30 Haziran 2010 Çarşamba

17. İstanbul Caz Festivali'ne Geri Sayım Başladı


En sevdiğim müzik etkinliği olan İstanbul Caz Festivali başlıyor. Bu sene şehre gelip caz yapacak isimler arasında Chick Corea Freedom Band, Tonny Bennett ve Kerem Görsev Trio, Stanley Clarke ve Hiromi, Enrico Rava ve Stefano Bollani gibi efsanevi isimlerin yanı sıra, Grace Jones, Buika, Martha Wainwright, Lisa Ekdahl, Seal, Michael Franks, The Brand New Heavies gibi müzisyen ve gruplar bulunmakta. Açıklanacak ismi her defasında merakla beklediğim Yeni Ozanlar bölümünde ise Imogen Heap arz-ı endam etmekte.





Kişisel konser programımı ise çoktan yaptım. Bir kere odamda kocaman bir posteri olan ve defalarca dinlediğim Chick Corea'yı benden mahrum bırakmam. Geçen konserini kaçırdığım için çok pişman olduğum Buika'yı dinlemek için 20 Temmuz'da soluğu Sepetçiler Kasrı'nda alırım. Rihanna, Lady Gaga gibi yeniyetme hanım kızların ilham perilerinin başında gelen disko kraliçesi Grace Jones'u dünya gözüyle görmek için 16 Temmuz'da Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi'nde yerimi bulurum. İki sene önce Aya İrini'deki konserde sahneyi basan kediyle tartışmasıyla aklımda kalan Rufus Wainwright'tan sonra biricik kız kardeşi Martha Wainwright'ı Edith Piaff şarkılarına nefes verirken dinlemek için 6 Temmuz tarihini ajandama yazarım. 2007 yılındaki konserini kaçırdığım Lisa Ekdahl'ı bu sefer 13 Temmuz'da Esma Sultan Yalısı'nda yakalarım. Yeni Ozanlar bölümünde Imogen Heap'i çok övdüler, beklediğim bir isim olmamasına rağmen küsmem, giderim. Arkadaş tarafından ayartılırsam Seal konserine gidip "Kiss By A Rose" u canlı canlı dinlerim.





1-20 Temmuz tarihleri arasında şehre gelecek olan İstanbul Caz Festivali'nde ayrıca birbirinden renkli gruplarin sahne aldigi parti geceleri bu yildan itibaren tekrar hayata geciyor. 2 Temmuz Cuma aksami saat 23.00'te Salon'da gerceklesecek Hafta Sonu Partileri'nin ilk gecesinde basgitarda "slap" tekniginin yaraticisi Larry Graham ve uzun yillar Prince ile dunyayi turladigi grubu Graham Central Station sahne alıyor. Festivalin diğer güzellikleri ise, Tunel Senligi, Haftasonu Partisi ve Caz Vapuru. Tünel Şenliği kapsamında, Larry Graham & Graham Central Station, The Panorama Jazz Band, Emir Ersoy Projecto Cubano, Maffy Falay Sextet, Jungle Boldie, Timuçin Şahin Quintet ve 2010 Türkiye’de Japonya yılı etkinlikleri kapsamında konser verecek Michiko Ogawa gibi isimler yer alıyor. Şenlik programında The Panorama Jazz Band’in sokak konserleri, ünlü vurmalı çalgılar ustası Mısırlı Ahmet’in kurduğu Galata Ritimhanesi’nde özel bir ritim atölyesi ve çeşitli DJ performansları da yer alacak. Tünel Şenliği’nde ayrıca Genç Caz grupları, Gri Trio, BÜMK Caz Korosu, Plongeur Quartet ve Jazzso Quartet de sahne alacak. (Ayrıntılı program için aşağıdaki görseli tıklayabilirsiniz.)



Festival bu sene sosyal medyada da ağırlığını hissettiriyor. Öncelikle Facebook ve Twitter gibi sosyal medyanın en önemli iki web sitesinde çalışmalarına başlayan festival, facebook sayfasındaki genel bilgileri yeniledi, konserler için ayrı ayrı etkinlik sayfaları hazırladı, bu sayfalara sanatçıların videolarını ekledi. Twitter sayfasında ise daha güncel ve aktif bir yol izlemeye çalışıyor ve festival ve etkinlikler ile ilgili en son haberleri, duyuruları, güncellemeleri ve değişiklikleri yayınlamaya devam ediyorlar. Ayrıca okuyucular bu sayfaları takip ederek çeşitli etkinliklere davetiye kazanabiliyorlar.


Şimdi bir soru: Sizinle karşılaşma ihtimalimiz olan konserler hangileri?


17. İstanbul Caz Festivali'ne Geri Sayım Başladı


En sevdiğim müzik etkinliği olan İstanbul Caz Festivali başlıyor. Bu sene şehre gelip caz yapacak isimler arasında Chick Corea Freedom Band, Tonny Bennett ve Kerem Görsev Trio, Stanley Clarke ve Hiromi, Enrico Rava ve Stefano Bollani gibi efsanevi isimlerin yanı sıra, Grace Jones, Buika, Martha Wainwright, Lisa Ekdahl, Seal, Michael Franks, The Brand New Heavies gibi müzisyen ve gruplar bulunmakta. Açıklanacak ismi her defasında merakla beklediğim Yeni Ozanlar bölümünde ise Imogen Heap arz-ı endam etmekte.





Kişisel konser programımı ise çoktan yaptım. Bir kere odamda kocaman bir posteri olan ve defalarca dinlediğim Chick Corea'yı benden mahrum bırakmam. Geçen konserini kaçırdığım için çok pişman olduğum Buika'yı dinlemek için 20 Temmuz'da soluğu Sepetçiler Kasrı'nda alırım. Rihanna, Lady Gaga gibi yeniyetme hanım kızların ilham perilerinin başında gelen disko kraliçesi Grace Jones'u dünya gözüyle görmek için 16 Temmuz'da Cemil Topuzlu Açıkhava Sahnesi'nde yerimi bulurum. İki sene önce Aya İrini'deki konserde sahneyi basan kediyle tartışmasıyla aklımda kalan Rufus Wainwright'tan sonra biricik kız kardeşi Martha Wainwright'ı Edith Piaff şarkılarına nefes verirken dinlemek için 6 Temmuz tarihini ajandama yazarım. 2007 yılındaki konserini kaçırdığım Lisa Ekdahl'ı bu sefer 13 Temmuz'da Esma Sultan Yalısı'nda yakalarım. Yeni Ozanlar bölümünde Imogen Heap'i çok övdüler, beklediğim bir isim olmamasına rağmen küsmem, giderim. Arkadaş tarafından ayartılırsam Seal konserine gidip "Kiss By A Rose" u canlı canlı dinlerim.





1-20 Temmuz tarihleri arasında şehre gelecek olan İstanbul Caz Festivali'nde ayrıca birbirinden renkli gruplarin sahne aldigi parti geceleri bu yildan itibaren tekrar hayata geciyor. 2 Temmuz Cuma aksami saat 23.00'te Salon'da gerceklesecek Hafta Sonu Partileri'nin ilk gecesinde basgitarda "slap" tekniginin yaraticisi Larry Graham ve uzun yillar Prince ile dunyayi turladigi grubu Graham Central Station sahne alıyor. Festivalin diğer güzellikleri ise, Tunel Senligi, Haftasonu Partisi ve Caz Vapuru. Tünel Şenliği kapsamında, Larry Graham & Graham Central Station, The Panorama Jazz Band, Emir Ersoy Projecto Cubano, Maffy Falay Sextet, Jungle Boldie, Timuçin Şahin Quintet ve 2010 Türkiye’de Japonya yılı etkinlikleri kapsamında konser verecek Michiko Ogawa gibi isimler yer alıyor. Şenlik programında The Panorama Jazz Band’in sokak konserleri, ünlü vurmalı çalgılar ustası Mısırlı Ahmet’in kurduğu Galata Ritimhanesi’nde özel bir ritim atölyesi ve çeşitli DJ performansları da yer alacak. Tünel Şenliği’nde ayrıca Genç Caz grupları, Gri Trio, BÜMK Caz Korosu, Plongeur Quartet ve Jazzso Quartet de sahne alacak. (Ayrıntılı program için aşağıdaki görseli tıklayabilirsiniz.)



Festival bu sene sosyal medyada da ağırlığını hissettiriyor. Öncelikle Facebook ve Twitter gibi sosyal medyanın en önemli iki web sitesinde çalışmalarına başlayan festival, facebook sayfasındaki genel bilgileri yeniledi, konserler için ayrı ayrı etkinlik sayfaları hazırladı, bu sayfalara sanatçıların videolarını ekledi. Twitter sayfasında ise daha güncel ve aktif bir yol izlemeye çalışıyor ve festival ve etkinlikler ile ilgili en son haberleri, duyuruları, güncellemeleri ve değişiklikleri yayınlamaya devam ediyorlar. Ayrıca okuyucular bu sayfaları takip ederek çeşitli etkinliklere davetiye kazanabiliyorlar.


