çeşitli örneklerini sunacak müziyenleri dinleme fırsatı verecek.


Programda öne çıkan canlı performanslar arasında 1 Ağustos akşamı saat 20:00’de sahne alacak Portheco ile 2 Ağustos Pazar akşamı dinleyicisi ile buluşacak olan reggae-dub müziğinin İstanbul’daki en bilinen temsilcisi Sattas bulunuyor.



Festival alanında canlı performansların yanı sıra evli ve çocuklu çiftlerin (yazık onlara!) rahat etmesi için çocuk atölyeleri gerçekleştirecek. Bunun yanı sıra, kukla, yoga ve reiki atölyeleri de festival kapsamında gerçekleştirilecek etkinlikler arasında.



Programda dikkat çeken bir diğer etkinlik ise, pazar akşamı açık havada yapılacak olan sinema gösterimi. Peter Sellers'ın olağanüstü performansıyla klasikleşen "Pembe Panter / Pink Panther" serisinden gösterilecek film, sinefillerin kalbini kazanacak gibi gözüküyor.



"Festivale de gitsem okumaktan vazgeçmem" diyenler içinse çimlere dergiler serpiştirilecek ve bir okuma alanı yaratılacak. Ayrıca, klasik ve sıkıcı medyanın çoktandır papucunu damı bırakın, fezaya atan bloglar için de bir alan düşünülmüş. Bu alanda okumaktan keyif aldığımız blog yazarları fikir alışverişinde bulunabilecek.



Alışverişseverler için her türlü ıvır zvırın yer alacağı "Bazaar" ve de DJ performanslarında çalınan plakların incelenebileceği "Vinyl" bölümleri de meraklısını bekliyor olacak.



Olur ya, ağustos geldi diye ruhsal çöküntüye girecek olanınız vardır, ya da tam tersi nasıl başlarsam öyle gider diyerek eğlencesi bol bir başlangıç istiyorsunuzdur, işte 1-2 Ağustos tarihleri için bir alternatifiniz de sun.day.sky festivali.


Festivalin websitesi için tıklayın.


Deniz, Kum, Güneş Yoksa Sun, Day, Sky Var


Yaz gelip geçiyor, nispeten boş bir şehrin keyfini sürerken br yandan da sıcak havalardan mümkün olduğunca az etkilenmek için "kaçacak delik" arıyoruz. Hele o "delik", güzel arkadaşlarla iyi müziklerin dinlenebileceği bir ortam ise kırk dereceye yakın sıcaklık yayıp ensemizde boza pişiren güneş daha bir çekilir oluyor.


1-2 Ağustos tarihlerinde Santralistanbul'da ücretsiz olarak gerçekleşecek olan sun.day.sky festivali, İstanbullu müzikseverlere nujazz, lounge, trip-hop, reggae ve elektronik müziğin çeşitli örneklerini sunacak müziyenleri dinleme fırsatı verecek.


Programda öne çıkan canlı performanslar arasında 1 Ağustos akşamı saat 20:00’de sahne alacak Portheco ile 2 Ağustos Pazar akşamı dinleyicisi ile buluşacak olan reggae-dub müziğinin İstanbul’daki en bilinen temsilcisi Sattas bulunuyor.



Festival alanında canlı performansların yanı sıra evli ve çocuklu çiftlerin (yazık onlara!) rahat etmesi için çocuk atölyeleri gerçekleştirecek. Bunun yanı sıra, kukla, yoga ve reiki atölyeleri de festival kapsamında gerçekleştirilecek etkinlikler arasında.



Programda dikkat çeken bir diğer etkinlik ise, pazar akşamı açık havada yapılacak olan sinema gösterimi. Peter Sellers'ın olağanüstü performansıyla klasikleşen "Pembe Panter / Pink Panther" serisinden gösterilecek film, sinefillerin kalbini kazanacak gibi gözüküyor.



"Festivale de gitsem okumaktan vazgeçmem" diyenler içinse çimlere dergiler serpiştirilecek ve bir okuma alanı yaratılacak. Ayrıca, klasik ve sıkıcı medyanın çoktandır papucunu damı bırakın, fezaya atan bloglar için de bir alan düşünülmüş. Bu alanda okumaktan keyif aldığımız blog yazarları fikir alışverişinde bulunabilecek.



Alışverişseverler için her türlü ıvır zvırın yer alacağı "Bazaar" ve de DJ performanslarında çalınan plakların incelenebileceği "Vinyl" bölümleri de meraklısını bekliyor olacak.



