22 Ağustos 2009 Cumartesi

İstanbul'da "Uzaylı" , Afedersiniz, "Vejetaryen" Olmak...

Kendimi bildim bileli, bazı tercihlerim ve "anormalliğim" sayesinde çoğu zaman "Englishman in New York" şarkısında Sting'in hissettiği gibi "şaşkın şaşkın dolaşan uzaylı" gibi hissederim. İşte bu tercihlerden biri de "vejetaryenliğim"dir. Üniversite birinci sınıfta aldığım ani bir kararla hayatımdan her türlü eti çıkardığımdan beri, hayatım renklendi diyebilirim.



En son Cuma akşamı Gökşen ve Melikcan ile Meksika yemeği yemek için gittiğimiz Baja'da "ben vejetaryenim" dediğimde tatlı garson kızın yüzünde oluşan tuhaf mimikleri görünce artık bu makus talihime karşı çıkmaya ve sesimi duyurmaya karar verdim. Tatlı garson kıza "Evet, vejetaryenim ve bunu söylediğimdeki o tuhaf bakışlardan çok muzdaribim. Ne bu yahu, her yerde o aynı aşağılar gibi tavır?" diye söylenerek ilk eylemimi gerçekleştirdim. Meğer kız da bir zamanlar et yemiyormuş. "O zaman anlaman lazım" diyip ortalığı yumuşatmaya çalıştım biraz.


"Anlamak". İşte sanırım anahtar sözcük bu. Ben vejetaryen olmayı biraz da hayatımdaki çelişkilerden kurtulmak için seçtim. Yani, kurban bayramında et görünce kusacak raddeye gelirken yılın diğer dönemlerinde et tüketmek benim "nazik" ruhumu rahatsız eder olmuştu. Balık yerken çırpınışlarını aklıma getirmek ama yine de lezzetine dayanamayıp yemek, hayatımda en sevdiğim yemek annemin altta patates püresi, üste didiklenmiş tavuk, en üstte de beşamel sos ve kaşar rendesi iken tavuk çiftliklerinde ayaklarından asılan tavukların aklıma gelmesi... Kendimle fena halde çelişiyordum, bir canlının hayatını alma fikri inanılmaz kötü geliyordu ama yine de alışkanlık ve damak tadı yüzünden yiyordum. Sonunda, hazır yeni bir şehire taşınmışım, etrafımda yeni yüzler var ve nasılsa Türkiye sebze cenneti bir ülke, adaptasyon ne kadar zor olabilir ki diye düşünerek beslenmemden eti yok ettim.


Meğer yanılmışım. Türkiye ve "Küçük Türkiye" İstanbul, o güzelim Akdeniz, Ege ve Karadeniz mutfağından çoktan vazgeçmiş, tümüyle Doğu'nun kebabı ve Amerika'nın hamburgeri arasında bir yere sıkışmış kalmış. En benim diyen lokantada dahi 3-4 çeşitten fazla etsiz yemek bulamaz hale gelmişiz. Bulsak dahi, "sebze" lafını duydukları anda sanki bulunmaz hint kumaşı istemiş gibi tavırlı garsonlara maruz kalmaya başlamışız.


Pek çok zamanlar, kendimi 5 sayfalık menüde kaybolmuş, herkes siparişini çoktan vermişken ne yiyeceğimi seçmeye çalışırken bulmuşumdur. En sonunda yiyebileceğim tek şeyin çorba ve pilav olduğunu görüp içinde tavuk suyu, et suyu ya da bulyon olup olmadığını sorgulamaya giriştiğimde ise garsonun bıkmış yüz ifadesiyle burun buruna geldiğim de bakidir.


"Et yemez" olduğumdan beri, hayatımda zaten varolan kara mizah iyice su yüzüne çıkar oldu. Bir gün arkadaşımla güzel bir kahvaltı etme niyetiyle hoş bir terasta yerimizi almış, gelen garsona kahvaltımızı sipariş vermiştik. Özellikle et ürünü istemediğimi belirtmiş olmama rağmen, gelen tabağımda salam ve sosisle karşılaşmış, garsondan içinde salam olmayan etsiz bir tabak getirmesini rica etmiş, gelen ikinci tabağımda "sosis"in hala durduğunu, salamı aldıklarını görmüştüm. "Et ürünü istemediğimi söylemiştim ama" diye sorduğumda ise, "salamı çıkarın dediniz, sosis için bir şey söylemediğinizi düşündük" demeleri karşısında müşteri memnuniyetine verdikleri önem karşısında küçük dilimi yutmuştum. Uzun zaman sonra yediğim tek et ürünü budur.


Kallavi bir sofrada yavaş yavaş yemek yemeyi geçtim, İstanbul denen şu engin şehirde içinde sebze olan bir fast food ürününü bulmak adına verdiğim çabayı görseniz, yıllardır Küçük Emrah'a ait olan "acıların çocuğu" tacını elinden alır, bana verirdiniz.



İstanbul'da, sayısı bir elin parmaklarını bile geçmeyecek sayıda vejetaryen lokanta olmasını bırakın, menülerinde hatırı sayılır miktarda sebze yemeği sunan mekan sayısı oldukça az. Etsiz yemek istediğinizde, çoğunlukla salata ya da ızgara sebze gibi "yan ürünlere" mahkum oluyorsunuz. Halbuki, sözde Türk mutfağından yemekler sunduğunu iddia eden mekanlar gerçek bir mutfak kültürü araştırması yapsalar, kendilerinden utanır ve çekidüzen verirlerdi. Yine de bu yazıyı "İstanbul'da Hayatımı Kurtaran Mekanlar" listemi yayınlamadan bitirmek istemem. Zaten uzun sürmeyecek inanın bana:


- Asmalı Cavit (menüsünde bol ot olan tüm meyhaneler aslında)

- 3. Mevki (Meksika usulü patates yemeği nefis)

- Parsifal

- Zencefil


Tabi menülerinde güzel sebzeli yemekler olan mekanlar da yok değil, bunları bilare düşünüp listelemeliyim.

1 yorum:

guraytezcan dedi ki...

Ben de üç ay önce hayatımdan eti çıkardım. Seninle aynı gerekçeden hem de. Canlı canlı kancalara asılan tavuklar, makinelere sokulan sığırlar... Bunları yemek, adeta katliamı onaylamak oluyor zira. Neyse, ben doğuştan İstanbulluyum, ben de vejetaryenlere özel yemek mekanları bulmakta zorlanıyorum; ama yemeğimizi o kadar uzaklarda aramaya gerek yok. Çoğu yerde hala o söylediğin doğunun kebabı ile Amerika'nın hamburgeri arasına sıkışmamış yemekler var.
-Tüm ev yemekleri yapan restoranlar mesela. Orada sadece pilav üstü kuru değil şakşuka gibi harika bir şey de yiyebilirsin. (Borsa, Balkan Lokantası ilk aklıma gelenler)
-Burger King'de vejetaryenlere özel menü var (Bean Burger)
-Hacıoğlu'nda peymacun (ben sevmem gerçi)
-Tüm çiğköftecilerden için rahat dürüm ye. Senelerdir ticari çiğköfteye et koymak yasak.
-Tüm börekçilerde kürt böreği, su böreği
-Simit saraylarında simit veya zeytinli açma
...daha gider bu liste, aklıma gelse...

Yorum Gönder

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | Best Web Hosting Coupons