Şimdi bir soru: Sizinle karşılaşma ihtimalimiz olan konserler hangileri?


29 Haziran 2010 Salı

Toplu Bunalmalar Eşliğinde Bir Sabah

Kaotik

Dolmuştayım. Sağ tarafta, pencere kenarında oturmuş, yola değil, gökyüzüne bakıyorum. O sırada bir kadın biniyor. Nişan elbisesine benzeyen, benzeyen lafı fazla, tam tamına bir nişan elbisesi giymiş. Saçları kabarık. Dudakları kıpkırmızı boyanmış. Göz kapaklarını ise maviye bulamış. Buram buram bir parfüm kokusu salıyor. Bu denli ağır bir hava karşısında gülmemek adına dudaklarımı kemiriyorum. İçimden bir ses "insanların giyimleriyle eğlenilmez, Ezgi" diyor. Ama olacak gibi değil. Saat henüz sabah 10 ve yanımdaki kadın az sonra sahne alacak Bülent Ersoy gibi. Nihayet tüm yolcular iniyor ve kadınla başbaşa kalıyoruz. Kocaman, maviye bulanmış gözlerini bana dikip gülerek "diz dize, yan yana kaldık işte" diyor. Kafamı hafif çevirip, "ya, evet öyle oldu" diye mırmırlanıp pencereden dışarıya bakıyorum. İneceği durağa dek kendi kendine bir şeyler mırıldanıyor. Şoföre ineceğini söyleyip, kolumu sıkıyor ve "hadi güzelim, iyi günler sana" diyor. Arabayı durduran şoföre de herşeyin ama herşeyin gönlünce olmasını dileyerek topuk şıkırtıları eşliğinde uzaklaşıyor. Adam da bir "la havle" çekip vites değiştiriyor.




3 kadın. Yan yana kaldırımda yürüyorlar. Arkalarından gelene aldırış etmeden tin tin, yavaş yavaş. Arkalarından gelen benim. Yol istediğimi söylüyorum, kadınlardan biri dönüp "yol senin bebeğim, geç tabi" diyor. Gülüşmeler. Arkamı dönüp "ne oluyor yahu? diyesim gelmiyor. Arıza çipimi devreye girmeden durduruyorum. Gülüşmeler sürüyor. Tın tın topuk sesi. Kol kola kaldırım işgalleri. Ayağımdaki mavi kurdaleli vintage espadrillerimi kafalarına geçirmemek için kendimi zor tutarak yoluma gidiyorum.



Fotoğraf çekiyorum. Şu yukarıdakini. Ard arda sıralanmış festival afişleri, önünde de çimento torbaları. Karmaşa. 4 genç adam. Aralarından birinin ağzında sakız. Saçlar jöleli. Sürünün başındaki reisleri laf atıyor. Dediğini duymuyorum. Yan yan bakarak yanımdan geçiyorlar. Cak cak sakız sesi. Makinamın deklanşörü ard arda işliyor. Mendilci kadın "allah rızası için mendil almamı" söyleyip yüzüme yalvarır gibi bakıyor. Yoluma gidiyorum.


Toplumca tuhaf bir bunalma halindeyiz sanırım. Konuşmuyor, yalnızca bağırıyoruz. Dinlemiyor, yalnızca konuşuyoruz. Geçenlerde bir dostumla bu görüşümü paylaştığımda "konu tamamen ekonomik sıkıntılar. Çoğumuz akli dengemizi kaybettik de haberimiz yok." deyip eklemişti: "Artık her şey suyun üzerinde. İnan bu hiç bir şey değil. Daha kötü zamanlar bekliyor bizi. Daha sıkıntılı, bunalımlı, delirgen. Hazırla kendini."


Kendimi hazırlamalıymışım. Daha bunalımlı günlere. İlk işim, gidip saçımı kestirmek oluyor. Siyah gözlüklerimin ardına sığınıyorum. Kalabalığa karışmak, yok olmak istiyorum. Olmuyor, bırakmıyorlar. Bir an mavi kurdaleli espadrillere kayıyor gözüm. Onların bu delik deşik kaldırımlar için fazla naif olduklarını düşünüyorum. Bir kitapçıdan Füruzan'ın "Benim Sinemalarım" kitabını alıyorum.


Benim Sinemalarım. Benim panzehirlerim.



Toplu Bunalmalar Eşliğinde Bir Sabah

Kaotik

Dolmuştayım. Sağ tarafta, pencere kenarında oturmuş, yola değil, gökyüzüne bakıyorum. O sırada bir kadın biniyor. Nişan elbisesine benzeyen, benzeyen lafı fazla, tam tamına bir nişan elbisesi giymiş. Saçları kabarık. Dudakları kıpkırmızı boyanmış. Göz kapaklarını ise maviye bulamış. Buram buram bir parfüm kokusu salıyor. Bu denli ağır bir hava karşısında gülmemek adına dudaklarımı kemiriyorum. İçimden bir ses "insanların giyimleriyle eğlenilmez, Ezgi" diyor. Ama olacak gibi değil. Saat henüz sabah 10 ve yanımdaki kadın az sonra sahne alacak Bülent Ersoy gibi. Nihayet tüm yolcular iniyor ve kadınla başbaşa kalıyoruz. Kocaman, maviye bulanmış gözlerini bana dikip gülerek "diz dize, yan yana kaldık işte" diyor. Kafamı hafif çevirip, "ya, evet öyle oldu" diye mırmırlanıp pencereden dışarıya bakıyorum. İneceği durağa dek kendi kendine bir şeyler mırıldanıyor. Şoföre ineceğini söyleyip, kolumu sıkıyor ve "hadi güzelim, iyi günler sana" diyor. Arabayı durduran şoföre de herşeyin ama herşeyin gönlünce olmasını dileyerek topuk şıkırtıları eşliğinde uzaklaşıyor. Adam da bir "la havle" çekip vites değiştiriyor.




3 kadın. Yan yana kaldırımda yürüyorlar. Arkalarından gelene aldırış etmeden tin tin, yavaş yavaş. Arkalarından gelen benim. Yol istediğimi söylüyorum, kadınlardan biri dönüp "yol senin bebeğim, geç tabi" diyor. Gülüşmeler. Arkamı dönüp "ne oluyor yahu? diyesim gelmiyor. Arıza çipimi devreye girmeden durduruyorum. Gülüşmeler sürüyor. Tın tın topuk sesi. Kol kola kaldırım işgalleri. Ayağımdaki mavi kurdaleli vintage espadrillerimi kafalarına geçirmemek için kendimi zor tutarak yoluma gidiyorum.



Fotoğraf çekiyorum. Şu yukarıdakini. Ard arda sıralanmış festival afişleri, önünde de çimento torbaları. Karmaşa. 4 genç adam. Aralarından birinin ağzında sakız. Saçlar jöleli. Sürünün başındaki reisleri laf atıyor. Dediğini duymuyorum. Yan yan bakarak yanımdan geçiyorlar. Cak cak sakız sesi. Makinamın deklanşörü ard arda işliyor. Mendilci kadın "allah rızası için mendil almamı" söyleyip yüzüme yalvarır gibi bakıyor. Yoluma gidiyorum.


Toplumca tuhaf bir bunalma halindeyiz sanırım. Konuşmuyor, yalnızca bağırıyoruz. Dinlemiyor, yalnızca konuşuyoruz. Geçenlerde bir dostumla bu görüşümü paylaştığımda "konu tamamen ekonomik sıkıntılar. Çoğumuz akli dengemizi kaybettik de haberimiz yok." deyip eklemişti: "Artık her şey suyun üzerinde. İnan bu hiç bir şey değil. Daha kötü zamanlar bekliyor bizi. Daha sıkıntılı, bunalımlı, delirgen. Hazırla kendini."


Kendimi hazırlamalıymışım. Daha bunalımlı günlere. İlk işim, gidip saçımı kestirmek oluyor. Siyah gözlüklerimin ardına sığınıyorum. Kalabalığa karışmak, yok olmak istiyorum. Olmuyor, bırakmıyorlar. Bir an mavi kurdaleli espadrillere kayıyor gözüm. Onların bu delik deşik kaldırımlar için fazla naif olduklarını düşünüyorum. Bir kitapçıdan Füruzan'ın "Benim Sinemalarım" kitabını alıyorum.


Benim Sinemalarım. Benim panzehirlerim.