Olur ya, ağustos geldi diye ruhsal çöküntüye girecek olanınız vardır, ya da tam tersi nasıl başlarsam öyle gider diyerek eğlencesi bol bir başlangıç istiyorsunuzdur, işte 1-2 Ağustos tarihleri için bir alternatifiniz de sun.day.sky festivali.


Festivalin websitesi için tıklayın.


22 Temmuz 2009 Çarşamba

Leonard Cohen'in Ticari Sahnesi

Aslında bu yazıyı 10 küsür senedir süren Leonard Cohen aşkıma bir güzelleme olarak düşünmüştüm. Kendisini ilk olarak evdeki çekme kasetlerden keşfettiğimi anlatacak, sonra yılların ilerlemesiyle ne şekil bir Cohen hayranı olduğumdan dem vuracaktım. Çok sevdiğim kişilere gösterdiğim bu "takıntılı" tavrın beni ne hallere sokabildiğini paylaşacak, sonunda da Leonard Cohen'i İstanbul'da dinleyecek olmanın heyecanından söz edecektim.


Ancak Roll dergisinde az önce okuduğum bir röportaj bütün bu düşünceleri sildi süpürdü. Röportajın bir yerinde Leonard Cohen'in bu konserleri verme nedeninin muhasebecisi tarafından dolandırılması olduğu belirtiliyordu. Bilet fiyatlarından dolayı konsere gidip gidemeyeceğimin belli olmadığı şu dönemde bu bilgi ve Leonard Cohen konseri için creme de la creme tabakadan 20 kişiye özel davetiye dağıtılacağı ancak O'nu gerçekten dinlemeye can atan kişilerin bilet fiyatlarının yüksekliği nedeni ile bunu gerçekleştiremeyeceği düşüncesi beni tek kelime ile irite etmeye yetti.


Tabi ki, müzisyenlerin yalnızca yüreklerinden geçen güzellikleri dinleyicileri ile paylaşmak için konser verdikleri gibi bir naif düşünceye sahip değilim. Ancak, müzik sahnelerinin bu denli ticarileşmesi canımı sıkıyor.


Ama yine de Leonard Cohen gibi yüreğinden şarkı söyleyen adamlar ender bulunur. Herşey bir yana, bu gerçek bir yana...

Leonard Cohen'in Ticari Sahnesi

Aslında bu yazıyı 10 küsür senedir süren Leonard Cohen aşkıma bir güzelleme olarak düşünmüştüm. Kendisini ilk olarak evdeki çekme kasetlerden keşfettiğimi anlatacak, sonra yılların ilerlemesiyle ne şekil bir Cohen hayranı olduğumdan dem vuracaktım. Çok sevdiğim kişilere gösterdiğim bu "takıntılı" tavrın beni ne hallere sokabildiğini paylaşacak, sonunda da Leonard Cohen'i İstanbul'da dinleyecek olmanın heyecanından söz edecektim.


Ancak Roll dergisinde az önce okuduğum bir röportaj bütün bu düşünceleri sildi süpürdü. Röportajın bir yerinde Leonard Cohen'in bu konserleri verme nedeninin muhasebecisi tarafından dolandırılması olduğu belirtiliyordu. Bilet fiyatlarından dolayı konsere gidip gidemeyeceğimin belli olmadığı şu dönemde bu bilgi ve Leonard Cohen konseri için creme de la creme tabakadan 20 kişiye özel davetiye dağıtılacağı ancak O'nu gerçekten dinlemeye can atan kişilerin bilet fiyatlarının yüksekliği nedeni ile bunu gerçekleştiremeyeceği düşüncesi beni tek kelime ile irite etmeye yetti.


Tabi ki, müzisyenlerin yalnızca yüreklerinden geçen güzellikleri dinleyicileri ile paylaşmak için konser verdikleri gibi bir naif düşünceye sahip değilim. Ancak, müzik sahnelerinin bu denli ticarileşmesi canımı sıkıyor.


Ama yine de Leonard Cohen gibi yüreğinden şarkı söyleyen adamlar ender bulunur. Herşey bir yana, bu gerçek bir yana...

