Günlerdir sisle çepeçevre sarılmış bir şehir, ağır, pis kokan, ağırlaşmış bir hava... İstanbul'un genel halet-i ruhiyesi "Bugün de yaşıyoruz işte" cinsinden, şehrin sinemalarını ise vampirler, derin devlet, küresel kıyamet, gelip de gitmeyen uzay mahlukatları gibi her telden filmler sarmış. Bu denli kalabalığın içinde naif bir edebiyat uyarlaması izlemek isterseniz, kendinizi 3 boyutlu gösterim yapan bir sinemaya atın ve başrollerinde Jim Carrey (Ebenezer Scrooge, Geçmiş , Şimdiki ve Gelecek Noellerin Hayaletleri), Gary Oldman (Bob Cratchit ve Scrooge'un ortağı Marley'in hayaleti), Colin Firth (Scrooge'un yeğeni Fred) ve Robin Wright Penn'in (Scrooge'un ilk aşkı Belle) rol aldığı ve Oscar'lı Robert Zemeckis'in yönettiği "A Christmas Carol" adlı canlandırma filmini izleyin.
A Christmas Carol, aslında Charles Dickens'ın 1843 tarihinde yayınlanan naif bir öyküsü/tiyatro eseri. Naif, çünkü iyinin iyi, kötünün kötü olduğu, kimin ne olduğu belli karakterler etrafında dönüyor ve karakter karmaşasına sürüklemiyor sizi. Defalarca televizyona ve sinemaya da uyarlanan bu öykü, sosyal eşitsizliğe vurgu yaptıktan sonra eski masalların noel ruhlarınının da yardımı ile iyilik ve hakbilirlik gibi evrensel değerlerin insanı ne denli mutlu edeceğini anımsatarak sona eriyor.
Konuyu okuyan kimileri, zengin ve cimri adamın yoksulluk ve yoksunluk gibi hep görmezden geldiği gerçeklerle yüzleşince bencilliğinin, kimse tarafından sevilmeyişinin ve öldüğünde arkasından bir damla yaş döken olmayacağının farkına vardığında geçmişteki kötücül günahlarını telafi etme çabalarını basit bulabilirler. Ama belirtmek gerekir ki, Dickens'ın öyküsü de, Zemeckis'in yönettiği bu film de i yenilmesi yutulması zor kimi detayları belirgin biçimde işliyor. Örneğin filmimizin baş kişisi Scrooge, Noel arifesinde altınlarını sayarken fakirlere dağıtmak üzere yardım istemek için dükkanına giren ve parasızlık yüzünden tedavi olamayan çocukların öldüklerini söyleyen birine "isabet olur, dünyadaki fazla nüfus eksilir böylece" diyor. Kamera bir anda karlar altındaki sokağa dönüyor, bir fırının kapısında dilenen çocuklara sabitleniyor. Tuzu kuru fırıncı "işte bu da noel hediyeniz" diye bir somun ekmek fırlatıyor ve çocuklar tam alacakken vahşi bir sokak köpeği ekmeği kapıp kaçıyor. Böyle görüntüleri İtalyan yeni gerçekçi sinemasında görmüştük daha önce. Filmin anlattığı öyküyü yumuşatmak, şekerli lokma haline getirip küçüklere yutturmak gibi bir niyeti olmadığını alt metinde akıp giden bu ve benzeri detaylardan anlamak mümkün.
Scrooge, acımasız ve bencil hayatını yapayalnız yaşarken geçmişin, şimdinin ve geleceğin hayaletleri tarafından ziyaret ediliyor ve kendi hayatına dışarıdan, yukarıdan doğru bakıyor. İnsanların aynaya pratik gerekçelerin dışında pek bakmak istemedikleri düşünüldüğünde oldukça korkutucu bir deneyim olsa gerek bu. Zira Scrooge da hayatına dikiz attığında farkediyor ki, geçmişindeki ezikliğini soğuk odalarda, hiç dinlenmeden istiflediği paranın sesi ve gücüyle baskılamış, aşksız, sevgisiz ve bencil bir yaşayan ölü olmuş. Scrooge'a asıl darbeyi ise Geleceğin Hayaleti vuruyor, hayatını böyle yaşamaya devam ederse şu ana kadar önemsemediği insanlara neler olacağını ve arkasından konuşulacakları gösteriyor.
Uzun sözün kısası, A Christmas Carol, noel ruhunun şerefine kadeh kaldıran, Jim Carrey'in oyunculuğu ile kültleştiği, gerçekçiliği ile yer yer sarsıcı olabilen bir yapım. Benim gibi bu filmi izleyip, arkasından Sufjan Stevens'ın "That Was The Worst Christmas Ever" şarkısını dinlediğinizde bir tuhaf oluyorsunuz, söylemedi demeyin.
Not: Yazıda kullanılan görseller, www.sinema.com'dan alıntıdır.