27 Haziran 2010 Pazar

Yollara Sizinle Düşmek Güzel

Şenyurt

Son zamanlarda mesafeler kısa ve bilindik olsa da alıp çantamı yollara düşüyorum.Otobüsün camından gökyüzüne dikiyorum gözümü. Akıp giden bulutlara bakıyorum. Yol arkadaşlarımın konuşmalarına kulak kabartıyorum. Ağzına kadar tıka basa dolu çantamdan ruh halime uygun bir albüm çıkarıp müzikçalara koyuyorum. Yollara bu kadar aşinayken, müziğe bu kadar aşıkken, kara kaplı defterimi çıkarıp "bence" en güzel yol albümlerini yazıyorum;


- Bob Dylan / Highway 61 / 1965


- Nina Simone / Nina Simone Sings The Blues / 1967

- The Beatles / Abbey Road / 1969


- Van Morrisson / Moondance / 1970


- Fikret Kızılok / Zaman Zaman / 1983


- Sezen Aksu / Sezen Aksu Söylüyor / 1989


- Sezen Aksu / Işık Doğudan Yükselir / 1993


- Manu Chao / Clandestino / 1998


- Amparanoia / Somos Viento / 2002



- Lhasa De Sela / Living Road / 2003


- Yann Tiersen /
Les Retrouvailles / 2005



- Tom Waits / Real Gone / 2006


- Beirut / Gulag Orkestar / 2006


- Eljuri / En Paz / 2008




- Ane Brun / Changing Of The Seasons / 2008



- Yann Tiersen / Tabarly / 2008





- Olafur Arnalds / And They Have Escaped the Weight of Darkness / 2010




Sizin yol çantanızda hangi albümler var?

Ortala

Yollara Sizinle Düşmek Güzel

Şenyurt

Son zamanlarda mesafeler kısa ve bilindik olsa da alıp çantamı yollara düşüyorum.Otobüsün camından gökyüzüne dikiyorum gözümü. Akıp giden bulutlara bakıyorum. Yol arkadaşlarımın konuşmalarına kulak kabartıyorum. Ağzına kadar tıka basa dolu çantamdan ruh halime uygun bir albüm çıkarıp müzikçalara koyuyorum. Yollara bu kadar aşinayken, müziğe bu kadar aşıkken, kara kaplı defterimi çıkarıp "bence" en güzel yol albümlerini yazıyorum;


- Bob Dylan / Highway 61 / 1965


- Nina Simone / Nina Simone Sings The Blues / 1967

- The Beatles / Abbey Road / 1969


- Van Morrisson / Moondance / 1970


- Fikret Kızılok / Zaman Zaman / 1983


- Sezen Aksu / Sezen Aksu Söylüyor / 1989


- Sezen Aksu / Işık Doğudan Yükselir / 1993


- Manu Chao / Clandestino / 1998


- Amparanoia / Somos Viento / 2002



- Lhasa De Sela / Living Road / 2003


- Yann Tiersen /
Les Retrouvailles / 2005



- Tom Waits / Real Gone / 2006


- Beirut / Gulag Orkestar / 2006


- Eljuri / En Paz / 2008




- Ane Brun / Changing Of The Seasons / 2008



- Yann Tiersen / Tabarly / 2008





- Olafur Arnalds / And They Have Escaped the Weight of Darkness / 2010




Sizin yol çantanızda hangi albümler var?

Ortala

26 Haziran 2010 Cumartesi

Sanat, Moda, Tasarım, Edebiyat ve Film İkonları İstanbul’da Buluşuyor



Alternatif-İstanbul'a "Beleştepe" kod adlı yeni bir bölüm açtık. Burada amacımız, şehirde gerçekleşen ücretsiz etkinliklerle ilgili malumatımızı paylaşmak. Tam bizim bu işe kalkıştığımız anlarda Istancool namlı yeni bir festivalin bilgisi geldi. Paylaşıyoruz.



İngiltere merkezli uluslararası kültürel diplomasi markası “Liberatum”, Turkiye ortağı Istanbul 74 ve İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansi ortaklığıyla ve T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla 2 – 4 Temmuz tarihleri arasında,düzenlenecek “Istancool”, dünyanın önde gelen sanat, moda, tasarım, edebiyat ve film İstanbul’da buluşturmaya hazırlanıyor.



Istancool” etkinlikleri için Londra, Paris, Milano ve New York’tan kalkan uçaklarla İstanbul’a gelecek olan ünlü konuklar arasında ünlü Amerikalı yazar Gore Vidal, mimar Zaha Hadid, aktör ve yönetmen Lee Daniels, ID ve Another Magazine dergilerinin yayıncısı Jefferson Hack, Nobel ödüllü edebiyatçı Sir VS Naipaul, aktör ve mücevher tasarımcısı Waris Ahluwalia, moda tasarımcısı Gareth Pugh, müzisyen Michael Nyman, yazar ve film yapımcısı Hanif Kureishi, yönetmen Stephen Frears, Kanadalı sanatçı Terence Koh, ünlü İngiliz model Lily Cole, modern sanatçı Kim Jones, müzisyen ve DJler The Misshapes (Leigh Lezark ve Geordon Nicol), şapka tasarımcısı Philip Treacy ve Vogue İtalya genel yayın yönetmeni Franca Sozzani gibi isimler var. Bu isimlere başta Elif Şafak, Leyla Umar ,Taner Ceylan, Serdar Gülgün, Muammer Brav, Haluk Akakçe, Özalp Birol, Levent Çalıkoğlu,
Alphan Eşeli olmak üzere güncel Türk edebiyat, müzik ve sanat dünyasından isimler eşlik edecek.


Tüm etkinliklerin ücretsiz olacağı Istancool'a ev sahipliği yapacak mekanlar arasında İstanbul Modern Sanat Müzesi, The Seed ve Pera Müzesi gibi şehrin başlıca kültür merkezleri bulunuyor.



Festival programını sizin için Google Documents'a ekledik, aşağıda bulabilirsiniz.



Sanat, Moda, Tasarım, Edebiyat ve Film İkonları İstanbul’da Buluşuyor



Alternatif-İstanbul'a "Beleştepe" kod adlı yeni bir bölüm açtık. Burada amacımız, şehirde gerçekleşen ücretsiz etkinliklerle ilgili malumatımızı paylaşmak. Tam bizim bu işe kalkıştığımız anlarda Istancool namlı yeni bir festivalin bilgisi geldi. Paylaşıyoruz.



İngiltere merkezli uluslararası kültürel diplomasi markası “Liberatum”, Turkiye ortağı Istanbul 74 ve İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansi ortaklığıyla ve T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın katkılarıyla 2 – 4 Temmuz tarihleri arasında,düzenlenecek “Istancool”, dünyanın önde gelen sanat, moda, tasarım, edebiyat ve film İstanbul’da buluşturmaya hazırlanıyor.



Istancool” etkinlikleri için Londra, Paris, Milano ve New York’tan kalkan uçaklarla İstanbul’a gelecek olan ünlü konuklar arasında ünlü Amerikalı yazar Gore Vidal, mimar Zaha Hadid, aktör ve yönetmen Lee Daniels, ID ve Another Magazine dergilerinin yayıncısı Jefferson Hack, Nobel ödüllü edebiyatçı Sir VS Naipaul, aktör ve mücevher tasarımcısı Waris Ahluwalia, moda tasarımcısı Gareth Pugh, müzisyen Michael Nyman, yazar ve film yapımcısı Hanif Kureishi, yönetmen Stephen Frears, Kanadalı sanatçı Terence Koh, ünlü İngiliz model Lily Cole, modern sanatçı Kim Jones, müzisyen ve DJler The Misshapes (Leigh Lezark ve Geordon Nicol), şapka tasarımcısı Philip Treacy ve Vogue İtalya genel yayın yönetmeni Franca Sozzani gibi isimler var. Bu isimlere başta Elif Şafak, Leyla Umar ,Taner Ceylan, Serdar Gülgün, Muammer Brav, Haluk Akakçe, Özalp Birol, Levent Çalıkoğlu,
Alphan Eşeli olmak üzere güncel Türk edebiyat, müzik ve sanat dünyasından isimler eşlik edecek.


Tüm etkinliklerin ücretsiz olacağı Istancool'a ev sahipliği yapacak mekanlar arasında İstanbul Modern Sanat Müzesi, The Seed ve Pera Müzesi gibi şehrin başlıca kültür merkezleri bulunuyor.



Festival programını sizin için Google Documents'a ekledik, aşağıda bulabilirsiniz.



25 Haziran 2010 Cuma

Dikkat ! Belçikalı anarşistler geliyor !

Hiç bilmediğim, görmediğim diyarlara bakışım o bölgenin, ülkenin hatta şehrin müziğine, müzisyenine göre şekil alıyor ilk etapta. Misal İzlanda'yı hiç görmesem de sırf bir Björk , Sigur Ros , Mum, Amiina peydah edildiği için o topraklarda; asla kötü şeyler kaplamaz zihnimi.. Bir nevi önyargı ama olumlusundan..

Belçika'yı görmeden önce de zihnimde yalnızca DAAU vardı misal. Elbette gittikten sonra lokal bazlı ne kadar enfes müzisyeni barındırdığını gördüm ama DAAU'nun yeri hep bir başka oldu.