Leonard Cohen'in Ticari Sahnesi

Aslında bu yazıyı 10 küsür senedir süren Leonard Cohen aşkıma bir güzelleme olarak düşünmüştüm. Kendisini ilk olarak evdeki çekme kasetlerden keşfettiğimi anlatacak, sonra yılların ilerlemesiyle ne şekil bir Cohen hayranı olduğumdan dem vuracaktım. Çok sevdiğim kişilere gösterdiğim bu "takıntılı" tavrın beni ne hallere sokabildiğini paylaşacak, sonunda da Leonard Cohen'i İstanbul'da dinleyecek olmanın heyecanından söz edecektim.


Ancak Roll dergisinde az önce okuduğum bir röportaj bütün bu düşünceleri sildi süpürdü. Röportajın bir yerinde Leonard Cohen'in bu konserleri verme nedeninin muhasebecisi tarafından dolandırılması olduğu belirtiliyordu. Bilet fiyatlarından dolayı konsere gidip gidemeyeceğimin belli olmadığı şu dönemde bu bilgi ve Leonard Cohen konseri için creme de la creme tabakadan 20 kişiye özel davetiye dağıtılacağı ancak O'nu gerçekten dinlemeye can atan kişilerin bilet fiyatlarının yüksekliği nedeni ile bunu gerçekleştiremeyeceği düşüncesi beni tek kelime ile irite etmeye yetti.


Tabi ki, müzisyenlerin yalnızca yüreklerinden geçen güzellikleri dinleyicileri ile paylaşmak için konser verdikleri gibi bir naif düşünceye sahip değilim. Ancak, müzik sahnelerinin bu denli ticarileşmesi canımı sıkıyor.


Ama yine de Leonard Cohen gibi yüreğinden şarkı söyleyen adamlar ender bulunur. Herşey bir yana, bu gerçek bir yana...

20 Temmuz 2009 Pazartesi

Hasankeyf ve Dicle Vadisi UNESCO Dünya Mirası İlan Edilsin

Hasankeyf'in de içinde bulunduğu Dicle Vadisi'nin UNESCO Dünya Miras Alanı olarak ilan edilmesi için yeni bir uluslararası imza kampanyası başlatıldı. Kampanya dahilinde imzalanan dilekçe, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere, Almanya Başbakanı Angela Merkel'e, Avusturya Başbakanı Werner Faymann'a ve İsviçre Başbakanı Hans-Rudolf Merz'e iletilecek.


www.hasankeyfesadakat.com adresinden ulaşarak imza atabileceğiniz dilekçede Dicle Vadisi'nde yer alan tarihi kent Hasankeyf'in, UNESCO Dünya Mirası Alanı olarak koruma altına almasını, Hasankeyf'in en az 15 bin yıllık geçmişi ve küresel ölçekte nesli tehlike altındaki canlı türleri ile UNESCO'nun 10 dünya mirası kriterinden 9'unu karşılayan insanlığın sahip olduğu en eski kentlerden birisi olduğuna dikkat çekiliyor.



İmza için:www.hasankeyfesadakat.com



Hasankeyf ve Dicle Vadisinin Yüksek Evrensel Değeri raporu için:www.dogadernegi.org

Hasankeyf ve Dicle Vadisi UNESCO Dünya Mirası İlan Edilsin

Hasankeyf'in de içinde bulunduğu Dicle Vadisi'nin UNESCO Dünya Miras Alanı olarak ilan edilmesi için yeni bir uluslararası imza kampanyası başlatıldı. Kampanya dahilinde imzalanan dilekçe, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere, Almanya Başbakanı Angela Merkel'e, Avusturya Başbakanı Werner Faymann'a ve İsviçre Başbakanı Hans-Rudolf Merz'e iletilecek.


www.hasankeyfesadakat.com adresinden ulaşarak imza atabileceğiniz dilekçede Dicle Vadisi'nde yer alan tarihi kent Hasankeyf'in, UNESCO Dünya Mirası Alanı olarak koruma altına almasını, Hasankeyf'in en az 15 bin yıllık geçmişi ve küresel ölçekte nesli tehlike altındaki canlı türleri ile UNESCO'nun 10 dünya mirası kriterinden 9'unu karşılayan insanlığın sahip olduğu en eski kentlerden birisi olduğuna dikkat çekiliyor.