DAAU, yani Die Anarchistische Abendunterhaltung (Anarşist Akşam Eğlencesi) dediğime göre anlamışsınızdır ki bu adamların İstanbul'a yolu düşecek. Bu enfes enstrümantal grup 30 Haziran 2010 tarihinde Haliç Tersanesi’nde İstanbullularla buluşacak.

Program, Montreaux Caz, Fusion, Roskilde, Sziget gibi Avrupa’yı kasıp kavuran festivallere çıkan Antwerpli DAAU'nun İstanbul’daki ilk performansı olma özelliğini de taşıyor. Onlar İstanbulluları mest ederken, bendeniz de aynı anda Brüksel'de dostlarımla vakit geçiriyor olacağım. Zamanlama kötü oldu, ama yapacak birşey yok. Ben gidemiyorum bari siz gidin, dinleyin..

2010 Avrupa Kültür Başkentleri ortak projesi Geçici Kentler (Temporary Cities) ile işbirliğiyle ve İDO’nun katkılarıyla istanbul 2010 Avrupa Kütür Başkenti Ajansı Müzik Yönetmenliği tarafından düzenlenecek konserde tersane havuzlarından birine yüzer bir sahne yerleştirilecekmiş. Görülmeye değer.

19.30’da başlayacak konserin en büyük güzelliği ise ücretsiz olması. Kaçıran üzülür!

Gruba ilişkin kısa bilgilendirme isterseniz buyrun:

Adını Herman Hesse’nin Bozkırkurdu (1927) romanından çıkaran grup, 1992 yılında konservatuarda öğrenci oldukları sırada Roel Van Camp, Han Stubbe, Simon Lenski, ve Buni Lenski tarafından kuruldu.

DAAU, kısa sürede, sahne performanslarıyla ve katkıda bulundukları projelerle, dEUS, Moondog Jr., Kiss My Jazz gibi önemli isimlere ev sahipliği yaparak doksanlı yıllarda uluslararası üne kavuşan Antwerp’in en sıra dışı gruplarından biri olarak dikkatleri üzerine çekti.

Yayınlandığı zaman dEUS’u popüler müzik listelerinin tepesine taşıyan SudS & SOdA’ya getirdikleri yorum, grubun Belçika dışında da ünlenmeye başlamasını sağladı. (dEUS üyeleri de yorumu oldukça beğenmiş olacaklar ki, single’ın sadece Amerika’da yayınlanan yeni baskısında şarkının DAAU yorumu da yer alır.)

Yıllar içinde klasik müzik eğitimleriyle birleştirdikleri rock tavrı ile alışageldiğimiz kalıpları fazla dikkate almadan caz’dan dub’a, folk’tan trance’a uzanan bir alanda türler ve disiplinler arasında zorlamadan uzak bir doğallıkta ve rahatlıkta hareket eden grup, Nisan 2010 tarihli son albümleri

“The Shepherd’s Dream”de yeniden kabuk değiştirerek popüler müzik dünyasında görmeyi özlediğimiz özgünlükteki kayıt ve canlı performanslarına Han Stubbe (klarinet), Roel Van Camp (akordeon), Hannes d’Hoine (kontrbas) ve Simon Lenski (çello) ile devam ediyor. http://www.daau.comwww.temporarycityistanbul.org/

Bu adamların kim olduklarını daha iyi anlayabilmek için buraya da tıktık lütfen..

Dikkat ! Belçikalı anarşistler geliyor !

Hiç bilmediğim, görmediğim diyarlara bakışım o bölgenin, ülkenin hatta şehrin müziğine, müzisyenine göre şekil alıyor ilk etapta. Misal İzlanda'yı hiç görmesem de sırf bir Björk , Sigur Ros , Mum, Amiina peydah edildiği için o topraklarda; asla kötü şeyler kaplamaz zihnimi.. Bir nevi önyargı ama olumlusundan..

Belçika'yı görmeden önce de zihnimde yalnızca DAAU vardı misal. Elbette gittikten sonra lokal bazlı ne kadar enfes müzisyeni barındırdığını gördüm ama DAAU'nun yeri hep bir başka oldu.

DAAU, yani Die Anarchistische Abendunterhaltung (Anarşist Akşam Eğlencesi) dediğime göre anlamışsınızdır ki bu adamların İstanbul'a yolu düşecek. Bu enfes enstrümantal grup 30 Haziran 2010 tarihinde Haliç Tersanesi’nde İstanbullularla buluşacak.

Program, Montreaux Caz, Fusion, Roskilde, Sziget gibi Avrupa’yı kasıp kavuran festivallere çıkan Antwerpli DAAU'nun İstanbul’daki ilk performansı olma özelliğini de taşıyor. Onlar İstanbulluları mest ederken, bendeniz de aynı anda Brüksel'de dostlarımla vakit geçiriyor olacağım. Zamanlama kötü oldu, ama yapacak birşey yok. Ben gidemiyorum bari siz gidin, dinleyin..

2010 Avrupa Kültür Başkentleri ortak projesi Geçici Kentler (Temporary Cities) ile işbirliğiyle ve İDO’nun katkılarıyla istanbul 2010 Avrupa Kütür Başkenti Ajansı Müzik Yönetmenliği tarafından düzenlenecek konserde tersane havuzlarından birine yüzer bir sahne yerleştirilecekmiş. Görülmeye değer.

19.30’da başlayacak konserin en büyük güzelliği ise ücretsiz olması. Kaçıran üzülür!

Gruba ilişkin kısa bilgilendirme isterseniz buyrun:

Adını Herman Hesse’nin Bozkırkurdu (1927) romanından çıkaran grup, 1992 yılında konservatuarda öğrenci oldukları sırada Roel Van Camp, Han Stubbe, Simon Lenski, ve Buni Lenski tarafından kuruldu.

DAAU, kısa sürede, sahne performanslarıyla ve katkıda bulundukları projelerle, dEUS, Moondog Jr., Kiss My Jazz gibi önemli isimlere ev sahipliği yaparak doksanlı yıllarda uluslararası üne kavuşan Antwerp’in en sıra dışı gruplarından biri olarak dikkatleri üzerine çekti.

Yayınlandığı zaman dEUS’u popüler müzik listelerinin tepesine taşıyan SudS & SOdA’ya getirdikleri yorum, grubun Belçika dışında da ünlenmeye başlamasını sağladı. (dEUS üyeleri de yorumu oldukça beğenmiş olacaklar ki, single’ın sadece Amerika’da yayınlanan yeni baskısında şarkının DAAU yorumu da yer alır.)

Yıllar içinde klasik müzik eğitimleriyle birleştirdikleri rock tavrı ile alışageldiğimiz kalıpları fazla dikkate almadan caz’dan dub’a, folk’tan trance’a uzanan bir alanda türler ve disiplinler arasında zorlamadan uzak bir doğallıkta ve rahatlıkta hareket eden grup, Nisan 2010 tarihli son albümleri

“The Shepherd’s Dream”de yeniden kabuk değiştirerek popüler müzik dünyasında görmeyi özlediğimiz özgünlükteki kayıt ve canlı performanslarına Han Stubbe (klarinet), Roel Van Camp (akordeon), Hannes d’Hoine (kontrbas) ve Simon Lenski (çello) ile devam ediyor. http://www.daau.comwww.temporarycityistanbul.org/

Bu adamların kim olduklarını daha iyi anlayabilmek için buraya da tıktık lütfen..

24 Haziran 2010 Perşembe

İspanya'dan Türkiye'ye "Kaçan Filmler"


Yaz ortasında bize kış havası yaşatan tüm gerçek ve farazi güçlere; Ezgi'nin İstanbul dışında olmasının verdiği can sıkıntısına inat birşeyler yapmak gerek İstanbul'da.Zira, hayatın karşımıza çıkardıkları, bilerek ya da bilmeden kendimizi içinde bulduğunuz tüm "gerçek şaka"lara rağmen bir tek bu şehir yüzümüzü güldürür oldu son günlerde.

Geçen hafta gittiğimiz Topkapı gezisinde de aynı şeyleri konuştuk Ezgi'yle. Bu şehir yaşıyor ve yaşadığı için de yaşayanlarını sürüne sürüne de olsa yaşatıyor. Her bünyeye kendi şerbetinden tattırıyor.