İmza için:www.hasankeyfesadakat.com



Hasankeyf ve Dicle Vadisinin Yüksek Evrensel Değeri raporu için:www.dogadernegi.org

Hasankeyf ve Dicle Vadisi UNESCO Dünya Mirası İlan Edilsin

Hasankeyf'in de içinde bulunduğu Dicle Vadisi'nin UNESCO Dünya Miras Alanı olarak ilan edilmesi için yeni bir uluslararası imza kampanyası başlatıldı. Kampanya dahilinde imzalanan dilekçe, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere, Almanya Başbakanı Angela Merkel'e, Avusturya Başbakanı Werner Faymann'a ve İsviçre Başbakanı Hans-Rudolf Merz'e iletilecek.


www.hasankeyfesadakat.com adresinden ulaşarak imza atabileceğiniz dilekçede Dicle Vadisi'nde yer alan tarihi kent Hasankeyf'in, UNESCO Dünya Mirası Alanı olarak koruma altına almasını, Hasankeyf'in en az 15 bin yıllık geçmişi ve küresel ölçekte nesli tehlike altındaki canlı türleri ile UNESCO'nun 10 dünya mirası kriterinden 9'unu karşılayan insanlığın sahip olduğu en eski kentlerden birisi olduğuna dikkat çekiliyor.



İmza için:www.hasankeyfesadakat.com



Hasankeyf ve Dicle Vadisinin Yüksek Evrensel Değeri raporu için:www.dogadernegi.org

Rock'n Coke Pazarı


İkinci gününde de festival alanı yine bir pazar görünümündeydi. İlk güne oranla, festival nispeten daha kalabalık ve genç bir kitleye ev sahipliği yaptı. Sanırım sırasıyla sahne alan Hayko Cepkin, Kaiser Chiefs ve Linkin Park izleyicilerin ilk güne göre daha genç olmasına neden oldu.

İngiliz new wave post rock grubu Kaiser Chiefs’in sahne performansı gerçekten görülmeye değerdi. Türkiye’de izlediğim en güzel ilk 10 sahne performansından biriydi diyebilirim. Leeds’li dostlarımız Türk izleyicisiyle anlaşmakta başta biraz sıkıntıya düşse de bu durumu kolay atlattılar. Konserin en başında, karşı taraftan yansıtılan spot ışığından rahatsız olan Ricky Wilson’ın ışık operatörüne: “turn the light off, I can’t sing” diye bağırması. Ardından ışığın bir süre daha yüzünde kalması üzerine “ turn it off bit*h!” demesi… Çılgın bir performans izleyeceğimizin habercisi gibiydi ve öyle de oldu. Yaklaşık 70 dakika sahnede kalan grup hem izleyenlere isimlerini ezberletti hem de hayranlarına albüm kayıtlarının ötesinde bir performans sundu.

Peşi sıra sahne alan Linkin Park daha geniş bir kitleye hitap etti. Amerikalı Nu metal, alternatif rap-rock grubu sahnede kendini hissettirse de ilerleyen dakikalarda Türk bayrağı açmaları oldukça gülünç bir durumdu. Bu popülist duruş alışveriş yaparken, ‘abi sana 10 lira olur’ durumunu aklıma getirtti. Hani bu durumda, neden bana 10 lira?diye düşünürsünüz ya işte öyle bir an yaşadık… Hayranları zaten coşkuluydu. 80’lerden kalma böyle bir harekete ne gerek vardı bilemedim.

İkinci günde de İngiliz ve Amerikalı gruplar arasındaki fark bir kez daha açıkça göründü. İngilizler festival ruhuna uygun hareket ediyorlar. The Prodigy, Nine Inch Nails’dan çok daha samimiydi. Aynı durumu Kaiser Chiefs - Linkin Park ikilisinde de gördük. Bu, festival kültürlerinden geliyor olsa gerek. Linkin Park’ta yapmacık bir şov havası hissettim.

Yeniden favori grubum Kaiser Chiefs’e dönersek, ‘ruby’ çalmadan önce hazır mısınız? diye izleyicileri yoklamaları, Ricky’nin sahneye tırmanması ve seyircilerin üzerine atlaması, unutulmaz anlardan birkaçıydı.

Sanırım şarkının şu kısmını herkes çok iyi öğrendi.

"Ruby Ruby Ruby Ruby
Do ya do ya do ya do ya Know what your doing,
doing to me Ruby Ruby Ruby Ruby"

Son olarak şehirden bu kadar uzak bir alanda, beton zemin üzerinde düzenlenen festivalin aracı olmayanlar için tek dönüş imkânı olan servislerinin eskiliğinden mi dert yanayım, yoksa belediye otobüsü ile 4,5 tl’ye gelinen yolun 10 tl ile dönülmesinden mi bilemedim. Umarım seneye festivali insanların rahatça dinlenebileceği, oyunlar oynayabileceği daha geniş ve yeşil bir alana taşırlar...