Ezgi İstanbul'da olsa yapacaklarını yazdı. Ben de tüm gün işte olmayacak olsam, görmeye gideceğim bir başka etkinlikten bahsedeyim size.İstanbul Modern Sinema Departmanı gerçekten başarılı işlere imza atıyor. Bugün gerçekleşecek "Kaçak Filmler" etkinliği de başarılı işlerden biri.
"Gizli: Franco İspanyası’ndan Kaçak Filmler" temasıyla İstanbul Modern, 24 - 27 Haziran tarihleri arasında İspanyol sinemasının ve tarihinin özel bir bölümünü gün ışığına çıkarıyor. Yalnızca Türkiye'nin değil, tüm dünyanın içinden geçtiği bu kaotik, belirsiz süreçte geçmişi anımsatmak ve geleceği tahayyül ettirmeye çalışmak adına önemli bir proje bu. Franco döneminde bir grup bağımsız yönetmenin -ki söylendiğine göre çoğu kimliğini saklıyor- faşist rejime karşı el altından ürettikleri filmlerden oluşan bu programın ilk kez Türk izleyicisiyle buluşacak olması da başka bir heyecan.
3 gün boyunca görülecek filmlerin programını İstanbul Modern, az önce öğrendiğim üzere ne yazık ki websitesine yerleştirmeyi unutmuş. Ama gün içerisinde sorun çözülecektir. Filmlerin listesi şu şekilde:
1.PROGRAM: POLİTİK MÜCADELE

1-8 Şubat 1976 Eylemleri Anonim, 1976, 13’

Üzerinde hiçbir oynama yapılmamış, o anda çekilen bu görüntüler 1975 yılındaki siyasi tutuklular için af eylemlerine ait. Toplu sivil ayaklanmaya dair ender görülecek bir belge niteliğinde olan videoya o zamanın polis telsizinden mesajlar eşlik ediyor.

Dağ Anonim, 1970, 10’

Montserrat Manastırı’nda bir grup sanatçı ve aydının, ölüm cezasına çarptırılan ETA militanlarının 1970’teki davalarına karşı yaptığı oturma eylemini kayda geçiriyor.

El Sopar Pere Portabella, 1974, 50’

1974 yılında militan anarşist Salvador Puig Antich’in idam edildiği gece beş, eski siyasi tutuklu bir çiftlik ahırında buluşur ve hapishane anılarını anlatırlar. İspanyol bağımsız sinemasının önemli destekçilerinden, avangart sanatçı Portabella içten dili ve dokunaklılığıyla bir belgesel klasiği yaratıyor.

2. PROGRAM: AHLAK VE TOPLUM

Mutlu Paralelo Enric Ripoll i Freixes ve Josep Maria Ramon, 1964, 32’
Barselona’da, Franco zamanında dahi fuhuş ve ateşli gece hayatıyla ünlü semti El Paralelo üzerine çarpıcı bir belgesel.
Ağaçlardan Uzakta Jacinto Esteva-Grew, 1963-70, 103’

60’lar İspanyol sinemasından bir kilometretaşı! Buñuel klasiği, Ekmeksiz Toprak’ı (1932) yeniden yorumlayan film acı ve ölümle ilgili bilinen adetlerin sapkınlığını inceliyor. Yedi yıl boyunca haftasonlarında çekimleri tamamlanan film, ülke reijiminin teşvik ettiği o zamanın moda olan ve hızla modernleşen İspanya’sına bariz bir protesto!

3. PROGRAM: TAŞRA VE KENT: GEÇİM MÜCADELESİ

52 PazarLlorenç Soler, 1966, 29’

İspanyol boğa güreşi üzerine çekilmiş en iyi filmlerden biri! Bir grup genç boğa güreşçisinin başına gelen talihsizlikleri anlatan film aynı zamanda kısıtlı imkanlarla yaşayan sosyal sınıfın umut ve korkularını çok iyi yakalıyor.

Öfkeye Doğru Uzun Bir Yolculuk Llorenç Soler, 1969, 26’
İspanyol mucizesinin altındaki gerçek: Kadın ve erkeklerden oluşan yığınlar kaderlerini şehre emanet etmek üzere taşrayı terk ederler.
Erkekler İçin Tarla Kollektif Film Class (Helena Lumbreras ve Marià Lisa), 1973, 49’
Kaçak sinema hareketinde yer alan sadece iki kadın yönetmen var. İkili, bu kilit çalışmalarında birbirinden farklı iki bölge, Galiçya ve Endülüs’teki kırsal yokluğu inceliyorlar.

4. PROGRAM: ESTETİK TAHRİP: ANARŞİ VE ABSÜRT

Toplu İstifaAntoni Padrós, 1973, 127’
Çok yakın zamanda restore edilen film devrimci ile bezgin olmak arasında kalan politik ve cinsel anlamda tatminsiz karakterleri, bu karakterlerin yaşadığı çöplüğü gözlemliyor. Toplu İstifa, müzikal yapısı, rüyamsı sahneleri ve kinayeli anlatımıyla İspanyol avangart sinemasının en heyecan verici örneklerinden. Yönetmen Padrós gündüz bankacılık yaparken, geceleri özgürlük için umutsuzca ağlayan bu dünyayı filme almış.
5. PROGRAM: SINIRIN ÖTESİ: ÖFKENİN ESTETİĞİ
…ve sonra kimse gülmeyecekManel Esteban, 1968, 16’
Esteban 1968’de tüm dünyaya yayılan isyan ruhunu yakalayarak eleştiri sopasını rejimden öteye, İspanya’nın Katolik burjuva kültürüne doğru daha da sertçe sallıyor.

Sexperience José María Nunes, 1968, 94’
Avangart sinema hareketi temsilcisi olan Barselona Okulu’nun kurucu üyelerinden, Nunes, filminde iç içe geçmiş cinsel ve sosyal devrim temalarını işliyor. Yaşlı bir adamla genç bir kızın üzerinden 1968 yılındaki gazete manşetlerini, kabaran başkaldırıların bu karakterlerdeki etkilerini izliyor. Filmin hikâye ile aykırı ses şeridi de dikkat çekici: Dalgalar, ayak sesleri ve araba gürültüsü gibi, görüntüyle eşzamanlı akmayan bu soundtrack, Franco dönemi İspanya’sıyla onun yansıyan imajı arasındaki kopukluğu da simgeliyor.
Bugün programın ilk günü olması sebebiyle gösterimlerin ücretsiz olduğu haberini de almış bulunuyoruz. Büyük gazetecilik başarısıyla bugünün filmlerini ve saatlerini sizinle paylaşıyorum:
13:00 - Mutlu Paralelo
13:45 - Ağaçlardan Uzakta
15:30 - Erkekler için Tarla
16:30 - El Sopar
İyi seyirler!

İspanya'dan Türkiye'ye "Kaçan Filmler"


Yaz ortasında bize kış havası yaşatan tüm gerçek ve farazi güçlere; Ezgi'nin İstanbul dışında olmasının verdiği can sıkıntısına inat birşeyler yapmak gerek İstanbul'da.Zira, hayatın karşımıza çıkardıkları, bilerek ya da bilmeden kendimizi içinde bulduğunuz tüm "gerçek şaka"lara rağmen bir tek bu şehir yüzümüzü güldürür oldu son günlerde.

Geçen hafta gittiğimiz Topkapı gezisinde de aynı şeyleri konuştuk Ezgi'yle. Bu şehir yaşıyor ve yaşadığı için de yaşayanlarını sürüne sürüne de olsa yaşatıyor. Her bünyeye kendi şerbetinden tattırıyor.

Ezgi İstanbul'da olsa yapacaklarını yazdı. Ben de tüm gün işte olmayacak olsam, görmeye gideceğim bir başka etkinlikten bahsedeyim size.İstanbul Modern Sinema Departmanı gerçekten başarılı işlere imza atıyor. Bugün gerçekleşecek "Kaçak Filmler" etkinliği de başarılı işlerden biri.
"Gizli: Franco İspanyası’ndan Kaçak Filmler" temasıyla İstanbul Modern, 24 - 27 Haziran tarihleri arasında İspanyol sinemasının ve tarihinin özel bir bölümünü gün ışığına çıkarıyor. Yalnızca Türkiye'nin değil, tüm dünyanın içinden geçtiği bu kaotik, belirsiz süreçte geçmişi anımsatmak ve geleceği tahayyül ettirmeye çalışmak adına önemli bir proje bu. Franco döneminde bir grup bağımsız yönetmenin -ki söylendiğine göre çoğu kimliğini saklıyor- faşist rejime karşı el altından ürettikleri filmlerden oluşan bu programın ilk kez Türk izleyicisiyle buluşacak olması da başka bir heyecan.
3 gün boyunca görülecek filmlerin programını İstanbul Modern, az önce öğrendiğim üzere ne yazık ki websitesine yerleştirmeyi unutmuş. Ama gün içerisinde sorun çözülecektir. Filmlerin listesi şu şekilde:
1.PROGRAM: POLİTİK MÜCADELE

1-8 Şubat 1976 Eylemleri Anonim, 1976, 13’

Üzerinde hiçbir oynama yapılmamış, o anda çekilen bu görüntüler 1975 yılındaki siyasi tutuklular için af eylemlerine ait. Toplu sivil ayaklanmaya dair ender görülecek bir belge niteliğinde olan videoya o zamanın polis telsizinden mesajlar eşlik ediyor.

Dağ Anonim, 1970, 10’

Montserrat Manastırı’nda bir grup sanatçı ve aydının, ölüm cezasına çarptırılan ETA militanlarının 1970’teki davalarına karşı yaptığı oturma eylemini kayda geçiriyor.

El Sopar Pere Portabella, 1974, 50’

1974 yılında militan anarşist Salvador Puig Antich’in idam edildiği gece beş, eski siyasi tutuklu bir çiftlik ahırında buluşur ve hapishane anılarını anlatırlar. İspanyol bağımsız sinemasının önemli destekçilerinden, avangart sanatçı Portabella içten dili ve dokunaklılığıyla bir belgesel klasiği yaratıyor.

2. PROGRAM: AHLAK VE TOPLUM

Mutlu Paralelo Enric Ripoll i Freixes ve Josep Maria Ramon, 1964, 32’
Barselona’da, Franco zamanında dahi fuhuş ve ateşli gece hayatıyla ünlü semti El Paralelo üzerine çarpıcı bir belgesel.
Ağaçlardan Uzakta Jacinto Esteva-Grew, 1963-70, 103’

60’lar İspanyol sinemasından bir kilometretaşı! Buñuel klasiği, Ekmeksiz Toprak’ı (1932) yeniden yorumlayan film acı ve ölümle ilgili bilinen adetlerin sapkınlığını inceliyor. Yedi yıl boyunca haftasonlarında çekimleri tamamlanan film, ülke reijiminin teşvik ettiği o zamanın moda olan ve hızla modernleşen İspanya’sına bariz bir protesto!

3. PROGRAM: TAŞRA VE KENT: GEÇİM MÜCADELESİ

52 PazarLlorenç Soler, 1966, 29’

İspanyol boğa güreşi üzerine çekilmiş en iyi filmlerden biri! Bir grup genç boğa güreşçisinin başına gelen talihsizlikleri anlatan film aynı zamanda kısıtlı imkanlarla yaşayan sosyal sınıfın umut ve korkularını çok iyi yakalıyor.

Öfkeye Doğru Uzun Bir Yolculuk Llorenç Soler, 1969, 26’
İspanyol mucizesinin altındaki gerçek: Kadın ve erkeklerden oluşan yığınlar kaderlerini şehre emanet etmek üzere taşrayı terk ederler.
Erkekler İçin Tarla Kollektif Film Class (Helena Lumbreras ve Marià Lisa), 1973, 49’
Kaçak sinema hareketinde yer alan sadece iki kadın yönetmen var. İkili, bu kilit çalışmalarında birbirinden farklı iki bölge, Galiçya ve Endülüs’teki kırsal yokluğu inceliyorlar.

4. PROGRAM: ESTETİK TAHRİP: ANARŞİ VE ABSÜRT

Toplu İstifaAntoni Padrós, 1973, 127’
Çok yakın zamanda restore edilen film devrimci ile bezgin olmak arasında kalan politik ve cinsel anlamda tatminsiz karakterleri, bu karakterlerin yaşadığı çöplüğü gözlemliyor. Toplu İstifa, müzikal yapısı, rüyamsı sahneleri ve kinayeli anlatımıyla İspanyol avangart sinemasının en heyecan verici örneklerinden. Yönetmen Padrós gündüz bankacılık yaparken, geceleri özgürlük için umutsuzca ağlayan bu dünyayı filme almış.
5. PROGRAM: SINIRIN ÖTESİ: ÖFKENİN ESTETİĞİ
…ve sonra kimse gülmeyecekManel Esteban, 1968, 16’
Esteban 1968’de tüm dünyaya yayılan isyan ruhunu yakalayarak eleştiri sopasını rejimden öteye, İspanya’nın Katolik burjuva kültürüne doğru daha da sertçe sallıyor.

Sexperience José María Nunes, 1968, 94’
Avangart sinema hareketi temsilcisi olan Barselona Okulu’nun kurucu üyelerinden, Nunes, filminde iç içe geçmiş cinsel ve sosyal devrim temalarını işliyor. Yaşlı bir adamla genç bir kızın üzerinden 1968 yılındaki gazete manşetlerini, kabaran başkaldırıların bu karakterlerdeki etkilerini izliyor. Filmin hikâye ile aykırı ses şeridi de dikkat çekici: Dalgalar, ayak sesleri ve araba gürültüsü gibi, görüntüyle eşzamanlı akmayan bu soundtrack, Franco dönemi İspanya’sıyla onun yansıyan imajı arasındaki kopukluğu da simgeliyor.
Bugün programın ilk günü olması sebebiyle gösterimlerin ücretsiz olduğu haberini de almış bulunuyoruz. Büyük gazetecilik başarısıyla bugünün filmlerini ve saatlerini sizinle paylaşıyorum:
13:00 - Mutlu Paralelo
13:45 - Ağaçlardan Uzakta
15:30 - Erkekler için Tarla
16:30 - El Sopar
İyi seyirler!

23 Haziran 2010 Çarşamba

24 Haziran Perşembe: İstanbul'da Olsaydım, Yapardım




İstanbul'da değilim, ama olsam bugün şunları yapardım;



- 2-4 Temmuz arasında gerçekleşecek Istancool Festival'e katılacak sanatçılar arasında Hanif Kureishi'yi gördüğümden beri bana bir haller oldu. Kütüphaneden bir kitabını çekip okumanın vaktidir derim ben, Kara Plak mesela. Hem bu yağmura, Haziran mı, Aralık mı olduğunu bilmediğimiz bu tuhaf güne iyi gelir.



- Her ölüm erkendir gerçi ama bazıları içinizi çok acıtır. O'ndan kalanlara sığınır, içinizi sağaltmaya çalışırsınız. Geride kalan sizsinizdir çünkü, yaşamak zorunda kalan da. Hayat size devam etmelidir, öyle derler. Pina Bausch da gittiğinde içimi kanırtanlardandır. Bugün Pina'dan "kalanları" yeniden selamlama günü. İstanbul'da olsam, gün geceye kavuştuğunda soluğu Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde alır, "Nefes"ini bir kez daha tenimde, canımda hissederdim.




- Akbank Sanat'ta Mich Gerber, Kuruçeşme'de Yasmin Levy var dediler. Yasmin Levy aklımda o enfes Mano Suave albümüyle ve Esma Sultan'daki uçuş uçuş konseriyle kalsın isterim. İstanbul'da olsam, Mich Gerber'in 200 yaşındaki kontrbasıyla kurduğu dostluğa tanıklık ederdim.


- Biletix dünün programını e-postama yollamış, kaçırdığım Gotan Project konserini gözüme sokmuş. Ne yalan söyleyeyim, gidemediğim her konser öncesi yağmur fırtına olduğunda içim içime sığmaz, umarım ertelenir derim.Böyle de habis bir faniyimdir. Gotan Project'te işe yaramadı, umudum her nedense gidemeyeceğim gelecek konserlerde. Neyse. İstanbul'da olsam yeni albüm Tango 3.0'ı müzikçalara koyar, koltuğa kurulur, azıcık dinler, çokça hayal kurardım.


- Unutmadan; EFSANE ISTANBUL: Bizantion'dan Istanbul'a Bir Başkentin 8000 Yılı Sergisi'ni ajandama yazdım.


24 Haziran Perşembe: İstanbul'da Olsaydım, Yapardım




İstanbul'da değilim, ama olsam bugün şunları yapardım;



- 2-4 Temmuz arasında gerçekleşecek Istancool Festival'e katılacak sanatçılar arasında Hanif Kureishi'yi gördüğümden beri bana bir haller oldu. Kütüphaneden bir kitabını çekip okumanın vaktidir derim ben, Kara Plak mesela. Hem bu yağmura, Haziran mı, Aralık mı olduğunu bilmediğimiz bu tuhaf güne iyi gelir.



- Her ölüm erkendir gerçi ama bazıları içinizi çok acıtır. O'ndan kalanlara sığınır, içinizi sağaltmaya çalışırsınız. Geride kalan sizsinizdir çünkü, yaşamak zorunda kalan da. Hayat size devam etmelidir, öyle derler. Pina Bausch da gittiğinde içimi kanırtanlardandır. Bugün Pina'dan "kalanları" yeniden selamlama günü. İstanbul'da olsam, gün geceye kavuştuğunda soluğu Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde alır, "Nefes"ini bir kez daha tenimde, canımda hissederdim.




- Akbank Sanat'ta Mich Gerber, Kuruçeşme'de Yasmin Levy var dediler. Yasmin Levy aklımda o enfes Mano Suave albümüyle ve Esma Sultan'daki uçuş uçuş konseriyle kalsın isterim. İstanbul'da olsam, Mich Gerber'in 200 yaşındaki kontrbasıyla kurduğu dostluğa tanıklık ederdim.