Rock'n Coke Pazarı


İkinci gününde de festival alanı yine bir pazar görünümündeydi. İlk güne oranla, festival nispeten daha kalabalık ve genç bir kitleye ev sahipliği yaptı. Sanırım sırasıyla sahne alan Hayko Cepkin, Kaiser Chiefs ve Linkin Park izleyicilerin ilk güne göre daha genç olmasına neden oldu.

İngiliz new wave post rock grubu Kaiser Chiefs’in sahne performansı gerçekten görülmeye değerdi. Türkiye’de izlediğim en güzel ilk 10 sahne performansından biriydi diyebilirim. Leeds’li dostlarımız Türk izleyicisiyle anlaşmakta başta biraz sıkıntıya düşse de bu durumu kolay atlattılar. Konserin en başında, karşı taraftan yansıtılan spot ışığından rahatsız olan Ricky Wilson’ın ışık operatörüne: “turn the light off, I can’t sing” diye bağırması. Ardından ışığın bir süre daha yüzünde kalması üzerine “ turn it off bit*h!” demesi… Çılgın bir performans izleyeceğimizin habercisi gibiydi ve öyle de oldu. Yaklaşık 70 dakika sahnede kalan grup hem izleyenlere isimlerini ezberletti hem de hayranlarına albüm kayıtlarının ötesinde bir performans sundu.

Peşi sıra sahne alan Linkin Park daha geniş bir kitleye hitap etti. Amerikalı Nu metal, alternatif rap-rock grubu sahnede kendini hissettirse de ilerleyen dakikalarda Türk bayrağı açmaları oldukça gülünç bir durumdu. Bu popülist duruş alışveriş yaparken, ‘abi sana 10 lira olur’ durumunu aklıma getirtti. Hani bu durumda, neden bana 10 lira?diye düşünürsünüz ya işte öyle bir an yaşadık… Hayranları zaten coşkuluydu. 80’lerden kalma böyle bir harekete ne gerek vardı bilemedim.

İkinci günde de İngiliz ve Amerikalı gruplar arasındaki fark bir kez daha açıkça göründü. İngilizler festival ruhuna uygun hareket ediyorlar. The Prodigy, Nine Inch Nails’dan çok daha samimiydi. Aynı durumu Kaiser Chiefs - Linkin Park ikilisinde de gördük. Bu, festival kültürlerinden geliyor olsa gerek. Linkin Park’ta yapmacık bir şov havası hissettim.

Yeniden favori grubum Kaiser Chiefs’e dönersek, ‘ruby’ çalmadan önce hazır mısınız? diye izleyicileri yoklamaları, Ricky’nin sahneye tırmanması ve seyircilerin üzerine atlaması, unutulmaz anlardan birkaçıydı.

Sanırım şarkının şu kısmını herkes çok iyi öğrendi.

"Ruby Ruby Ruby Ruby
Do ya do ya do ya do ya Know what your doing,
doing to me Ruby Ruby Ruby Ruby"

Son olarak şehirden bu kadar uzak bir alanda, beton zemin üzerinde düzenlenen festivalin aracı olmayanlar için tek dönüş imkânı olan servislerinin eskiliğinden mi dert yanayım, yoksa belediye otobüsü ile 4,5 tl’ye gelinen yolun 10 tl ile dönülmesinden mi bilemedim. Umarım seneye festivali insanların rahatça dinlenebileceği, oyunlar oynayabileceği daha geniş ve yeşil bir alana taşırlar...

Rock'n Coke Pazarı


İkinci gününde de festival alanı yine bir pazar görünümündeydi. İlk güne oranla, festival nispeten daha kalabalık ve genç bir kitleye ev sahipliği yaptı. Sanırım sırasıyla sahne alan Hayko Cepkin, Kaiser Chiefs ve Linkin Park izleyicilerin ilk güne göre daha genç olmasına neden oldu.