- Biletix dünün programını e-postama yollamış, kaçırdığım Gotan Project konserini gözüme sokmuş. Ne yalan söyleyeyim, gidemediğim her konser öncesi yağmur fırtına olduğunda içim içime sığmaz, umarım ertelenir derim.Böyle de habis bir faniyimdir. Gotan Project'te işe yaramadı, umudum her nedense gidemeyeceğim gelecek konserlerde. Neyse. İstanbul'da olsam yeni albüm Tango 3.0'ı müzikçalara koyar, koltuğa kurulur, azıcık dinler, çokça hayal kurardım.


- Unutmadan; EFSANE ISTANBUL: Bizantion'dan Istanbul'a Bir Başkentin 8000 Yılı Sergisi'ni ajandama yazdım.


20 Haziran 2010 Pazar

Kadim Anadolu'ya Çağdaş Müze Mağazaları

Lisede okuduğum 4 sene boyunca canım ne zaman sıkılsa, yahut okulu kıracak yer arasam kendimi Sultanahmet - Beyazıt arasında bulurdum. Zaten çocukluğum da Cağaloğlu yokuşlarında, parklarında geçti. Tarihi yarımadanın kişisel belleğimde önemi bu nedenlerle büyüktür. Bundandır ki, dolaştığım yerlere çoğu insanın yaptığı üzere turistlik yer olarak bakmaktan öteye geçerim. Asırlar önceki hallerini, buralarda yaşayanları, onların öykülerini merak ederim. İstanbul'un 8 bin, 5 bin, 3 bin önceki halini gözümün önüne getirmeye çabalarım. Reeankarnasyon'a temkinli yaklaşan biriyim, ama İstanbul'un hangi kadim sakininin günümüzdeki yansıması olduğumu merak ederim.


İstanbul Archeological Museumİstanbul Archeological MuseumAya İrini , İstanbul


Jorge Luis Borges'in eşi Maria Kodama ile yaptığı seyahatleri kendi söz ve imgeleriyle birleştirdiği Atlas adlı kitabında İstanbul hakkında şunları yazıyor; "Üç günde Türkiye'yi ne kadar tanıyabilirim? Benim gördüğüm çok güzel bir kent, Boğaziçi, Haliç ve kıyılarında Runik alfabeyle yazılmış taşlar bulunmuş olan Karadeniz girişi. Kulağıma çalınan, yumuşak bir Almanca'yı andıran hoş bir dil. Buralarda bir çok değişik ulusun hayali dolaşıyor olsa gerek; Ben Bizans imparatorunun onur kıtasını oluşturmuş olan ve Hastings'te olup bitenlerden sonra İngiltere'den kaçan Saksonların katıldığı İskandinavları anımsamayı seçiyorum. Kuşku yok ki, keşfe başlamak için Türkiye'ye yeniden gelmeliyiz."




Son Marmaray kazılarıyla tarihi 8 bin yıldan da eskiye giden İstanbul'da Sultanahmet Meydan'ında dolanan turistlere bakıyorum. Borges gibi birilerini, medeniyetleri arıyorlar mı diye düşünüyorum. Çünkü rotaları çok bilindik; Ayasofya Müzesi, Sultanahmet Camii, Obelisk, Yılanlı Sütun, Yerebatan Sarnıcı ve Topkapı Sarayı. Çoğu, tur operatörlerinin tur programlarının dışına çıkmıyor bile. Çoğu güncellenmemiş rehber kitapları eşliğinde, tur rehberlerinin verdiği bilgiyle yetinerek "İstanbul'a gittim, gördüm, gezdim" denilebilir mi? Dün Topkapı Sarayı'nda Bilkent Kültür Girişimi'nin düzenlediği sohbet toplantısında katılımcılar olarak bu soruya ve başkalarına yanıt aradık. Ortak görüş, İstanbul'un basmakalıp bilgilerden ve bakış açılarından kurtarılarak gezginci ve araştırmacı bir ruhla yeniden ele alınmasıydı.


Bilkent Kültür Girişimi, Türkiye'de yer alan müze ve ören yerlerinin ulusal ve uluslararası ölçekte tanıtımına katkıda bulunmayı amaçlayan bir dizi projeyi hayata geçiriyor. Bunlardan biri, Türkiye genelinde müze ve ören yerleri’ne gelen ziyaretçilerle kültürel iletişimin güçlendirilmesi amacıyla müzenin markasını taşıyan ve Türkiye’nin kültürel değerlerini yansıtan tasarımlara yer verilen müze mağazaları hizmete açmak. Proje hakkında bilgi veren Bilintur CEO'su Orhan Hallik, hedeflerini 8 yıl içerisinde 55 müze ve ören yerinde toplam 95 müze mağazası açmak olarak açıklıyor.


Bu mağazalarda satışa sunulacak ürünlerin el işi sanatçıları ve tasarımcılar tarafından yaratılacağının ve elden geldikçe ülkenin kültür geçmişini büyük ölçüde yansıtılmaya çalışılacağının altının çizilmesi, benim en çok hoşuma giden husus oldu. Daha da güzeli, basmakalıp rehberlerin, kültürle hiçbir alakası olmayan ürünlerin ve kalitesizliğin bu mağazaların kapısından giremeyecek olması. Ziyaretçilere sunulacak ürünlerin kimin tarafından tasarlandığı, hangi medeniyetlerden etkilenerek tasarlandığı giibi bilgiler ürünlerle birlikte paylaşılacak. Bunun en güzel yanı, kaynağı ve geldiği yer belli olmayan turistik hediyelik eşyaların değil, gezdiğiniz müzeden ya da ören yerinden esinlenmiş özel bir parçanın hayatınıza katılacak olması. Haliyle, geleneksel el sanatlarıyla uğraşanlara ve tasarımcılara gelir sağlayacak bir oluşum daha hayata geçmiş oluyor.

Bilkent Kültür Girişimi, bu müze mağazalarını ürün satışı yapılan yerler olmaktan ziyade ufuk açıcı kültürel noktalar haline gelmesini önemsiyor. Bu iyi niyetli düşünce, altı dikkatle doldurulması gereken bir konu. Müzelerdeki tarihi eserlerin replikaları, heykeller, ikonalar, özenle hazırlanmış tarihi figürler, seramik kaplar, gündelik kullanıma uygun takılar ve mücevherler hem geçmişi daha iyi anlamamıza katkıda bulunacak, hem de gündelik yaşamımızın birer parçası olacak. Müze mağazalarında bilgileri güncellenmiş rehber kitapların yanı sıra, kültür-sanata dair yayınlara ve değişik yazarların eserlerine yer verilecek. Eserlerine yer verilecek yazarların özenle seçileceğini düşünmekle birlikte, Yaşar Kemal, Sait Faik, Nazım Hikmet gibi yazarların kitaplarının Türkçe ve yabancı dillere çevrilmiş baskılarını görmeyi arzu ettiğimi belirtmek istiyorum.

Güzel ve ufuk açıcı bir sohbetin ardından diğer katılımcılarla Topkapı Sarayı Müze Mağazası'nı bir fincan Türk kahvesi eşliğinde gezdik. Kahvenin tadı hala damağımdayken, Orhan Hallik'in müze mağazalarında satılacak geleneksel Türk kahvesi ile ilgili verdiği bilgileri paylaşmazsam olmaz. Hallik bu kahvelerin çok kaliteli çekirdeklerden öğütüldüğünü belirtiyor. Kahveden bir yudum aldığınızda şu zamana dek içtiğiniz kahvelerin kalitesinden şüpheye düşüyorsunuz. Kendim de bir Türk kahvesi müdavimi olduğumdan rahatlıkla söyleyebilirim ki, İstanbul'da rahiyası son derece yerinde bir yandan çarklı tatmak için seçeneklerinizden birisi de Topkapı Sarayı'ndaki Müze Mağazası'nın içindeki Müze'nin Kahvesi olsun.


Bilkent Kültür Girişimi'nin Müze Mağazaları projesinin önemli bir katkısını daha aktarmak gerek. Girişimin websitesine girdiğinizde Müzeler başlıklı bir bölüm olduğunu görüyorsunuz. Bu bölümde, müze ve ören yerleri ile ilgili temel bilgilerin yanı sıra, iletişim bilgilerine de yer veriliyor. Pek çok müze ve ören yerinin kendine ait bir websitesi olmadığı düşünülürse, bu bölümün ulaşılabilirlik konusunun çözümüne katkıda bulunacağını söylemek mümkün.


Topkapı Sarayı Müze Mağazası ile birlikte İstanbul'da Ayasofya Müzesi Mağazası ve Büyük Saray Mozaikleri Müzesi Mağazası ziyaretçilerini bekliyor. Mağazayı dolaşırken ağırlığını hissettiğimiz Bizans ve Osmanlı etkileriyle birlikte, İstanbul'un 8 bin yıllık tarihine olabildiğince yer verilmesini umut ve hayal ettiğim Müze Mağazaları'nın İstanbul Modern'in son derece başarılı bulduğum müze mağaza anlayışını sürdüreceğine inanıyorum. Tabi bu temennim tüm Türkiye geneli için de geçerli.