İngiliz new wave post rock grubu Kaiser Chiefs’in sahne performansı gerçekten görülmeye değerdi. Türkiye’de izlediğim en güzel ilk 10 sahne performansından biriydi diyebilirim. Leeds’li dostlarımız Türk izleyicisiyle anlaşmakta başta biraz sıkıntıya düşse de bu durumu kolay atlattılar. Konserin en başında, karşı taraftan yansıtılan spot ışığından rahatsız olan Ricky Wilson’ın ışık operatörüne: “turn the light off, I can’t sing” diye bağırması. Ardından ışığın bir süre daha yüzünde kalması üzerine “ turn it off bit*h!” demesi… Çılgın bir performans izleyeceğimizin habercisi gibiydi ve öyle de oldu. Yaklaşık 70 dakika sahnede kalan grup hem izleyenlere isimlerini ezberletti hem de hayranlarına albüm kayıtlarının ötesinde bir performans sundu.

Peşi sıra sahne alan Linkin Park daha geniş bir kitleye hitap etti. Amerikalı Nu metal, alternatif rap-rock grubu sahnede kendini hissettirse de ilerleyen dakikalarda Türk bayrağı açmaları oldukça gülünç bir durumdu. Bu popülist duruş alışveriş yaparken, ‘abi sana 10 lira olur’ durumunu aklıma getirtti. Hani bu durumda, neden bana 10 lira?diye düşünürsünüz ya işte öyle bir an yaşadık… Hayranları zaten coşkuluydu. 80’lerden kalma böyle bir harekete ne gerek vardı bilemedim.

İkinci günde de İngiliz ve Amerikalı gruplar arasındaki fark bir kez daha açıkça göründü. İngilizler festival ruhuna uygun hareket ediyorlar. The Prodigy, Nine Inch Nails’dan çok daha samimiydi. Aynı durumu Kaiser Chiefs - Linkin Park ikilisinde de gördük. Bu, festival kültürlerinden geliyor olsa gerek. Linkin Park’ta yapmacık bir şov havası hissettim.

Yeniden favori grubum Kaiser Chiefs’e dönersek, ‘ruby’ çalmadan önce hazır mısınız? diye izleyicileri yoklamaları, Ricky’nin sahneye tırmanması ve seyircilerin üzerine atlaması, unutulmaz anlardan birkaçıydı.

Sanırım şarkının şu kısmını herkes çok iyi öğrendi.

"Ruby Ruby Ruby Ruby
Do ya do ya do ya do ya Know what your doing,
doing to me Ruby Ruby Ruby Ruby"

Son olarak şehirden bu kadar uzak bir alanda, beton zemin üzerinde düzenlenen festivalin aracı olmayanlar için tek dönüş imkânı olan servislerinin eskiliğinden mi dert yanayım, yoksa belediye otobüsü ile 4,5 tl’ye gelinen yolun 10 tl ile dönülmesinden mi bilemedim. Umarım seneye festivali insanların rahatça dinlenebileceği, oyunlar oynayabileceği daha geniş ve yeşil bir alana taşırlar...

Bir Rock'n Coke günü..



Bu yazıyı Bodrum’a doğru yol alırken kaleme alıp, ardından yolda yayınlamayı planlıyordum. Amma velakin sorun çıkarma potansiyeli en düşük firmalardan Varan’ın bile internet bağlantısında nedeni bilinmeyen bir problem oluşması ve benim gibi böyle ıvır zıvır nedenlerle sinir katsayısı tavana vurabilen bir insana daha İstanbul’da olmamıza rağmen sorunu Bodrum’da çözeceklerini söylemeleri takdir edersiniz ki tatilin başlangıcında beni strese karşı bir sıfır yenik duruma düşürdü. Böylece sabah Bodrum'a indiğimde yapacağım ilk işin Varan ofisinde terör estirmek olduğu da netleşmiş oldu...

Mevzumuz Ezgi'nin uzun uzun gördüklerinin yanı sıra aklından geçirdiklerini de bir bir yazdığı Rock'n Coke.


Her sene eylül ayının en yağmurlu haftasonuna denk gelmesi sebebiyle "Çamurla dans" olarak da nitelendirdiğimiz Rock'n Coke, bir yılık "repo"nun ardından bu yıl ilk kez "İstanbul Park" ta müzikseverleri ağırladı.

Lojistik açıdan festival organizasyonu için hiç uygun olmasa da, içerisine serpiştirilen üçer beşer çim halı, etrafa yayılan binbir oyun, yiyecek, içecek standıyla ve elbette hem ana hem de zamanında "Alternatif" bu yıl ise "Coca Cola Zero" olarak adlandırılan sahnelerdeki performanslarla İstanbul Park festivale gelenleri utandırmadı.

Festival alanında gerek tuvalet kullanımı, gerek yiyecek –içecek seçenekleri ve erişimi bir hayli rahattı.

Amma velakin organizasyon, festival alanına arabasıyla mekana teşrif etmeyi tercih edenleri biraz hüsrana uğrattı. Her ne kadar mekana otobüsle gidip gece servisle dönsem de çevremde en çok şikayet edilen konunun otoparktan festival alanına ulaşım olduğunu söylersem yalan olmayacak. Mevzuya gece saat 2 gibi alanı terk ederken insanların otoparka ulaşmak için oluşturduğu servis kuyruğunun uzunluğunu görerek birebir şahit oldum ve anladım ki insan mal varlığıyla ancak böyle rezil rüsva olabilirmiş.


Ezgi'nin fotoğrafla da tescillediği üzere bizleri rahatsız eden bir diğer yanı güvenliğin ve kontrolün sıfır olmasına rağmen, nazi kampı misali demir parmaklıklar ve labirentler içerisinde uzun uzun yürütmeleri oldu. Daha dar bir alana daha çok insan sığdırmak amacıyla yapılan bu uygulama mantıklı olmasına rağmen can sıkıcıydı.

Yalnızca birinci gününe teşrif edebildiğim festivalde ilk izlediğimiz canlı performans alternatif sahnedeydi. Sahneye Yiğit’in, “lisede gençler grup kurmaya heves eder, kimisi bu hayali gerçekleştirir ve devamını getirir, kimisi ise gerçekleştirse de devamını getiremez. İşte bu grup bu hayali hala devam ettirenlerden biri “ anonsuyla çıkan Ayyuka, mekandaki gençlerin tamamını olmasa da beni ve yanımdaki iki zıpırcığı coşturdu. (Fotoğraflara bakınız)

Zira biz “Ankaralıların” geleneksel Saykodelik gecelerinin de vazgeçilmez gruplarından olan Ayyuka’nın şahsım açısından bu anlamda da özel bir yeri var. Ezgi'nin muziplik ettiği gibi davulcusu grubun favorisiydi, bu konuda daha fazla yorum yapmaktansa aşağıdaki fotoğraflarla sizi baş başa bırakmayı yeğliyorum.



Ayyuka’nın ardından ana sahnede çıldıran Juliet Lewis'le tabiri caizse biz de coştuk. Sevgili Melik kadının çirkinliğinden dem vursa da onun sahnedeki “kara melek” halleri bizim bizatihi kendisini sevme nedenimiz olduğundan gözümüze her haliyle güzel göründü.

Eğlendirmeyi bilmesi de cabası!


Festivalde mesken tuttuğumuz yer Emre’nin öncülüğünde (aka Pet05) Japon turistler misali akın akın insan çeken stencil workshopunun bulunduğu Hayata artı çadırının yanı oldu. Sonradan olma çimlerin üzerinde yayıldık yuvarlandık, aşağıda kanıtları mevcuttur, ve aynı zamanda buluşma noktası tayin ettik. Kaybolanlara atılan ilk mesaj “Emre'nin mekanı”nda buluşalım oldu, iyi de oldu…



Neyse efendim cumartesi günü, festivalde bir Ankaralı olarak gurur ve mutlulukla izlediğim bir diğer grup “Sakin”di. İstanbullu Ezgi ve Melik’in de hoşlarına gitmesiyle kendilerine tam not vererek yolumuza devam ettik ve Nine Inch Nails performansını izlemek için ana sahnede yerimizi aldık. Bu arada başka arkadaşlar bulduk, birbirimizi kaybettik, yine bulduk vs… derken vakit bir hayli ilerledi.



Nine Inch Nails'i bir süre sonra bünyem kaldırmadı ve soluğu alternatif sahnede aldık. Badem’le bir iki sallandıktan sonra Prodigy için geri sayım başlamıştı bile.

Alkol dozunu dengelemek için bol bol su içmeme rağmen, gündüz içtiğim redbullar yerimde durmamı bir hayli engelledi ve Prodigy'de abuk subuk dans performansım tavana vurdu. Gerçi tek çıldıran ben olmadığımdan kimsenin garipsediğini sanmıyorum.


Öyle yada böyle bir festival dönemini kapadık, ikinci günün ayrıntılarını almak için Melikcan’a bağlanıyoruz...

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | Best Web Hosting Coupons