Fotoğraflar; Gökşen Çalışkan, Ezgi Aktaş ve Bilkent Kültür Girişimi websitesi.

Kadim Anadolu'ya Çağdaş Müze Mağazaları

Lisede okuduğum 4 sene boyunca canım ne zaman sıkılsa, yahut okulu kıracak yer arasam kendimi Sultanahmet - Beyazıt arasında bulurdum. Zaten çocukluğum da Cağaloğlu yokuşlarında, parklarında geçti. Tarihi yarımadanın kişisel belleğimde önemi bu nedenlerle büyüktür. Bundandır ki, dolaştığım yerlere çoğu insanın yaptığı üzere turistlik yer olarak bakmaktan öteye geçerim. Asırlar önceki hallerini, buralarda yaşayanları, onların öykülerini merak ederim. İstanbul'un 8 bin, 5 bin, 3 bin önceki halini gözümün önüne getirmeye çabalarım. Reeankarnasyon'a temkinli yaklaşan biriyim, ama İstanbul'un hangi kadim sakininin günümüzdeki yansıması olduğumu merak ederim.


İstanbul Archeological Museumİstanbul Archeological MuseumAya İrini , İstanbul


Jorge Luis Borges'in eşi Maria Kodama ile yaptığı seyahatleri kendi söz ve imgeleriyle birleştirdiği Atlas adlı kitabında İstanbul hakkında şunları yazıyor; "Üç günde Türkiye'yi ne kadar tanıyabilirim? Benim gördüğüm çok güzel bir kent, Boğaziçi, Haliç ve kıyılarında Runik alfabeyle yazılmış taşlar bulunmuş olan Karadeniz girişi. Kulağıma çalınan, yumuşak bir Almanca'yı andıran hoş bir dil. Buralarda bir çok değişik ulusun hayali dolaşıyor olsa gerek; Ben Bizans imparatorunun onur kıtasını oluşturmuş olan ve Hastings'te olup bitenlerden sonra İngiltere'den kaçan Saksonların katıldığı İskandinavları anımsamayı seçiyorum. Kuşku yok ki, keşfe başlamak için Türkiye'ye yeniden gelmeliyiz."




Son Marmaray kazılarıyla tarihi 8 bin yıldan da eskiye giden İstanbul'da Sultanahmet Meydan'ında dolanan turistlere bakıyorum. Borges gibi birilerini, medeniyetleri arıyorlar mı diye düşünüyorum. Çünkü rotaları çok bilindik; Ayasofya Müzesi, Sultanahmet Camii, Obelisk, Yılanlı Sütun, Yerebatan Sarnıcı ve Topkapı Sarayı. Çoğu, tur operatörlerinin tur programlarının dışına çıkmıyor bile. Çoğu güncellenmemiş rehber kitapları eşliğinde, tur rehberlerinin verdiği bilgiyle yetinerek "İstanbul'a gittim, gördüm, gezdim" denilebilir mi? Dün Topkapı Sarayı'nda Bilkent Kültür Girişimi'nin düzenlediği sohbet toplantısında katılımcılar olarak bu soruya ve başkalarına yanıt aradık. Ortak görüş, İstanbul'un basmakalıp bilgilerden ve bakış açılarından kurtarılarak gezginci ve araştırmacı bir ruhla yeniden ele alınmasıydı.


Bilkent Kültür Girişimi, Türkiye'de yer alan müze ve ören yerlerinin ulusal ve uluslararası ölçekte tanıtımına katkıda bulunmayı amaçlayan bir dizi projeyi hayata geçiriyor. Bunlardan biri, Türkiye genelinde müze ve ören yerleri’ne gelen ziyaretçilerle kültürel iletişimin güçlendirilmesi amacıyla müzenin markasını taşıyan ve Türkiye’nin kültürel değerlerini yansıtan tasarımlara yer verilen müze mağazaları hizmete açmak. Proje hakkında bilgi veren Bilintur CEO'su Orhan Hallik, hedeflerini 8 yıl içerisinde 55 müze ve ören yerinde toplam 95 müze mağazası açmak olarak açıklıyor.


Bu mağazalarda satışa sunulacak ürünlerin el işi sanatçıları ve tasarımcılar tarafından yaratılacağının ve elden geldikçe ülkenin kültür geçmişini büyük ölçüde yansıtılmaya çalışılacağının altının çizilmesi, benim en çok hoşuma giden husus oldu. Daha da güzeli, basmakalıp rehberlerin, kültürle hiçbir alakası olmayan ürünlerin ve kalitesizliğin bu mağazaların kapısından giremeyecek olması. Ziyaretçilere sunulacak ürünlerin kimin tarafından tasarlandığı, hangi medeniyetlerden etkilenerek tasarlandığı giibi bilgiler ürünlerle birlikte paylaşılacak. Bunun en güzel yanı, kaynağı ve geldiği yer belli olmayan turistik hediyelik eşyaların değil, gezdiğiniz müzeden ya da ören yerinden esinlenmiş özel bir parçanın hayatınıza katılacak olması. Haliyle, geleneksel el sanatlarıyla uğraşanlara ve tasarımcılara gelir sağlayacak bir oluşum daha hayata geçmiş oluyor.

Bilkent Kültür Girişimi, bu müze mağazalarını ürün satışı yapılan yerler olmaktan ziyade ufuk açıcı kültürel noktalar haline gelmesini önemsiyor. Bu iyi niyetli düşünce, altı dikkatle doldurulması gereken bir konu. Müzelerdeki tarihi eserlerin replikaları, heykeller, ikonalar, özenle hazırlanmış tarihi figürler, seramik kaplar, gündelik kullanıma uygun takılar ve mücevherler hem geçmişi daha iyi anlamamıza katkıda bulunacak, hem de gündelik yaşamımızın birer parçası olacak. Müze mağazalarında bilgileri güncellenmiş rehber kitapların yanı sıra, kültür-sanata dair yayınlara ve değişik yazarların eserlerine yer verilecek. Eserlerine yer verilecek yazarların özenle seçileceğini düşünmekle birlikte, Yaşar Kemal, Sait Faik, Nazım Hikmet gibi yazarların kitaplarının Türkçe ve yabancı dillere çevrilmiş baskılarını görmeyi arzu ettiğimi belirtmek istiyorum.

Güzel ve ufuk açıcı bir sohbetin ardından diğer katılımcılarla Topkapı Sarayı Müze Mağazası'nı bir fincan Türk kahvesi eşliğinde gezdik. Kahvenin tadı hala damağımdayken, Orhan Hallik'in müze mağazalarında satılacak geleneksel Türk kahvesi ile ilgili verdiği bilgileri paylaşmazsam olmaz. Hallik bu kahvelerin çok kaliteli çekirdeklerden öğütüldüğünü belirtiyor. Kahveden bir yudum aldığınızda şu zamana dek içtiğiniz kahvelerin kalitesinden şüpheye düşüyorsunuz. Kendim de bir Türk kahvesi müdavimi olduğumdan rahatlıkla söyleyebilirim ki, İstanbul'da rahiyası son derece yerinde bir yandan çarklı tatmak için seçeneklerinizden birisi de Topkapı Sarayı'ndaki Müze Mağazası'nın içindeki Müze'nin Kahvesi olsun.


Bilkent Kültür Girişimi'nin Müze Mağazaları projesinin önemli bir katkısını daha aktarmak gerek. Girişimin websitesine girdiğinizde Müzeler başlıklı bir bölüm olduğunu görüyorsunuz. Bu bölümde, müze ve ören yerleri ile ilgili temel bilgilerin yanı sıra, iletişim bilgilerine de yer veriliyor. Pek çok müze ve ören yerinin kendine ait bir websitesi olmadığı düşünülürse, bu bölümün ulaşılabilirlik konusunun çözümüne katkıda bulunacağını söylemek mümkün.


Topkapı Sarayı Müze Mağazası ile birlikte İstanbul'da Ayasofya Müzesi Mağazası ve Büyük Saray Mozaikleri Müzesi Mağazası ziyaretçilerini bekliyor. Mağazayı dolaşırken ağırlığını hissettiğimiz Bizans ve Osmanlı etkileriyle birlikte, İstanbul'un 8 bin yıllık tarihine olabildiğince yer verilmesini umut ve hayal ettiğim Müze Mağazaları'nın İstanbul Modern'in son derece başarılı bulduğum müze mağaza anlayışını sürdüreceğine inanıyorum. Tabi bu temennim tüm Türkiye geneli için de geçerli.


Fotoğraflar; Gökşen Çalışkan, Ezgi Aktaş ve Bilkent Kültür Girişimi websitesi.

Twitter Delicious Facebook Digg Stumbleupon Favorites More

 
Design by Free WordPress Themes | Bloggerized by Lasantha - Premium Blogger Themes | Best Web Hosting Coupons